PEYGAMERİMİZİ (SAV) RÜYADA GÖRMEK, RÜYA TABİRİ, RÜYALARA İTİBAR

Rüyalara İtibar

Asrımızın mana sultanı, muhterem Üstadımız Abdullah Baba (ks) Aziz Hz.leri rüya tabirini çok iyi bilir ve rüya sahibine, Kur‘an ve Sünnetten aldığı ilhamla gereken izah ve açıklamaları yapardı. Üstadımız her hususta olduğu gibi rüya konusunda da Kitap ve Sünnette belirtilen açık beyanlara tabi olur ve bulduğu başka beyanları bu iki adil şahide sunmadan kabul etmezdi. Kendileri “ÜMMİ” oldukları halde Yüce Rabbimizin katından bahşettiği “Ledünni ilim” ile olaya çabucak nüfus ederdi.

Öyle ki bir sohbetlerinde;

“Evladım dervişin gördüğü rüya Üstadının kanalından geçer buyurdular.”

Rüyaların Te’vili hakkında çok geniş bir bilgiye sahipti. Rüyanın tutunulacak bir kaynak olmayacağını her fırsatta belirtmekle birlikte, rüyalarda da bazı hikmetlerin bulunduğunu belirtirdi. Bu sebeple de bizlere rüyalarımızı anlatmamızı, bunlara itibar etmeyi ancak amel etmemeyi öğütlerdi.

Her ne zaman kendisine rüya anlatacak olsak: “Rüya ile amel edilmez” buyurur ve sonra da: “Hayrola, hayırdır inşaallah” diyerek rüyamızı dinler ve gereken izah ve ikazı yerinde yapardı. Ne zaman ki rüya Kitap ve Sünnet ölçülerine göre tabir edilirse, işte ondan sonra amel edilebileceğini söylerdi.

Üstadımız, rüyanın pek çok ilmi keşif ve hakikatlere anahtar teşkil eden bir şifre hükmünde olduğunu söylerdi. Bu yönüyle rüyaların itibara layık bir yönü olduğunu belirtir ve buna da Kur’an-ı Kerimde Hz. Yusuf (as)’ın kıssasını anlatarak delil getirirdi. Bu konuda buyurdu ki:

Evladım dervişin gördüğü rüya Üstadının kanalından geçer” buyurdular.

Rabbimiz Kur’an-ı Azimüşşan’da şöyle buyurmuştur;

“Bir vakit Yusuf babasına: “Babacığım, demişti. Gerçekten ben rüyamda on bir yıldızla, güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki onlar bana secde edicilerdir.” (Babası Yakup) dedi ki: “Oğulcağızım rüyanı sakın kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insanın apaçık dumanıdır. Rabb’in seni öylece (Rüyada gördüğün gibi) beğenip seçecek, sana rüya tabiri ilmi öğretecek, sana da Yakup ailesine de nimetlerini daha evvel atalarının İbrahim’e ve İshak’a tamamladığı gibi tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabb’in her şeyi bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Yusuf /4,5)

Ayet-i kerimelerde görüldüğü üzere, Yusuf (as) salih bir rüya görüyor. Bunu babası Yakup (as)’a anlattığında; O da tabir ilmini bildiğinden, gelecekte olacaklardan bir nebze bilgi sahibi oluyor.

Bazıları rüyaya itibar edilmez derler. Bu bir hatadır. Eğer itibar etmek doğru olmasa idi, Allah’ın bir peygamberi olan Yakup (as), oğlu Yusuf (as)‘ın gördüğü rüyaya itibar etmezdi. ‘Rüyadır’ deyip geçerdi. Ancak onda Ledün İlmi bulunması hasebiyle, olacak birtakım hadiseleri daha ilk başlangıçta keşfetmişti. Bunun için de rüyasını kardeşlerine anlatmamasını tembih buyurdu. Zira kardeşleri de bir peygamber çocuğu olması münasebeti ile onlarda da hikmet bilgisi mevcut idi. Onların bu bilgi sayesinde kardeşlerinin durumunu kıskanacaklarını anlamış idi. Nitekim Yusuf (as)’ın rüyasını duyar duymaz, hemen içlerinde bir kıskançlık duygusu beliriverdi. Zira onlar ile Yusuf ‘un anneleri bir değil idi. Yusuf ‘un gördüğü rüyanın hikmetini düşündüler ve anladılar ki, rüyada secde eden yıldızlar kendileri, ay anneleri ve güneşte babalarıdır. Buna istinaden aralarında: Bu, ileride bizim üzerimize hâkim ya da kral olur ve bizi emri altına alır, dediler. Bunun üzerine şeytanın da vesvesesi ile planlarını gerçekleştirdiler. Ancak babalarına her ne kadar kardeşlerini kaybettiklerini belirtip, onun öldüğüne dair yalan haberi getirdikleri zaman Yakup (as) onların bu haberine inanmadı. Çünkü O, Yusuf‘un gördüğü rüyanın tahakkuk edeceğini biliyordu. Onlar her ne kadar böyle söylese de Rab Teâlâ’nın hikmetinin gerçekleşeceğini biliyordu. Bu da O’nun bu rüyaya itibar etmesinden ileri geliyordu. Nitekim daha önceden de İbrahim (as)’ın rüyası hakkında gerçekleşen olay da onun rüyaya ne derece itibar ettiğinin bir delilidir.

Rasulullah (sav) ehli salikin rüyalarının tabirine önem verirdi. Hatta sabah namazından sonra oturur ve

“ Sizden kim rüya gördü?” diye sorardı. Eğer biri çıkarda anlatırsa onu tabir ederdi.

Asr-ı saâdette bu ümmetin mukadderatı ile alâkalı pek çok önemli iş, hep rüyalarda müşahede edilmiştir:

Abdullah b. Zeyd mescide gelerek Peygamber (sav) Efendimize rüyasını anlattı:

“Ey Allah’ın Resulü! Ben sizin üzüntünüzü görüp ayrıldığım vakit rüyamda bir adam gördüm. Üzerinde yeşil renkli iki giysi vardı. Kalkıp mescidin üzerinde ezan okudu. Sonra bir miktar oturdu. Tekrar kalkıp aynı söylediklerini bir kere daha tekrarladı. Ancak bu sefer bir de “kad kâmeti’s-salâh (namaz başlamıştır)” cümlesini ilave etti. Eğer halkın bana yalancı diyeceğinden korkum olmasaydı ben adeta uykuda değildim, uyanıktım diyecektim” dedi.

Bunun üzerine Efendimiz (sav):

“İnşaallah bu hak bir rüyadır. Kalk rüyada öğrenmiş olduğunu Bilâl’e öğret. O bunları söyleyerek ezan okusun. Zira onun sesi seninkinden daha gür!” buyurdu. Ben de Bilâl’le birlikte kalktım. Ona teker teker arz ediyordum. O da bunları yüksek sesle söyleyerek ezan okumaya başladı. Bunu evinde olan Hazreti Ömer (ra) işitmişti. Hemen evden çıkıp ridâsını çekerek geldi ve:

“Ey Allah’ın Resulü! Seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun, onun gördüğünün aynısını ben de gördüm!” Bunu işiten Rasulullah (sav):

Elhamdülillah! şimdi bu daha sağlam oldu!” dedi. (Tirmizi)

Üstadımız bu güzel izahattan sonra buyurdular ki:

İşte salih insanların görmüş olduğu saliha rüyalar vardır. Ve bu rüyalara itibar edilir. Ahir zamanda müminlerin gördükleri rüyalar ayna gibi olur. Akşam gördüğünü gündüz yaşar” Buyurdular.

“Zaman yaklaşınca, mü’minin rüyası, neredeyse yalan söylemeyecek. Esasen mü’minin rüyası, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Peygamberlikten cüz olan şey yalan olamaz.” (Buhari)

Mü’minlerin rüyasının doğru çıkması, doğru sözlü oluşları sebebiyledir. Bu sebeple de görülen rüyalar te‘vil ve yoruma ihtiyaç hissettirmeyecek kadar açık ve net olacaktır. Dolayısıyla Allah‘ın davasını dava edinmiş Allah adına her türlü çileye maruz bırakılmış bir mü’min, Allah‘ın kendisine olan özel yardımına elbette “Sadık Rüya” yoluyla ulaşacaktır. Bu bakımdan, rüyalara şeytanın bir kısım tasarrufu söz konusu olmasına rağmen, takva sahibi mü’minler, ahir zamanda Nübüvvetten bir parça olan Sadık Rüya ile bütün gerçekleri görerek hayatlarına yön vereceklerdir. İşte ahir zamanın fitnelerinden emniyet içerisinde bulunacak olan bahtiyarlar bunlardır.

Peygamber (sav) Efendimizi Rüyada Görmek

Buhari ve Müslim’in ittifakla naklettikleri pek çok sahabeden rivayet edilen şu Hadis-i şerifte “Beni rüyasında gören beni uyanıklıkta da görecektir. Zira benim şeklime şeytan giremez” (Buhari)

Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur.

Beni rüyasında gören hakikaten görmüştür. Benim şeklime şeytan giremez.” (Buhari)

Müminin göreceği sadık rüyaların başında, Rasulullah (sav)‘i rüyasında görmesi gelir. Çünkü onun rüyada görülmesi kesinlikle sadıktır. Rasulullah (sav)‘i rüyada görmek hakkında gelen hadisleri incelediğimiz zaman görürüz ki; görülen bu rüya Hakk bir rüyadır.

İmam Nevevi (ks):

“Rasulullah (sav)‘in görüldüğü rüya nasıl olursa olsun, Hakk bir rüyadır. Şeytan O’nun zahirde cesedine giremediği gibi, rüyada da ruhuna temessül edemez. Buna Allah-Teâlâ asla müsaade etmez.” buyurur

Sahabelerde pek çok kere Hz. Peygamberi(sav) rüyada görmüşler ve farklı hadiseler cereyan etmiştir.

Hz. Ali (ra) bir gün şunları söyledi:

“Dün gece Hz. Peygamber’i (sav) rüyamda gördüm; O‘na kendisinden sonra Irak‘lılardan neler çektiğimi söyledim. Bunun üzerine bana yakın bir zamanda huzur ve rahata kavuşacağımı vaadettiler.” Hz. Ali (ra) Efendimiz bu rüyasından üç gün sonra Ģehid edildi.

Yine Sahabeden İbn-i Abbas (ra) şöyle anlatıyor:

“Bir gün gündüzün ortasında uykuya dalmıştım. Rüyamda Hz. Peygamber (sav)‘i gördüm. Üstü başı toz toprak içerisinde idi ve saçı sakalı birbirine karışmıştı. Elinde de bir kavanoz vardı. Onun ne olduğunu sordum. “Hüseyin ve arkadaşlarının kanıdır.” Onu sabahtan beri durmadan topluyorum buyurdular” gerçekten de sonradan öğrendik ki Hüseyin (ra) benim bu rüyayı gördüğüm gün şehid edilmişti. (Hayatüssahabe)

Üstadımız Abdullah Baba (ks) Aziz Hz.leri;

―Rüyasında Rasulullah’ı (sav) gören kimsenin, uyandığı zaman şükür namazı kılması iyi olur, zira bu tür rüyaların devamına işaret olabilir. Bunun için böyle bir rüya gösterdiğinden ötürü, kişi şükür babında namaz kılmalıdır.” buyurdular.

Abdullah Baba Hz.leri dünya gözü ile Rasulullah (sav)‘i görme nimetine erişemeyen evlatlarını rüya yolu ile bu nimete erişmeye teşvik ederdi. Nitekim O‘nun bu teşvik ve telkinleri sayesinde, ahir zamanın fitneleri ile kararan dünyamız, zaman zaman âlemlerin Efendisinin mübarek cemalinin nuru ile aydınlanırdı. Pek çok kardeşimiz bu devlete ermişlerdir.

Bir gün Abdullah Baba Hz.lerini Avrupa seyahatinde iken davet edildiği yerde bir kardeşimiz akşam yemeği esnasında, Rasulullah (sav)‘i rüyada görmenin keyfiyeti ile ilgili soru yöneltilir. Bu soruya bir müddet sükût ettikten sonra mübarek ağızlarından şu kelimeler dökülür.

Bu öyle bir haldir ki, bir kimsenin O‘nun şeklini tam olarak görüp tarif etmesi mümkün değildir. Zira O, “Nur üstüne Nur” olan Allah’ın ‘NUR’ sıfatında fani olmuştur. Ancak bazı kimseler, o nur bazen şekli bir tarzda tecelli ettiği zaman, şeklini tanıyabilirler. Yahut bazısına sürekli gördüğü tarzda görünür. Bu sebeple gören kişinin kapasitesi burada önem arz etmektedir” buyurdular.

Bu da gösterir ki, Rasulullah (sav)‘i rüyada görmek, kişilerin durumuna göre değişkenlik arz eder.

Yine Bir Hanım ihvanımız rüyasında Rasulullah (sav) Hz.lerini görür Rasulullah‘ın (sav) sakalının teni ile kesiştiği yerde yanağında Allah (cc) lafzının yazdığını görür. Abdullah Baba Hz.lerinin bir sohbeti esnasında rüyasını anlatır. Efendi Hz.leri cevaben:

“Allah hayırlara tebdil eylesin gördüğün rüya doğrudur kızım, bir yanağında “Allah(cc)” yazılıdır. Keşke diğer yanağını da görebilseydin orda da “Muhammed (sav)”yazılıdır” buyurur.

Rüyada Rasulullahı (sav) gören kimsenin, “YAKAZA” halinde de görmesi ise, Tasavvuf ehli katında Rabıta ve Murakabe anında, Rasulullah (sav)‘in görüleceği kabul görmüş bir görüştür. Nitekim “Seyr-i Sülûk”ve Fena fi‘r-Resul”bahislerinde bunlara temas edildi.

Salih Zâtların Rüyada Görülmesi

Salih zâtların rüyada görülmesi de Mübeşşirat’tan sayılır. Yani Allah tarafından kulun rüyasında, ilim, amel ve takvası ile temeyyüz etmiş Salih, Veli, Âlim bir kimsenin gösterilerek, bir kısım Dini, ilmi ve şahsi hallere çeşitli uyarılar veya bilgilendirmeler yapılır. Bu sebeple onlar dünyada iken nasıl görüldükleri zaman Allah’ı hatırlatan bir alamet iseler, rüyada görülmekle de yine aynı tecelli gerçekleşmiş olur. Bu itibarla, Allah-ü Teâlâ’nın koruduğu Veli, salih zatların rüyada görülmeleri de Mübeşşirat’tan sayılır.

Üstadımız, Abdullah Baba (ks) Aziz Hz.leri bu konuda;

“Beni rüyasında gören hakikaten görmüştür. Benim şeklime şeytan giremez.” (Buhari) Hadis-i şerifini okur. “Aynı şekilde Hz. Peygamberin varisi olan zâtların da şekline şeytan giremez. Onları gören de hakikaten onları görmüştür. Zira onlar Peygamberlerin varisi olan velilerdir.” Diye belirtirdi.

Müminlerin salih insanları görmeleri de saliha rüyalardandır. Hatta belli seviyeye gelmiş olan zatlar başkasının rüyasına girip onunla irtibat kurabilirler. İşte Selma-ı Farisi (ra) ve Abdullah Bin Selam (ra) Hz.lerinin kıssası buna bir misal teşkil eder. Abdullah Bin Selam (ra) şöyle anlatıyor:

Selma-i Farisi. Bir gün bana

“Ey kardeşim! Hangimiz daha önce ölürsek öbürü rüyada onunla irtibat kursun” dedi.

Bunun üzerine ben “Böyle bir şey olur mu?” diye sordum. Şöyle Dedi:

“Evet. Çünkü mü’minin ruhu serbesttir. Yeryüzünde istediği yere gidebilir. Kâfirin ruhu ise hapistedir.” Bu konuşmamızdan bir süre sonra Selman vefat etti. Bir gün öğle üzeri kaylule uykusuna dalmıştım. Rüyamda Selman (ra) gelerek

“Allah’ın selamı ve rahmeti üzerine olsun” diye selam verdi. Bende “Allah‘ın selamı ve rahmeti senin üzerine de olsun ey Allah‘ın kulu şeklinde selam verdim” sonra ahiretteki yerini nasıl buldun. Diye sordum. şu cevabı verdi: “Çok hayırlı buldum. Ey Abdullah sana bazı tavsiyelerde bulunayım: Sakın tevekkülden ayrılma. Çünkü tevekkül en güzel sıfattır. Çünkü o en güzel sıfattır. (Hayatüssahabe)

Şah Veliyullah Hz.leri salih rüya için şöyle buyurdu: Yakinden doğan makam ve hallerden biri de salih rüyadır. salih rüyadan maksadımız Şu;

Rüyada Rasulullah (sav) görülmesi, Cennet ve cehennemin görülmesi, salihlerin ve Peygamberlerin görülmesi, Beytullah gibi mübarek bir mekân görülmesi, Gelecek bir olayın görülmesi ve onun aynen gerçekleşmesi, Geçmiş bir olayın olduğu gibi gözükmesi, kişinin bir kusuruna dikkat çekici rüya görmesi, mesela öfkesini kendisini ısıran bir köpek suretinde görmesi, Nurlar ya da güzel rızıkların görülmesi, süt içmek, bal ve tereyağı yemek, Meleklerin görülmesi gibi…

Rüyaların Tabiri Meselesi

Rüya tabir etmek Allah (cc) vergisidir. Herkes rüya tabir edemez. Akıl ve mantık bu iş için yeterli değildir. Hatta ulemanın rüya tabiri hususunda yazdıkları bir kısım eserlerden hareket ederek rüyaları tabir etmek dahi doğru değildir. Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.leri:

“Eğer o kitaplardaki formüllerin usulü bilinirse, bunda bir sakınca yoktur. Yoksa onlar rüyayı yormada ölçü olarak alınmaz” buyururdu.

Zira her zamanın ve herkesin rüyaları değişiktir ve birbirini tutmaz. Mesela; bugün füzeyle uzay seyahati yaptığını gören bir kimsenin rüyası, rüya kitaplarına bakılarak nasıl yorumlanacak? Bu iş kitaplarla değil de ehliyetli kimselere başvurularak çözülmelidir.

Rüya, merhametli ve öğüt verebilecek durumda olanlara anlatılmalı, güzelce yorumlayamayacak kişilere de söylenmemelidir. Peygamber (sav) Efendimiz:

“Rüya gören onu hiç kimseye söylemediği sürece o, bir kuşun ayağına bağlıdır (zuhur etmez); söylerse zuhur eder. Böyle olunca rüyanızı yalnız akıllı, sizi seven veya size öğüt verecek durumda olan kimselere söyleyin” buyurmuştur.” (Müsned)

Rüyalar anlatılmadığı sürece hükmü askıdadır. Ne zaman anlatılacak olursa, duruma göre kısa zamanda hükmü gerçekleşen rüyalar olabildiği gibi, zaman ve mekân sınırını aşabilecek rüyalar da olur. Rüyada Allah-u Teâlâ’nın görülmesi gibi.

Rüya tabir edecek kimsenin rüya ilmine haiz olması icap eder zira o, rüyayı imkân nispetinde hayra yormalıdır. Çünkü o, faydalı olana ve kendisine yardımı dokunacak hususlara irşat ve teşvikte bulunmalıdır. Bilgili olmalıdır. Rüya yorumundan anlayan kimse olmalıdır. Sevilen bir kimse olmalıdır. Böyle birisi, rüyayı görenin ihtiyaç duyduğu hususu bilip, onu öğretecek veya sükût edecektir. Tabirci, bir hayır görürse söyler, anlayamaz veya şüpheye düşerse sükût eder. Veya: “Allah hayırlara tebdil etsin” der. Bu da o rüyanın hayır üzere tabir edildiğini gösterir.

Mevzua açıklık getirmesi bakımından sizlere bir örnek vermek istiyoruz;

Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin yanına bir aile gelir. Bu aile evlilik ile ilgili istihare yaptıklarını ve rüyalarında yeşillikler gördüklerini, bu veçhile evlendiklerini söylerler, fakat aradan bir müddet geçtikten sonra anlaşamayıp boşandıklarını bunda ki hikmeti sorarlar;

Abdullah Baba Hz.leri kendisine gelen bu kişileri dinledikten sonra, “Gördüğünüz yeşillik ne tür idi” diye sorar;

Onlar şöyle cevap veririler;

“Efendim, nane bahçesi idi” deyince;

Abdullah Baba Hz.leri;

“Evladım nane yeşildir ama acıdır” buyururlar.

Kanserli olan bir kardeşimiz şöyle bir rüya anlatmıştı. Rüyasında; Piranların tutmuş olduğu bir eleğin içerisinde kendisini elediklerini, eleğin altına geçtikten sonra tekrar eleğin üzerine attıklarını ve bunu sürekli yaptıklarını, yaparken de çok ızdırap çektiğini anlattı. Bizde bu görmüş olduğu rüyayı Üstadımız Hz.lerine anlattık.

Efendimiz bize;

Evladım o kardeşinizin günahlarını temizliyorlar, bütün günahlarından arındıktan sonra, ruhunu teslim edecek” buyurdular.

İmam Malike: “Herkes rüya tabir edebilir mi?diye sorulmuş o da: “Nübüvvetle oynanır mı?” demiştir.

İmam Malik (rh. a):

“Rüyayı iyi tabir edenler yorumlasınlar. Eğer iyi rüya görürse söylesin; iyi rüya görmezse sussun” demiştir. “İyi görmese de onu iyi olarak tabir etsin mi?” sorusuna karşılık olarak da: “Hayır! Rüya Nübüvvetin bir parçasıdır. Nübüvvetle oynanmaz” diye cevap vermiştir. Görülüyor ki, Müçtehid zâtlar rüyanın önemini böyle anlayıp, tabir etmenin de büyük bir iş olduğunu ortaya koymuşlardır.

Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri dervişlerine rüyalarını sorar ve anlattığımız rüyaları tabir ederdi. Rüya tabiri hususunda da oldukça titiz davranır ve herkese rüya anlatmanın sakıncalarını belirtir, rüya anlattığınız kimse “Hayrola hayırdır inşallah” demezse rüyanızı anlatmayın zira Peygamber (sav) ve ashabı böyle söylerlerdi. Diye tembih ederlerdi.

“Salih insanların görmüş olduğu salih ve Sadık rüyalar vardır. Onu ancak ehline söyleyin. Onlar ki; salih olan, insanlara vaaz ve nasihat eden kimselerdir. Bu gibi rüyaları onlara anlatın buyurdular.”

Üstadımız bunu sık sık telkin eder, hatırlatırdı. Biz de kendisine rüyalarımızı anlatırdık. Kendileri eğer lüzum görürse tabir eder, gerekli izah ve ikazları yapardı. Eğer gerek görmezse; “Hayrola, hayırdır inşallah” diyerek yetinirdi. Bunu söylemenin de rüyayı hayır üzere tabir etmek manasına geldiğini söylerdi. Zaman zaman kendi rüyalarından da anlatırdı. İçimizden önemli rüya görenlere rüyalarını zaman zaman anlattırır ve güzel rüyalar görmeye bizleri teşvik ederdi. Hatta huzurundan ayrılacağımız zaman bile: “Hayırlı geceler, hayırlı rüyalar” temennisinde bulunarak, bizleri uğurlardı.

Rüyaların Vuku Bulması

Üstadımız, rüyaların bazısı bir lahzada geçekleşebileceği gibi, üç günde, bir ay içerisinde ve hatta otuz sene içerisinde gerçekleşebileceğini söylerdi. Bu konuyla ilgili olması sebebi ile birkaç örmek vermek istiyoruz.

Abdullah Baba Hz.lerine bir aile gelir. Evlenme sebebi ile istihare yaparlar rüyalarında Hz. Hüseyin (ra) Efendimizi görürler ve Abdullah Baba Hz.lerine anlatırlar. Efendi Hz.leri de rüyanın salih bir rüya olduğunu yapılacak nikâhın hayır olacağını söyler ve böylece iki genç nikâh ederler.

Aradan bir zaman geçer ve bu insanlar anlaşamazlar ve boşanırlar, hatta; Bu nikâh, Abdullah Baba Hz.lerinin izini ile oldu. O olmasa biz bu nikâhı yapmazdık, demeye kadar getirirler.

Ayrıldıktan sonra bir müddet geçer fakat iki tarafta ayrıldıklarına çok pişman olur, yaptıklarının yanlış olduğunu idrak ederler. Tekrar nikâh ederler ve halen çok huzurlu bir aile ortamları mevcuttur, O an için Efendi Hz.leri hakkında yaptıkları suizan yüzünden çok mahcup olurlar ve af dilerler. Böylece bazı rüyalar uzun zaman sonra gerçekleşebilir.

Hatta Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri, kendisinin görmüş olduğu bir rüyanın tam yirmi yıl sonra aynen tahakkuk ettiğini söylerdi. Bunun gibi dünyada gerçekleşmeyecek olan rüyalar da olur, derdi. Nitekim rüyasında Cenneti, Cehennemi gören kimse, bu rüyanın gerçekleştiğini ancak vefatından sonra görecektir.

Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri, rüyalarda Allah-u Teâlâ‘nın lütfu ile muamele ettiğine dair bazı kesitler sunardı bazen bizlere;

“Evladım Cenabı Allah şu sıkıntınızı rüyanızda atlattırsın” buyururlardı.

Elhamdülillah o sıkıntı atlatılırdı. Bizlere bu konu ile ilgili şöyle bir mevzuu anlattılar;

Pirimiz Gavsı Azam Seyyid Abdülkadir Geylani(ks)döneminde başka bir şeyh bağlı olan bir derviş üstadının yanına gelir ve Üstadına;

─ Efendim elimde bir miktar mal kaldı bunu satmak için Şam’a gitmeme müsaadeniz var mı? Diye sorar;

Üstadı;

─ Hayır, evladım, gitme der.

Fakat derviş tatmin olmaz ve Abdülkadir Hz.lerinin dergâhına varıp Hz. Pir ile görüşür Hz. Pir‘de o dervişe gitmesi için müsaade verir. Derviş Hz. Pirden müsaade aldıktan sonra Şam‘a gider mallarını satar. Dönüşte dinlenmek için bir ağacın kenarına oturur ve orada uyuya kalır. Rüyasında haramiler bunun yanına gelip bıçaklarlar ve kazandığı paraları alıp oradan giderler, derviş bu rüyanın dehşeti ile uyandığın da yerde kan izleri dahi görünce hayrete kapılır, parasına bakar yerinde, vücuduna bakar hiçbir tarafında çizik dahi yok, hemen doğruca Abdülkadir Geylani Hz.lerinin dergâhına gider, olan biteni anlatır;

Pirimiz Gavs-ı Azam Seyyid Abdülkadir Geylani(ks)

O derviş‘e şöyle buyururlar;

─ Evladım, senin üstadın sen Şam’a gidince başına gelecekleri Leva-i Mahfuzda görmüş, fakat manevi derecesi yeterli olmadığı için müdahale edememiş ve bu sepeble başına gelecekleri bildiği için gitmemeni söylemiş. Biz ise senin bu sıkıntını rüyan da geçirmen için Allah-ü Teâlâ Hz.lerine nazlandık buyurur.

İşte kardeşlerim! Allah’ın izni ile bazı sıkıntılı durumlarınızı siz farkında olmasınız dahi rüyanızda atlattırırlar.

Kulun bir sıkıntıya müptela olması mukadder olur. Kul onu dünya hayatında yaşaması gerekir. Bu ezelde takdir olunmuş İlahi bir hükümdür. Ancak Allah-Teâlâ merhameti ile muamele ederek, ezelde takdir ettiği bir hükmünü, rüyaların görüldüğü düş âleminde, ruhani bir yaşayışla gerçekleştirir. Buyurdular

Çoğu İslam bilginleri rüyanın ruhlar âlemi ile bu dünyamız arasında misal âlemi denilen bir âlemde görüldüğünü kabul etmektedirler. Ruhun bu âlemle daha önceden münasebeti bulunduğu İslam âlimlerinin açıklamaları arasındadır. Bu görüşe Bediüzzaman Hazretleri de katılarak: “Rüya, misal âleminin bir gölgesi, misal âlemi de berzah âleminin bir gölgesi hükmündedir. Bunun için onların düsturları birbirine benzer” demektedir. Şu hâlde berzah âlemi, misal âlemi ve rüya, varlık dereceleri farklı olmakla beraber mahiyetleri birbirine benzemektedir. Ancak bu âlemde yaşanılan şeyler, hep dünyada yaşayanlarla alakalıdır. Bu sebeple, o âlemde yaşanılan bir kısım olayların, gerçek hayat ile de alakası bulunmaktadır.

Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri buna istinaden bizlere dualarımızda: “Allah‘ım! Eğer bize bir şer dilemişsen, bunu rüyaya tebdil eyle” diye yalvarmamızı söylerdi.

Nitekim Hz Ömer (ra): “Allah‘ım! Eğer Ömer kulunu ezelde Şaki-Bedbaht olarak yazdınsa, lûtfun ile Said-Bahtiyar olarak değiştir” diye dua ederdi.

Allah-ü Teâlâ bizleri bedbaht olanlardan değil, bahtiyar olarak dilediği kimselerden eylesin. Âmin.

Nuri Köroğlu