Allah’a Dostluk Makamı Olan Velayetteki Mertebeler

Veliler, Suğra, Kübra ve Ulya olmak üzere üç ayrı mertebe de bulunurlar.

Velayet-i Suğra mertebesi Veliliğin en alt mertebesi olup, Veli ‘nin Seyr-u sülûkü esnasında elde ettiği bir kısım bilgi ve marifetin, Allah ‘ın isim ve sıfatlarının gölgelerine ait tecellilerine eriştiği durumdur. Bu, Veliliğe aday konumunda olan kimseye bir başlangıç niteliği arz eden temel eğitim gibi bir şeydir. Veli zât; bu mertebede eşyanın hakikati ile tanışmaya başlar. Âlemde bulunan varlıkların, Allah Teâlâ ‘nın isim, sıfat ve fiillerinin birer aynası hükmünde olduğunu idrak eder. Bu mertebenin sonunda ise, kalp latifelerini aşarak, artık “Kendileri için ne korku ve ne de hüzün bulunmayan kimseler‟ (Yunus-62) ayetindeki seçkin zâtlar arasına dâhil olur. Veli zât, bu mertebelerde bir kısım Peygamberlerin Velayet makamlarına erdirilir ve Veliler arasında o Peygamberin fıtri meşrebi ile temayüz eder. Böylece ta Cenab-ı Hakkın özel alakasına erişinceye kadar bu minval üzere kalır. Bu mertebedeki yolculuktan sonra, Veli zât Velayetin Kübra mertebesine olan seyr-u sefere başlar.

Velayet-i Kübra; Hak Teâlâ ‘nın isim, sıfat ve zatına mahsus bulunan dairedeki seyr ve yolculuktan ibarettir. Bu makamda bulunan kimseye keşfettirilen hakikatler, Suğra mertebesindeki gibi isim ve sıfatların gölgelerinin tecellisi gibi değildir. Zuhur eden hakikatler, renkten, şekilden, harften kısacası beşerî kavramlardan soyutlanmış hakikatler olup, ancak kişinin kabiliyet ve kapasitesi ölçüsünde Hak Teâlâ ile olan beraberlikten ibarettir. “Kulumu seversem, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum” buyurulduğu Kudsi Hadisin zuhuru burada ortaya çıkar. Yani gölgeler aradan kalkarak, tam bir hakikat zuhur ederek, Veli ‘nin o pencereden âlemi seyretmesi gerçekleşir.

Veli zât bu makamda “Şerh-i Sadr” denilen bir kısım manevi ameliyatlara muhatap olur. Kalbinde meydana gelen genişlik sayesinde, artık dünyanın taşıyla altını arasında yanında bir fark kalmaz. Kendi ehlinden başkasına şehevi bir istek ve arzu kalmaz. Allah ‘tan başka hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç hissetmez. Veli zât bu makama kadar hep kendisi mücahede içerisinde olurken, artık bundan sonra Rabbinin inayet ve ihsanları kendisine suyun yukarıdan aşıp geldiği gibi gelmeye başlar. Çünkü o, artık yükseklerin zirvelerine doğru yol alacaktır. Bu zirveye “Velayet-i Ulya”denilir.

Velayet-i Ulya; Melaike-i Kiramdan olan büyük zâtların Hak Teâlâ ile elde ettikleri yakın ilgi ve alakanın, büyük velilerde zuhur ettiği yüksek bir mertebedir. Bu makamın sahibi olan zâtın, gördüğü ve hissettiği hakikatler artık sınırsızdır. Onun için “Bu makamın sırlarını halktan gizlemek vaciptir” denilir. Zira veli‘nin beşerilik vasfından sıyrılıp, nurani bir vasfa erişmesi sureti ile elde ettiği bir kısım hakikatler, bu mertebede olur.

Hulasa sonuç olarak; Veliler, Suğra, Kübra ve Ulya mertebeleri olmak üzere üç ayrı mertebede bulunurlar. Suğra mertebesi genel bir daire olup, veliliğe aday olan kimselerin buralarda verdiği çeşitli imtihanlar sonucu elde ettiği netice sayesinde muamele görür. Kübra mertebesi orta bir daire olup, velilerden suğra mertebesinde ileri giden zâtlardan seçilen kimselerin bulundukları mertebedir. Ulya mertebesi ise özel bir daire olup, Hak Teâlâ ‘nın özel ilgi ve alakasına mazhar olmuş ulu evliya tabakasının bulunduğu mertebedir. Nasıl ki, Peygamberler içerisinde Nebiler, Resuller ve Resuller içerisinde “Ulül Azim” Peygamberler diye üç ayrı yücelikten bahsediliyorsa, velayet makamında bulunan zâtlar için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Yani velilerin de içerisinde “Ulül Azim” rütbesinde olan zâtlar vardır. Fakat onlar Peygamber mertebesinde değildirler.

Nuri Köroğlu