Salihler Divanı Ve Mürşid-i Kamillere Görev Verilmesi

Allah-ü Teâlâ Hz. leri dünyanın cismani düzenini sağlamak için bazı insanların birtakım görevler üstlenmesini murat ettiği gibi âlemdeki manevi ve ruhani düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını görevlendirmiştir. Bunlar büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel kişilerdir. Allah’ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimseler olarak değerlendirmiştir. Onlar âlemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini Allah’ın kendilerine vermiş olduğu ilahi müsaade ile tanzim ederler.

Herkes tarafından kolayca tanınmayan ve gizli olan birtakım sırlara vakıf olan “bu zâtların” kendi içerisinde hiyerarşik bir düzeni söz konusudur. Bu topluluğun içine bazen kadınlardan da dâhil olanlar olur.

Hatta bu toplantıya Rasulullah (sav)’in ruhaniyetinin de iştirak ettiği olur. Bu toplantı zahirle ilgili olmadığı için, ruhen yapılan bir seyr-ü seferin neticesidir. Bu topluluk, hususi bir şekilde tanzim olunduğu için Rasulullah (sav)’in:

“Ruhlar, tanzim edilmiş ordular gibidirler. Bunlardan ruhlar âleminde bilişenler, birbirleri ile ülfet ve muhabbet ederler. Bilişemeyenler de ihtilafa düşerler” (Sünen-i Ebi Davud) buyurduğu hadisin delaleti ile bu zâtlar da tanzim olunmuş birer ordu gibidirler.

Yani başlarında itaat edecekleri bir emirleri, kendilerine yol göstereceği imamları, müşküllerini çözecek hâkimleri bulunur. Böyle donanımlı bir topluluk arz ettikleri için bunlara: Salihler Divanı manasına, “Divan-ı Salihin” denilir. Hak Teâlâ tarafından bir veliye ihsan olunan herhangi bir rütbe veya makam, bu Salihler Divanı’nda merasimle bütün Ehlullaha arz edilir. Artık o zât, veliler arasında o rütbeyle tanınır ve kendisine verilen manevi bir isimle anılır. Bir Mürşid-i Kâmil, irşat vazifesi ile memur olduğu zaman, bu manevi divanda böyle bir merasim icra olunur.

Toplantılarda dünyanın gidişatı hakkında, çeşitli ülkelerin durumu hakkında, tabii afetleri doğal olaylar hakkında vs. belli kararlar alırlar. Bu kararların uygulanması da o bölgelerin sorumlularına verilir… O bölgelerin sorumluları da emirlerindeki melekler veya cinleri kullanarak kararları yürürlüğe sokarlar bunlar, “Divan” da alınan kararları uygulayan görevli veliler “Rical-i Gayb” ordusudur… Bazı işler, vardır ki, bilfiil kendileri tatbik ederler, yaparlar Bazı işler de vardır ki onları görevli meleklere veya cinlere yaptırtırlar.

İşte “Divan” ın aldığı birtakım kararlar, görevli veliler tarafından ilgili birimler harekete geçirilmek suretiyle uygulamaya konur… Olayların o kararlar istikametinde gelişmesi oluşturulur… Ve nihayet şartlar tam olgunlaştığında olaylar Patlak verir! Biz dışarıdan baktığımızda, sanırız ki bir anda bu olaylar patladı. Oysa o olayların kökeni çok yıllar öncesine dayanır. Ve işte bahsettiğimiz Rical-i Gayb” denen zevatın, Hakk`ın takdirini tahakkuk ettirmesi olayı da böylece gerçekleşir! Tabii, bunların dışarıdan anlaşılması mümkün değildir. Nitekim bir açıklama da vardır bu konuda…

Rasûlullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

Eğer Allah bir olayı takdir etmişse, o anda kişinin aklını başından alır, kişi fiili işler; sonra da o kişinin aklını ona iade eder.”

Bu defa o kişi; “tuh… Ben ne yaptım da bu kararı aldım, nasıl oldu da bu fiili işledim” der, pişman olur. Behemâhal Allah’ın takdiri yerine gelir!”

Şimdi, burada dikkat edin

“Behemâhal Allah’ın takdiri yerine gelir”

Bu işler, bu manevî görevlilerin varlığı ile Hakk`ın takdirinin ve kudretinin ortaya çıkması olayıdır!

Bu merasime Âlemlerin Efendisinin (sav) ruhaniyeti başta olmak üzere, diğer Peygamberlerin de ruhaniyetleri iştirak eder. Bundan başka Cihar-i Yâri Güzin Efendilerimiz ile birlikte, Ashab-ı Kiram, Tabiin ve Tebe-i Tabiin‘in Sufiyyeden olan imamları, Mezheb sahipleri ve o zamana kadar gelmiş geçmiş bütün Ehlullah hazaratı bulunurlar. Büyük bir merasim icra olunup, sonunda Rasulullah (sav)’in dua etmesi ile merasim sona erer. İşte Mürşid-i Kamil, bu özelliklerle mücehhez olan zattır.

Üstadımız Abdullah Baba Hazretleri buyurdular ki:

“Mürşid-i Kâmil olan zata Peygamberler (as), Piranlar ve diğer Evliyaullahın huzurunda görev tevdi edilir. Bu görev “İRŞAD” vazifesi hakkındadır. Bundan maksat, hepsinin bu zatı tanıması ve bilmesidir.”

Bütün Mürşid-i Kâmil zâtlar bu mana ikliminde Maneviyat ehlinin huzurunda, Rasulullah (sav)’in onayı ile bu yüce vazifeye tayin olmuşlardır. Nitekim Üstadımız dahi bu usul ile vazifelendirildiğini söylerdi. Ehlullahın bu durumunu adeta tasvir eder manada buyurulan bir hadis vardır ki şöyledir:

“Allah bir kulunu sevdiğinde Cebrail (as)’a, şöyle seslenir:

─ Ben filan kulumu sevdim. Onu sen de sev! der. Cebrail (as)‟da o kimseyi sever. Ve aynı şeyi Semada ilan ederek:

─ Allah (cc) filan kimseyi seviyor, siz de seviniz, der. Sema ehli de onu severler. O kimsenin sevgisi, dünyada bulunanlara arz edilir. Allah bir kuluna buğz ettiği zaman da Cebrail (as)’ı çağırır ve:

─ Ben filan kimseye buğz ediyorum, sen de buğz et! der. Cebrail (as)’da buğz eder. Sonra sema ehli arasında: ─ Allah filan kimseye buğz ediyor, siz de buğz ediniz! diye çağrıda bulunur. Onlar da buğz ederler. Sonra bu kişi, yeryüzündekilere buğz edilmek üzere arz olunur.” (Tacü‘l-Usul)

Allah dostlarına karşı insanların sergiledikleri sevgi, esas olarak bu hadiste bahsi geçen noktadır. Özellikle Kâmil Mürşit’lerin halk üzerindeki nüfuzları, böyle manevi bir destek sebebi iledir. Tasavvuf ehli bu konuda bu hadisi delil getirmişlerdir. Üstadımızın bahsettiği bu husus, Rasulullah (sav) Efendimizin belirttiği bu hadisin pratik bir yorumu niteliğindedir.

Bundan sonra Üstadımız Mürşid-i Kâmil zatların, Manevi Ameliyat oluşlarından bahsederek şöyle buyurur:

“Mürşidi Kamillere görev verildiği zaman, Allah Teâlâ kendi evlatlarına olan sevgisinin bir başka boyutunu, kendisine uyan Talip ve Müritleri hakkında kendisine verir. Böylece Taliplerini de kendi evlatları gibi severler. Kâmil-i Mürşitlik göreviyle birlikte, Taliplerine karşı cinsel bir duygu hissetmez. Kendisinden bu tür sevgiler tamamen alınır.”

Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri, Kamil Mürşitlerin gerçekten çok ayrı bir özelliğini belirtmiştir. Eskiden Osmanlı Devleti zamanında, Meşihat Dairesi tarafından bütün şeyhler teste tabi tutulur ve bu testin neticesinde O şeyh hakkında müspet veya menfi bir karara varılırdı. Ele alınan meselelerden biri de bu “Manevi Ameliyat” konusudur. Bugün böyle bir müessesenin yoksuzluğu sebebi ile bu müesseseler başıboş bir halde seyredip gidiyor.

Bu nokta oldukça mühim bir noktadır. Dinde kendisine güven duyulacak, yüzüne bakıldığı zaman Allah ve Resulü hatırlanacak, bakışlarında ibret, halinde heybet, sözlerinde hikmet olgusu olacak kimseler, işte bunlardır. Buna da manevi bir lütuf olmazsa, insanın bu kıvamı elde etmesi mümkün değildir.

Her safiye makamına gelen zatlar Mürşid-i Kâmil olmaz. Ancak Peygamber (sav) Efendimizin vazife verdiği kişiler müstesna. İşte nefsi safiye makamın da olup ta irşat ile görevlendirilmeyen fakat nefis meratiplerini tamamlamış zevata “Kümmeliyni Veliyullah” denir.

Nükte:

Abdullah Baba Hz.lerinin Bir Başka Şeyh İle İmtihanı

Üstadımız, Abdullah Baba Hz.lerini ziyarete giden bir kardeşimiz orada yaşanan bir mevzuu şöyle anlatır. Nevşehir de misafir olduğumuz bir gün sabahleyin elinde kahvaltı sinisi Abdullah Baba Hz.leri içeri geldi Kahvaltıya oturduk. Kahvaltı yaparken Efendim bize;

─ Bu gece sofilerinin çokluğu ile övünen birisi ile imtihan olduk dedi,

─ Nasıl oldu Babacığım, dedim.

O Şahıs bana:

─ Seninle imtihan olalım mı? dedi.

─ Ben de olur yalnız nasıl olacak, dedim.

Önümüzde büyük bir havuz vardı, içinde de büyükçe bir yılan vardı. O şahıs bana hitaben;

Bak şimdi elimi havuza sokacağım, o yılan beni ısırmayacak, bana itaat edecek, dedi. Ve elini havuza soktu, yılana doğru uzattı ama yılan ısırmadı. Havuzun öbür tarafına doğru gitmeye başladı. Elini çıkararak, gördün mü hayvanlar bile bana itaat ediyor, dedi.

Ben de o şahısa, itaat öyle olmaz dedim.

─ Ya nasıl olacak, elimi ısırmadı görmedin mi? dedi.

Ben de ona şimdi bak dedim. Havuz da ki yılana işaret ettim çağırdım, omzuma çıkmasını söyledim. Yılan sudan çıktı, omzuma geldi oturdu. Bunu o şahsa göstererek, itaat böyle olur, bu hayvan bile senin şerrinden kaçıyor, dedim.

Maalesef toplumda insanların manevi duyguları ile oynayan Peygamber (sav) Efendimizin varisi olmadığı halde haramilik yapan Bazı şeyhlerin günümüzde cinsellikle alakalı, hususlardan ötürü töhmet altında tutuldukları bir hakikattir. Bu gösterir ki, bu hal Nakıslık alametidir. O kimse noksandır. Yani kemale ermemiştir, bu hali ile de yol kesicilik vazifesi yapmaktadır. Böylesi kimselerin ahiretten nasipleri yoktur.

Üstadımız bu konuda kendisinin birkaç defa manen ameliyat edildiğini, yaratıklara karşı olumsuz manada bir şehvet hissinin kendisinden alındığını belirtirdi. Velayette kendisine “BABA” unvanı verilen zatların, bu şekilde manevi bir ameliyat geçirdiklerini, bu halin, kendi Üstatlarında da vuku bulduğunu söylerdi. Bununla iktidarsızlık manası çıkarılmayacağını, ancak kişiye zarar verecek duygunun alındığını söylerdi. Demek ki, kendilerine uyulan bu zâtlara duyulan güven duygusunun altında yatan hakikat bu imiş… şu halde, kendisine uyulacak kimseye bu durumun sorulması gerekir kanaatindeyiz.

Mürşid-i Kamillerin bir başka özelliği de Kalp mütehassısı olmalarıdır. Üstadımız bu konuda buyurdu ki:

“Mürşid-i Kâmil olan zatların dervişlerinden hal ehli olan olursa, o derviş kalpten anlarsa, dünyanın neresinde olursa olsun dervişi ile kalben konuşur. Kalpten anlamayan olursa, ona da lisanen konuşur. Her ikisinde de konuşma yetkisi vardır. Sükût ettiği halde, basireti olan, hali anlayan, nerede dervişi varsa, maneviyatı varsa, onunla görüşür, sorusuna cevap verir. Anlamıyorsa lisanen söyler bu da kulağa hitap eder.”

Allah-ü Teâlâ‘nın bu zatlara ihsan ettiği sayısız nimetlerden biri de budur. Abdülaziz Debbağ Hazretleri, Ahmed b. Mübarek Hazretlerine: “Seni günde beş yüz defa gönlümde hatırlamazsam, Allah katında dereceden düşerim” der. Ahmed b. Mübarek de: “Üstadımız bize öyle yakın olurdu ki, bazı zaman O‘nun mübarek nefesini yanımda hissederdim” demektedir. Demek ki Velilerde bu haller vardır. Bundan sonra buyurdu ki:

“Mürşid-i Kamil olan bir zatın dervişleri ayrı ayrı ülkelerde, şehirlerde, köylerde, kasabalarda olursa olsun, eğer sıkıntıya düşseler veya sekerat halinde olsalar dahi, Allah‘ın izni ile o dervişlerinin hepsine aynı anda yetişebilecek maneviyatı vardır.” Mürşid-i Kâmil zatların mühim özelliklerinden biri de Allah’ın izni ile Allah’ın kullarına manen yardımcı olmalarıdır. Esasen onların şahsında zuhur eden bu hadisenin yaratıcısı Allah’tır. Ancak Rabbimiz onları bu konuda vasıta kılmış olmaktadır. Burada asıl olan, Allah’ın merhametidir. Allah-ü Teâlâ kullarına merhameti ile muamele etmek ister. Bunun için de salih kullarının muhabbet ettiklerine, Allah (cc) da muhabbet eder.