Nuri Köroğlu Kur'an, Sünnet ve Tasavvuf Işığında ŞEFAAT

Kur’an, Sünnet ve Tasavvuf Işığında ŞEFAAT

Şefaat kelime manası olarak, birisinin işi için aracı olmak, hatır ve yetkisini kullanarak darda kalan kimseyi sıkıntıdan kurtarmaktır. Dinimizde şefaatin varlığı net bir şekilde Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamber (sav) Efendimizin hadis-i şeriflerinde beyan edilmiştir. Allah-ü Teâlâ Hz. lerinin izni ve müsaadesi ile Rasulullah‘ın (sav), evliya, âlim, şehit ve kısacası hayırlı kimseleri iman ehli olanlara azaptan kurtulmaları için vesile olup Allah-ü Teâlâ‘ya onun af olunması için dua edecek Allah-ü Teâlâ‘da dilediğini bağışlayacaktır.

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bizlere şefaatin mümin kullar için hak olduğunu şöyle beyan etmektedir:

“Muttakileri o çok esirgeyici (Allah’ın) huzuruna süvari elçiler gibi toplayacağımız günahkârları ise susuz olarak cehenneme süreceğimiz gün, çok esirgeyici (Allah’ın) nezdinde ahit edilmiş olanlardan başkaları şefaat hakkına malik olmayacaklardır” (Meryem / 85.86.87)

Yine bir başka ayeti kerimede Yüce Allah(cc);

“O gün (kıyamet) çok esirgeyici (Allah’ın) kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Ta-ha/ 109)

“Allah’ı bırakıp da taptığı putlar şefaat edemez. Ancak hak dine inanıp ona şahitlik eden kimseler şefaat eder.” (Zuhruf /86)

“Onlar, Onun (Allah’ın) rızasına kavuşmuş olandan başkasına şefaat etmezler.” (Enbiya/ 28)

“Sadece Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat etmesi için izin verilen, göklerde nice melekler vardır.” (Necm / 26)

Ayet-i kerimelerde görüldüğü gibi, şefaat yetkisine sahip olanlar, (Peygamberler, âlimler, şehitler gibi) ancak Allah-ü Teâlâ’nın izni ile şefaat edeceklerdir. Allah’ın izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceği, açıkça bildirilmektedir. Ancak Allah’ın izin verdiklerinin bundan müstesna oldukları da bildirilmiştir.

Peygamber(sav)Efendimize de “Şefiâl Müznibin” denmiştir.

Şefiâl Müznibin

Günahkârların şefaatçisi anlamına gelen Hz. Peygambere atfedilen bir özelliktir. Peygamberimizin (sav) şefaati “kıyamet günü ümmetinin günahkârlarına olacaktır” buyurmaktadır. Bu sözüne isnat edilerek Peygamberimiz için böyle bir söz söylenmektedir. Esasen bu durum Kur’an’da ki:

“Ey Habibim biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya/ 107) ayeti kerimesinin bir işaretidir.

Buda;

“Ey Habibim sen olmasaydın bu alemleri yaratmazdım” (Acluni) hadis-i kutsisine dayanır.

Alemlerde yaratılmış, bu alemlerde yaşayan insan ve cinler nefislerine uyup bir günah işlediklerinde onların affına sebep lazımdır. Buda ancak alemlerin nuru Muhammed (as)dır.

Şefaat ile ilgili Peygamberimiz (sav) hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurdular;

“Kıyamet gününde üç kimse şefaat eder. Nebiler, âlimler ve şehitler.” (Câmiussagir) buyurmuştur.

“Benim şefâatim (bütün ümmete) mubahtır. Ancak ashabıma söven kimseler müstesnadır.” (Feyz-ül Kadir)

“Şefâatim kıyamet gününde haktır. Kim ki ona iman etmez ise şefaat ehlinden olmaz.” (Feyz-ül Kadir)

“Kıyamet günü en önce ben şefaat edeceğim.” (Müslim)

Yine Efendimiz (as) Hz. leri bir başka hadis-i şeriflerinde;

“Benim ümmetimden çok büyük bir topluluğa şefaat eden olacaktır. Yine benim ümmetimden bir kabileye Şefaat eden olacaktır. Yine benim ümmetimden birkaç kişiye Şefaat eden bulunacaktır. Aynı şekilde ümmetimden bir kişiye şefaat eden olacaktır. Ta ki hepsi cennete gireceklerdir.” (Tac)

Hasan Basri (ra) demiştir ki; Rasulullah (sav) şöyle buyurdu;

Osman bin Affan kıyamet gününde Rebia ve Mudar kabileleri adedince insana şefaat eder.” (Tirmizi)

Abdurrahman bin Ebi Akil şöyle anlatıyor;

Sakif (adlı kabilenin) Hz. Peygamber (sav) gönderdiği heyet arasında bulunuyordum. Mescidin kapısına geldiğimizde, develerimizi oraya bağladık. Yanına, kendisinden daha çok buğz ettiğim kimse olmadığı halde girdiğim Hz. Peygamberin (sav) huzurundan, O’ndan daha fazla sevdiğim bir kimse olmadığı halde, çıktım. İçimizden birisi:

“Ey Allah’ın Resulü niçin Allah-ü Teâlâ’dan sana Hz. Süleyman’ın (as) mülkü gibi bir mülk vermesini istemediniz?” diye sordu.

Hz. Peygamber (sav)gülerek şöyle buyurdular:

“Umulur ki arkadaşınız (yani kendisi) için Allah katında Süleyman’ın mülkünden daha üstün bir şey vardır. Allah-ü Teâlâ gönderdiği her peygambere bir dilekte bulunmasını söylemiştir. Onlardan bazıları bu haklarını dünya için kullanmışlar, Allah’ta (cc) onlara Dünya’yı vermiştir. Bazıları ise bu dileklerini bir kavim aleyhinde kullanmışlar, Allah’ta (cc) o kavmi helak etmiştir. Aynı şekilde Allah-ü Teâlâ bana da bir dilekte bulunma hakkı bahsetmiştir. Ben hakkımı kıyamet gününe sakladım ki, bu (dileğim) ümmetime olan şefaatimdir.” (Hayatüssahebe)

Mahşerde bütün insanlık sıkıntı içinde kıvranırken dertlerini ilahi huzurda dile getirecek, kendileri için Allah’ın rahmetini isteyecek bir kimse ararlar. Önce, bütün insanlığın babası Hz. Âdem Efendimize giderler. O bu büyük işi üstlenmez, başka bir peygambere gönderir. Hiçbir peygamber, insanların adına söz söylemeye kendilerini layık görmez, sonunda halkı Allah’ın Habibi, yaratılmışların en faziletlisi Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimize gönderirler. Halk gelir, kendisinden rica ederler, ağlayıp dertlerini dile getirirler ve:

“Şu sıkıntıdan bizi kurtarması için Yüce Allah’a sen yalvar!” derler. O zaman Allah’ın Habibi (sav) Efendimiz âlemlerin Rabbinin huzuruna çıkıp secdeye kapanır. Sonsuz azamet ve rahmet sahibi Yüce Mevla’mız kendisine:

“Ey Muhammed! Kaldır başını; ne diyorsan söyle, sözün dinlenecek; Şefaat et, Şefaatin kabul edilecek; iste istediğin verilecek” diye hitap buyurur. (Buhari, Müslim)

Efendimiz (sav) diğer peygamberlere verilmeyen beş şeyden birisinin de kendisine verilen umumi şefaat yetkisi olduğunu beyan etmiştir. (Buhari, Müslim)

Kabirden, önce Rasulullah, üzerinde Cennet elbisesi ile kalkacak. Burak üzerinde, elinde Liva-ül-hamd isimli bayrakla mahşer yerine gidecek, peygamberler ve bütün insanlar bu bayrağın altında duracak, hepsi, beklemekten çok sıkılacak. Önce peygamberlerden Hz. Âdem, sonra Hz. Nuh, sonra Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa’ya gidip, hesaba başlanması için şefaat etmelerini dileyeceklerdir. Her biri, birer özür bildirerek, Allah-ü Teâlâ’dan utandıklarını söyleyecekler, şefaat edemeyecekler, sonra Rasulullah’a gelip yalvaracaklardır.

Önce, O’nun ümmeti, Sırattan geçip Cennete girecektir. Sonra bütün peygamberler şefaat edecektir.” (Buhari)

İmam-ı Rabbani Hazretleri de buyurdu ki:

“Peygamberlerin sonuncusu gibi, bir şefaatçi olmasaydı, bu ümmetin günahları kendilerini helak ederdi. Bu ümmetin günahları çok ise de Allah-ü Teâlâ’nın af ve mağfireti de sonsuzdur. Allah-ü Teâlâ, bu ümmete af ve mağfiretini o kadar saçacak ki, geçmiş ümmetlere böyle merhamet ettiği bilinmiyor. Doksan dokuz rahmetini, sanki bu günahkâr ümmet için ayırmıştır.

Allah-ü Teâlâ, af ve mağfiret etmeyi sever. Günahı çok olan bu ümmet kadar af ve mağfirete uğrayacak hiçbir şey yoktur. Bunun için, bu ümmet, ümmetlerin en hayırlısı oldu. Bunların şefaatçileri olan Peygamberleri, peygamberlerin en üstünü oldu.”

Bütün müfessirler, muhaddisler ve fakihler gibi, dört mezhep imamı da şefaatin hak olduğunu bildirmişlerdir. Bütün âlimlerin en büyüğü olan İmam-ı A’zam Hazretleri;

“Peygamberler, âlimler ve salihler, günahkârlara şefâat edecektir” buyurdu. (Fıkh-ı ekber)

Buraya kadar, şefaatin hak olduğunu bildiren ayet-i kerime ve hadis-i Şerifler ile Ehl-i sünnet âlimlerinin görüşlerini bildirdik. Şefaat, azabın def’i ve derecelerin yükselmesi içindir. Hayırlılar, ulema ve salihler şefâat edeceklerdir. Ehl-i sünnetin icmaı böyledir.

Günümüzde bu sapık fırkaların ısrarla şefaati inkâr ettiklerini görüyoruz. Bunlar diyorlar ki, Cenabı Hak “Ve öyle bir günden korkun ki (o günde) hiçbir kimse başkası namına bir şey ödeyemez. Ondan herhangi bir şefâat kabul olunmaz ondan bir fidye (bedel) alınmaz, onlara (Allah’ın azabından kurtulma hususunda) yardımda edilmez.” (Bakara /48)

Orada putlarıyla çekişerek derler ki;

“Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ’ne eşit tutmuştuk. Bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak.” (Şuara / 96,102)

(Allah’a koştukları) Ortaklarından kendilerine hiçbir Şefaatçi çıkmayacaktır. Zaten onlar, ortaklarını da inkâr edeceklerdir.” (Rum /13)

“Ondan başka ilahlar mı edineyim? O Rahman olan Allah, eğer bana bir zarar dilerse putların şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramaz.” (Yasin /23)

Yukarıdaki ayetler, kâfirler hakkındadır. Muhakkak ki kâfirlere şefâat olunmayacak, onlar kendilerine bir yardımcıda bulamayacaklardır. Bu ayetleri ileri sürerek; “Müslümanlara peygamberler, melekler, âlimler, evliya, şehitler, Kur’an-ı kerim şefâat edemez” diyerek cahilce iftira ediyorlar.

Şefâati inkâr edenlerin, dünyada da ukbada da kazanacakları hiçbir şey yoktur. Çünkü Allah (cc) orada kullarına, kulları O’nu nasıl bilip tanımışlarsa, öyle muamele edecektir…

Allah (cc) ayet-i kerimede “Ben Kulumun zannı üzereyim” buyurmaktadır.

Hüküm ve karar sahibi O’dur. Cennet ve Cehennem O’nun emrindedir. Ancak O (cc) bazı kullarının şeref, itibar ve derecesini artırmak, katındaki yakınlık ve dostluğunu göstermek için kendilerine bazı yetkiler verir; görevler yükler, şeref bahşeder, işte şefâat da böyledir.

Şefâat Allah-u Teâlâ’nın işine karışmak değildir. Şefâat izni ve yetkisi verilen bir kimseden şefâat istemek Allah’a şirk koşmak değildir. Şefâat, Allah-u Teâlâ’nın sevdiklerine bahşettiği bir şeref ve yetkidir. Şefâat, sevenlerin sevdikleri için aracı olup, naz makamında niyaz etmeleri, dostları adına gözyaşı dökmeleridir. Şefâat sevginin meyvesi, rahmetin esintisidir. Şefâat, Allah-u Teâlâ’nın kullarına bir hediyesidir.

Allah-ü Teâlâ Hz. leri Ayet-i Kerime’lerinde Rasulullah (sav) Efendimiz de hadisi şeriflerinde beyan eylediği üzere, ebedi âlemde O’nun müsaade ettiği, seçilmiş kulları şefâat edeceklerdir. Şefâat etmeleri yine Allah-ü Teâlâ Hz. lerinin müsaadesiyle olacaktır.

Şimdi sizlere, bu hakikatin nasıl tecelli ettiğine örnek olması açısından, Abdullah Baba Hz. lerinin Hakk katında ki değerinin hürmetine, bazı insanların öldükten sonra manen nasıl felaha çıktıklarını ve bizzat yakınlarının onların bu durumlarını gördükleri rüyalarından birkaç tanesini aktaracağız;

Abdullah Baba Hz. lerinin dervişlerinden bir kardeşimizin abisi kanser hastalığına yakalanır. Rahatsızlığı ileri safhalara ulaşmıştır. Bu nedenle sürekli evde yatmaktadır. Bu arada abisinin Abdullah Baba ‘ya bağlanmadan vefat etmesini istemeyen ve bunun için üzülen kardeşimiz, Abdullah Baba Hz. lerinin yanına sohbetini dinlemeye gittiği bir gün müsait bir ortam oluştuğunda:

– Efendim ağabeyim kanser hastası bir dua buyursanız da inşallah ölmeden önce size intisap etse diye, arzusunu söyleyince.

Abdullah Baba Hz. leri buna karşılık:

– İnşallah olur evladım diye cevap verir.

Efendi Hz. lerinin yanından müsaade alır eve gelir ve ağabeyine sorar:

– Ağabey, sen Abdullah Baba Hz. lerini manevi baban olarak kabul eder misin? Bak bizler ona bağlıyız sende bağlanır mısın?

Ağabeyi, hasta yatağında şöyle cevap verir.

– Abdullah Efendi Hz. lerini severim O’ bağlanmayı da isterim, fakat nasıl olacak?

Derviş kardeşimiz çok memnun olur ve hemen durumu abisine anlatır. Nihayetinde abisi Abdullah Baba Hz. lerine bağlanır. Aradan birkaç gün geçer. Abdullah Baba Hz. leri bir gün hasta olan kardeşimizin babasına:

– Oğlunuz misafir, yarın emaneti teslim etse gerek. Siz defin işleri için hazırlık yapın, deyince.

Babası, Efendi Hz. lerine:

– Efendim nasıl olur biz oğlumuzu çok iyi gördük, sağlıklı bir hali vardı. Önceki günlerine göre çok iyi bir durumda gibi, der.

Ancak ertesi gün sabah Abdullah Baba Hz. lerinin söylemiş olduğu hakikat ortaya çıkar. Saat beş sularında iki dizinin üstüne doğrulup, çok yüksek bir sesle; “SENDEN BAŞKA TAPILACAK ALLAH YOK!” Dedikten sonra Kelime-i Şehadet getirir ve arkadaşım geldi biz gidiyoruz deyip vefat eder. Azrail (as) arkadaşı suretinde ruhunu almaya gelmiştir.

Aradan bir müddet geçtikten sonra bu yaşananları Abdullah Baba Hz. leri Nevşehir’de bir yerde sohbet ederken anlatır, vefat eden şahsı tanıyanlar biraz da itirazcı bir tavırla:

“Aman Efendim bu nasıl olur? O ölen kişi dinine diyanetine bağlı ehl-i takva birisi değildi” derler. Bunun üzerine orada bulunan cemaate Abdullah Baba Hz. leri şöyle bir kıssa anlatır:

Beyazidi Bestami Hz. leri döneminde bir genci işlediği suçtan ötürü idam etmişler o dönem içerisinde de idam edilen bir kişi ibret olsun diye üç gün idam edildiği yerde sallandırılır imiş, Bir gün Beyazidi Bestami Hz. leri o gencin idam edildiği yerden geçerken, gence şöyle bir gözü takılır.

“Ne kadar babayiğit bir delikanlı imiş” diye merhamet nazarı ile bakar. Ertesi gün, o yörede oturan ne kadar insan varsa, gece rüyalarında, o idam edilmiş genci cennette görürler hayret ederler. Gence sorarlar;

“Yahu sen ibadet eden bir insan değildin. Günahkârdın ne oldu da sen Ehl-i Cennet oldun?”

İdam edilen genç onlara şöyle cevap verir; “Dediğiniz doğrudur. Fakat ben idam edildikten sonra, Beyazidi Bestami ismindeki Allah Dostu bir zât gelerek benim o halime merhamet nazarı ile bakmış. Cenabı Zül Celal Hz. leri de “Bizim dostumuzun merhametle baktığına Biz azap etmeyiz” diyerek beni bağışladı affetti”

Abdullah Baba Hz. lerinin anlattığı bu kıssayı dinleyen orada ki cemaat verilen mesajı almış ve sukût etmişlerdir

.

Yine başka bir vilayette dört erkek evladı da Abdullah Baba Hz. lerinden dersli olan fakat kendisi ders almamış bir baba vefat eder. Babaları vefat ettikten sonra çocukları rüyasında babalarını görürler ve sorarlar:

“Babacığım ne oldu?”

Babaları şöyle cevap verir:

“Abdullah Baba Hz. lerinden Allah razı olsun onun hürmetine Mevla bizim kusurlarımızı setreyleydi. O’nun sayesinde kurtulduk” diye cevap verir,

Üstadımız, sultanımız yolumuzun ışığı Abdullah Baba (ks)Aziz Hz. leri bizlere şöyle buyurdular:

“Evladım biz dervişimizin kümesindeki tavuğundan dahi mesulüz.”

Allah ondan razı olsun…

Nuri Köroğlu