MÜRŞİD-İ KAMİL ve ÖZELLİKLERİ

Âlimlerin örfüne göre, bütün ilim sahipleri kendi meslek alanlarında derecelere tabi tutulmuşlardır. Her biri Allah ‘a davet makamı sayılan bu ulvi meslek gerek ayet ve gerekse hadislerde övülmüş bir meslek olup, Peygamberliğin şubesi niteliğinde ele alınmıştır. Bundan maksat, Peygamberlerle Âlimlerin mesleklerinin aynı olduğudur. Ancak aralarında tek fark, derece ve rütbe farkıdır. Bunu böylece ortaya koyduktan sonra, Tasavvuf mesleğinde Âlimler, Serzakir, Halife, Şeyh, Üstat, Mürşid, Mürşid-i Kâmil, Pir gibi kavramlarla tarif edilirler. Bu tarifler de seviyeye göre yapılan bir derecelendirme tasnifidir. Bu fasılda, “Mürşid-i Kâmil” olan zâtın durumunu ele alıp, Üstadımız, Efendimizin anlatımı ile Kâmil bir Mürşidin özelliklerine temas edeceğiz. Yeri geldikçe, diğer kavramlara da değineceğiz. Üstadımız Efendimiz buyurdu ki:

Mürşid-i Kamil zât o kimsedir ki, İlme‘l-Yakin‘den, Ayne‘l-Yakine, Ayne‘l-Yakin‘den Hakka‘l-Yakine vasıl olan, Cenab-ı Zül celal Hazretlerinin zâtında değil, sıfatlarında Fani olan, Rasulullah (sav) Efendimiz tarafından da kendisine hil‘at giydirilen, başına taç konulan, insanlığı irşat etmek için manen görev verilen kimsedir. Kâmil bir Mürşid, Velayet yahut Veraset nuruyla nurlanmıştır. Bu sebepten ötürü “Varis-i Nebi” Makamı ile şereflendikleri için, şekline, suretine şeytanın giremediği seçilmiş zatlardır.

Mürşidi Kâmil, insanları Allah-ü Teâlâ ‘ya vuslat etmek vazifesi olan ve Rasulullah Efendimize hakiki varis kılınmış kişidir. Böyle bir Mürşid-i Kâmil, yine üstadı olan başka bir Mürşidi kâmil tarafından yetiştirilir ve bu üstatlar silsilesi ta Rasulullah (sav) Efendimize kadar uzanır.

Her Mürşidi Kâmil manevi olarak icazet alır. Mana âleminde Rasulullah (sav) tarafından vazife ve icazet verildikten sonra, Rabbimiz ilmi ledünden onun kalbine akıtır. Böylece Mürşidi Kâmil, peygamber varisi olarak insanların nefis terbiyesine ve Allah ‘a vuslat bulmalarına vesile olur.

Mürşidi Kâmil olan zâtlar Hem zahir hem de batın olarak Rasulullah (sav) Efendimizin tamamen varisidirler. Mana âleminde icazetlerini Rasulullah (sav) mühürlediğinden bu zâtlar, mahfuzdurlar, yani hıfz olunurlar.

Rasulullah (sav) Efendimizin:

“Âlimler peygamberlerin varisleridir”

“Benim ümmetimin âlimleri İsrail oğullarının peygamberleri gibidir. (Aclûnî, Keşfü‘l-Hafâ) buyurduğu zümre Mürşidi Kamillerdir.

Hz. Aişe (ra) validemiz şöyle buyurmuştur;

“Ashap içerisinde Abdullah Bin Ömer (ra) kadar Rasulullah‟a benzeyen görmedim” (KitabüzzühdH:1078) bu sözün onun Hz. Peygamberin varisi olduğuna delalet için söylenmiştir.

Asım el Ehval bazı kimselerin kendisine Abdullah bin Ömer (ra) hakkında; “İnsan onu gördüğü zaman, her bakımdan Rasulullah ‘a tabi olduğu için onda farklı bir şey görürdü” dediklerini nakletmiştir. (Kitabüzzühd H:1056)

Bu iki hadisi zikrettik ki mürşidi Kâmil olan bir zâtın, Rasulullah’a nasıl varis olduğu iyice anlaşılsın.

Mürşidi Kâmil; Akıl ve nefis bakımından külli ve cüz ‘i bütün mertebeleri aşan ilahi isim ve sıfatları kendisinde toplayan ve bu isim ve sıfatların tecellilerine mazhar olan kimsedir. Gerekli olan bütün makam ve derecelere ulaştıktan sonra insanları terbiye ve irşat etmek için yüce Allah ‘ın yeryüzünde halife olarak görevlendirdiği kimsedir. Peygamber Efendimiz,

“Peygamber ümmeti içerisinde nasılsa, şeyh de kavmi içinde öyledir.” (İbni Hübban) buyurmaktadır.

Mürşidi Kâmil, olgun, yetkin ve erdemli olan kimsedir. Bütün insanlığın sıfatlarını özünde toplayan ve yüce Allah ‘ın rahmet, hayat, kudret gibi isimlerine mazhar olan kimsedir. Akıl, levhi mahfuz, Kitabı Mübin, kalp ve ruh sırrına mazhar olan kimsedir.

Üstadımız, sultanımız, asrımızın mana güneşi Abdullah Baba (ks) Aziz Hz. leri Kâmil bir zâtın mühim özelliklerinden bahsederken yine şöyle buyurdular;

Mürşidi Kâmil olan zâtlar kabirde çürümezler, Mürşidi Kâmil olan zatlardan bazıları, Allah-ü Teâlâ Hz. lerinin Cemal sıfatına mazhar olurlar bazıları da Celal sıfatına mazhar olurlar. Öyle ki Celal sıfatına mazhar olan evliyanın kabirlerinin yerini dahi değiştiremezler. Mürşidi Kâmil zât kendisine müntesip olan kişinin son nefeste kelimeyi şahadet söylemesine, imanlı gitmesine vesile olur, Rabbimiz bana vesile ile gelin buyuruyor. Allah(cc) ve Peygamberler(as) arasında Cebrail (as) vesile oldu

Peygamber (as) de Allah (cc) ile insanlar arasında vesile oldu, Efendimiz (sav) Hadisi Şeriflerinde;

Muhammed‟in nefsini elinde bulunduran Allah‟a yemin olsun ki, hiç Şüphesiz, Allah’u Zülcelal’in en sevgili kulları; Allah’ı kullarına, kulları da Allah’a sevdiren, yeryüzünde hayır ve nasihat için dolaşanlardır” (Beyhaki) buyurmuştur.

Mürşidi Kâmil olan bir zât Allah ‘ın izni ile ve indi ilahiye deki değeri hürmetine dervişlerine Ahirette üç türlü yardımı olur.

1. Sırat köprüsünde

2. Mahşer yerinde

3. Peygamberimizin Livaül Hamd sancağına götürmek için vesile olur.

Efendimiz (sav) Hz. leri;

Benim ümmetimden çok büyük bir topluluğa şefaat eden olacaktır. Yine benim ümmetimden bir kabileye şefaat eden olacaktır. Yine benim ümmetimden birkaç kişiye Şefaat eden olacaktır. Taki(hepsi)cennete gireceklerdir”.(Tâc) buyurmuştur.

Üstadımız Abdullah Baba Hz. leri devamında şöyle buyurdular;

Rasulullah Efendimiz (sav)bir Mürşidi Kamile görev verirken üç şeyi de yanında verir. Bir kamçı, bir kitap veya bir ayna verir, dervişlerini gösterir, bir çanta içinde ameliyat aleti verir, eğer sana tâbi olanlardan göz zinası varsa gözünü ameliyat et, Şehveti varsa şehvani arzusunu al buyurur ama o kişinin talip olması lazım, verilen reçeteleri yerine getirmesi lazımdır.

Hatırlatma; Üstadımızın burada bahsettiği malzemeler dünya aletlerine benzemez insanlar tarafından anlaşılsın diye bu ifadeler kullanılmıştır, keyfiyeti ehline malumdur

Evet. Üstadımız Abdullah Baba (ks) Aziz Hz. leri burada bir Kâmil Mürşidin mana ikliminde nasıl bir liyakat elde ettiğini kendi tecrübesi ile ortaya koymuş bulunuyorlar. Mürşid; kendisi ilim ve amel bütünlüğü içerisinde şahsi olgunluğa eriştiği gibi, halkı da bu minval üzere eğitip yetiştiren kimse demektir. Mürşitlik makamı, hakikatte Allah ‘a davet makamıdır. Mürşid; Allah ‘a davet hususunda Peygamberlerin varisi durumundadır. Mürşitler, Peygamberlerin sunduğu bu İlahi mesajları şer ‘i ölçülere göre yorumlayan kimselerdir. Bunu daha önce de belirtmiştik. Nitekim böylesi zatların. Sürekli var olacağı, Kur ‘an ‘da şu ayetle belirtilir:

“Bizim yarattıklarımızdan öyle bir Ümmet vardır ki, bunlar, daima Hakk’a ileten ve Adaleti Hak ile yerine getiren kimsedirler.” (A‘raf /181)

Müslümanlar asırlardır yol gösterici Mürşitlerin rehberliği ile dinlerini yaşama ve yaşatmaya gayret etmişlerdir. Zira geçmiş ümmetler bu esasa riayet edemedikleri için dinlerini tahrif edenlere mâni olamamışlardır. Ama bu Ümmet, Din büyüklerine duydukları güven sayesinde, her şeye rağmen dinlerini ayakta tutabilmektedirler.

Üstadımız Abdullah Baba Hz. leri Kuddusi Baba namıyla Anadolu ‘da meşhur, Kadiri Tarikatı şeyhlerinden, “Kuddusiyye” kolu almış Osmanlı döneminin son Meşayihlerinden olan, mübarek bir zâtın oldukça tesirli bir halini anlatmak üzere şöyle buyurdular:

Kuddusi Baba (ks) Hazretleri, yaşadığı dönemde Mürşidi Kâmil bir zât ve zamanının Kutbu idi. Bu mübarek zât vefat edeceğinde dervişlerine şöyle söyler:

“Ben ölünce Sala vermeyin. Sabah namaza gelen cemaat kaç kişiyse, onlarla cenaze işlemlerimi yapın”

Kuddusi Baba vefat eder. Caminin müezzini de dervişidir ama üstadı haber etmeyin dediği için, Sabah namazına gelen sekiz on, kişi ile birlikte defnetmek için kabristana doğru giderler. Bu arada saban demiri kırılmış ve onu kaynatmak için demirciye giden köylü bir adam bakar ki bir cenaze gidiyor.

─ Bu Cenaze Kimindir? diye sorar.

Onlar da:

─ Bu cenaze büyük Allah Dostu Kuddusi Babanın cenazesidir, derler. Adam elindeki kırık demir parçasıyla birlikte, Cenazenin salından tutar ve kabristana giderler. O mübareği defnedip herkes ayrılır. Bu adam saban demirini kaynattırmak için demirciye gider.

Selam verir ve:

─ Usta, benim sabanın demiri kırıldı, bunu kaça kaynatırsın? der. Demirci Ustası:

─ Bu demiri kaynatmak için iki teneke kömür harcarım, dört akçe de paranı alırım. Yalnız öğleden sonra gel al, der.

Adam:

─ Peki, der, anlaşırlar ve gider. Saban demirini almak için adam öğleden sonra tekrar demircinin yanına gelir.

─ Hazır mı Usta? deyince!

Usta öfkeli bir vaziyette:

─ Sen benimle dalga mı geçiyorsun be adam! Bu getirdiğin demiri değil kaynatmak Ģöyle dursun, ısıtamadım bile. Hem ayrıca iki değil dört teneke kömür harcadım. Bana dört akçe daha borçlusun, der.

Adam şaşkın bir halde demirciye bakarak:

─ Usta hem demiri kaynatmıyorsun hem de benden fazla para istiyorsun. Senin bu yaptığın hak değil. Ben bu parayı sana ödemem. Yürü Kadı ‘ya gidelim, kim haklı ise o karar versin, der. Doğruca Demirci ve Köylü, Kadı ‘ya giderler. Kadı Efendiye demirci durumu olduğu gibi anlatır. Kadı Efendi demirciyi dinler ve diğer adama dönüp:

─ Sen bugün ne yaptın? diye sorar. Adam da başından geçenleri şöyle anlatır:

─ Kadı Efendi, bu sabah kırılan Saban demirini kaynattırmak için evden çıktım. Baktım ki bir cenaze gidiyor. Sordum: “Bu zât kimdir” diye. Onlar da: “Kuddusi Baba” dediler. Saban demiri ile Cenazenin salına dokunarak mevtayı taşıdım. Gittik cenazeyi defnettik. Başka öyle mühim bir şey yapmadım, der.

Olayı dikkatle dinleyen Kadı Efendi bu defa hüngür hüngür ağlamaya başlar. Demirciye kendi cebinden on akçe çıkarıp verir. Diğer adama da:

─ O demir parçasını bana satar mısın? Kaç paraysa vereyim, bende hatıra olarak kalsın, der.

Köylü de Kadı ‘nın maksadını anlamadan:

Şu kadar” der ve Kadı Efendi dediği miktarı köylüye öder ve sonra:

─ Allah ‘ım! O mübarek zâtın salına dokunan demir parçası yanmazsa, acep ola ona sağlığında iken intisap edenler ne güzel haldedir. Aman Ya Rabbi! Sen bilirsin, deyip yakarmaya başlar.

İşte Mürşidi Kâmil olan zâtlar Allah ‘ın izin ile hayatlarında da mematlarında da İnsanlara fayda sağlayan onları irşat eden Allah ‘ın has kullarıdır. Onlar, Allah ‘a taat ve ibadetle yaklaşınca, Allah Teâlâ da onlara böyle kerametler ihsan ederek yaklaşır. Allah ‘ın kendisine yaklaştığı kimselere, böyle lütuflarda bulunması gayet normaldir. O dilerse, O ‘nun dilediğini geri çevirecek yoktur.

Yine Tabiin döneminin ilk zahidleri arasında yerini alan, haliyle çevresindekilere örnek teşkil eden, Allah sevgisi ile dolup bütünleşen, asırlardan beri söylediği sözler birer inci danesi gibi dillerde ezberlenip, gönüllerde yer eden, daha pek çok faziletin timsali, mübarek bir kadın, Bu ümmetin kadınlarının iftiharı diyebileceğimiz, Hz. Rabia el-Adeviyye, Sufiyye hazaratının büyüklerindendir. O sade bir hayat sürmesiyle, Allah ‘a son derece bağlılığı ile temayüz etmiş büyük bir velidir. Üstadımız, bu mübarek kadından çoğu kez bahsederek, O ‘nun kemal vasıflarından bizleri faydalandırırdı.

Bu fasılda Üstadımız, Mürşid-i Kâmil olmanın kendisine uyanlara ne gibi bir Şahsiyet kazandıracağı hakkında, Rabia (ks) ile Hasan Basri (ks) arasında geçen bir hadiseyi anlatarak, Kâmil Mürşidin Hak Teâlâ katında ulaştığı mertebelerin ehemmiyetine işaret etmektedir. Buyuruyor ki:

Yine Mürşid-i Kamilin Allah (cc) katındaki kıymet ve değeri ile ilgili bir başka hadiseyi daha anlatalım inşallah:

Bir sohbetlerinde Hasan-ı Basri (ks) “Nasıl ki erkeklerin aslanları varsa, dişi aslanlar da vardır” dedi. “Kimdir bu dişi aslan?” diye sorulunca, o da dişi aslanın Rabiatül Adeviyye olduğunu söyledi. Bunun üzerine, zamanın Şeyhleri ve müritleri Rabiatül Adeviyye’nin evine ziyarete geldiler. Rabiatül Adeviyye’nin evi o kadar mütevazı idi ki, dünyalık birkaç parça eşyadan başka hiçbir şey yoktu. Evinde ışık dahi bulunmamakta, karanlık bir yerdi. Gelen ziyaretçiler, Rabia anamızı tebrik edip, bu makama nasıl geldiğini soracaklardı. Hasan-ı Basri o karanlıkta: “Sen sağa, sen sola, sen de buraya otur” diyerek, herkesi yarım ay şeklinde topladı.

Bundan sonra:

“Mallarınız, çocuklarınız sizin için birer fitnedir.” (Teğabün /15)

“Sakın ola ki, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ın (cc) zikrinden alıkoymasın” (Münafıkun /9)

Ayetlerini okuyarak sohbete başladı. Çeşitli ayet ve hadislerle Allah ‘ı (cc) sevmenin yollarını anlattı. Daha sonra sözü Rabia anamıza bıraktı. O mübarek kadın da:

“Herkes sevdiğinden bahseder. Ben Allah-ü Teâlâ Hazretlerini öyle seviyorum ki Muhammed‘il Mustafa‘ya dahi kalbimde yer kalmadı” deyince, orada bulunanların hepsi “Allah, Allah” diye hayıflanıp ağlamaya başladılar.

Rabiatül Adeviyye (ra) ‘ın sözlerinden anladığımız O ‘nun hem Rasulullah‘ta hem de Allah-ü Teâlâ da fani olduğudur.

Hasan-ı Basri, kadınları irşad edecek, onlara Allah ve Resulü‘nü sevdirecek bir insanla hayatına devam etmek istiyordu. Bu sebeple Rabiatül Adeviyye ile evlenmek istedi. Onunla görüşmeleri için aracılar yolladı. Rabiatül Adeviyye bu teklifi duyunca:

“Ben dokuz nefsime sahip oldum da O bir nefisine sahip olamadı mı? Hayır, istemiyorum” deyip aracıları geri yolladı.

Cevabı duyan Hasan-ı Basri Hazretleri:

─ Eyvah! Teklifimi nefsanî zannetmiş, yanlış anlaşılmışım, deyip, bizzat kendisi yanına gitti. Ona:

─ Ya Rabia! Biz seni burada mahcup gördük. Seni Allah için nikâhlayıp, haneme götürmek istedim. Tüm mü‘minlerin senden ve senin ilminden istifade etmesini arzuladım, deyince.

Rabiatül Adeviyye:

─ Eğer benim son nefesimde imanla gideceğime, kabrimde suallere cevap verebileceğime, sırat köprüsünden geçebileceğime dair bir ruhsat, bir imza verebilirsen, hemen kıyalım nikâhımızı, dedi. Bunun üzerine Hasan-ı Basri Hazretleri: ─ Katiyen böyle bir şey yapamam deyip ağlayarak evine gitti.

Bu olaydan kısa bir süre sonra Rabiatül Adeviyye vefat etti. O ‘nun tabiri ile: “Âşık, maşukuna kavuştu” O sıralarda Selman-ı Farisi (ra) Hazretleri 129 yaşında olduğu halde, Kufe şehrine Hasan-ı Basri Hazretleri ile görüşmeye geldi. Ona Allah-ü Teâlâ ‘da fani olmanın formüllerini gösterdi. Böylece Hasan-ı Basri Hazretleri, Seyr-i Sülûk‘unu tamamladı. Kemale erip, Efendimizin varisi yani Varis-i Nebi oldu. Bir gün Rabiatül Adeviyye’nin (ra) kabrinin başına gelerek:

“Ah Rabia ah! Öyle ruhsatlar varmış ki; eğer şimdi benden o ruhsatları isteseydin; İman ile gitmene, Kabir suallerine yardımcı olacağıma, Sırat köprüsünden geçeceğine, Amel defterinin sağdan verileceğine, Livaü‘l-Hamd sancağına gideceğine dair, değil imza, mühür basarım mühür”der.

Ehlullahın haber verdiği bu kıssadan anlaşılacağı üzere, Allah ‘ın kendilerine izin ve ruhsat verdiği nice zâtlar, Allah katında şefaatçi olacaklardır. Allah katında şefaat etmeye izin verilenler, öncelikle bu Ümmete haliyle, yaşantısıyla örnek olmuş, Işık olmuş Önderler olması icap eder. Zira onlar, Allah-ü Teâlâ‘yı kullara sevdiren ve kulları da Allah‘a sevdiren önderlerdir.

Nuri Köroğlu