Sultanımdan Gönüllere : RASULALLAH (SAV) SEVGİSİ

Cennet Mekan üstadımız Nevşehirli Hacı Abdullah Gürbüz (ks) bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştur;

Allah-ü Teâlâ Hazretleri hepinizden razı olsun. Korktuklarınızdan emin, umduklarınıza nail kılsın. Âlemi İslam’a dirlik birlik beraberlik versin. Cemian Kur’an’a yapışmak nasip ve müyesser eylesin. Bizleri hakkı hak batılı batıl bilenlerden eylesin. Son nefesimizde Kelime-i Şahadet getirip Cennet ve Cemaline vasıl eylesin.

Değerli kardeşlerim!

Ne yazık ki bazı insanlar rüyaya itibar edilmez, kerametin söylenmeyeceğini söylüyorlar. Bilen, “bildim” demez. Gören, “gördüm” demez, gibi sözler söylüyorlar.

Ancak bir âlime gitseniz; “Allah’ı (cc) sevmek istiyorum” deseniz, “istihare yapın” der. Elimizde Peygamber (sav) Efendimizin hadis-i şerifleri var. Günümüze kadar bütün ilim ehlinin kabul ettiği Sahih-i Buhari’nin 12. cildi sayfa 274 tercümesi:

Ebu Said El Hudri (ra) rivayet ettiğine göre Efendimiz; “Sizden biriniz sevdiği bir rüya gördüğünde bilsin ki O Allah (cc) tarafından telkindir. Rüya sahibi bu rüyası üzerine Allah’a (cc) hamd etsin ve başkasına söylesin ve buna aykırı hoşlanmadığı bir rüya gördüğünde muhakkak ki bu da şeytandandır. Rüya sahibi gördüğü rüyadan Allah’a (cc) sığınsın, rüyasını kimseye söylemesin, öyle olursa rüyadan zarar görmez.”

Ebu Hureyre (ra); “Resûlallâh’tan (sav) işittim ki;

“Mübeşşerattan başka nübüvvetten ilham alacak bir şey kalmadı. Enbiya kapısı kapandı ve mübeşşerat açıldı” buyurdu.

Sahabe-i Kiram Hazretleri;

“Mübeşşerat” nedir, Ya Resûlallâh? diye sorduklarında, Resûlallâh (sav) şöyle buyurdular:

“Rüyayı Sahiha”dır.

Enes bin Malik (ra);

“Rasûlullâh’tan (sav) işittim ki salih bir kişi yahut saliha bir kadın tarafından görülen güzel bir rüya, nübüvvetin 46 cüzünden bir cüzdür.”

Rasulullah (sav) Efendimizi rüyasında görenin uyanıkken de gördüğü ile ilgili hadis-i şerifler Peygamber Efendimizin zamanında, tahsis edilmişlerdir.

“Her kim Sallallahü Aleyhi Vesellem’i rüyasında görürse muhakkak Medine’ye hicret ederek görecektir”, diye tevil etmişlerdir.

Peygamber Efendimizin vefatından sonra görülen rüya üzerine cemali şerifini görmek mümkün değildir. Şu kadar ki ahirette görülmek üzere rüyanın sıtkı tahakkuk edebilir, binaenaleyh;

“Her kim Beni rüyasında görürse, muhakkak ahirette de Beni uyanık halimde görür” demek olur, diye tefsir edilmiştir.

Bazı Sufiyye de bu hadis-i şöyle tefsir etmiştir; “Her kim Beni rüyada görürse o mümin-i muttaki, Beni muhakkak murakabe halinde görecektir.”

Demek ki Peygamber Efendimizi rüyasında gören, kalpleri mutmainne’ye gelen bir müminin de rabıtasında göreceğine delildir.

Peygamber Efendimizi; evladımızdan, malımızdan, canımızdan daha iyi seveceğiz ki rüyamızda görebilelim.

Allah-ü Teâlâ, çeşit çeşit kerametler verir. Keramet Allah’ın (cc) “Lütf-u İlahiye”sidir. Keramet, insanın istemesiyle elde edilmez. Ne kadar “ben keramet ehli olayım” desen de bu mümkün değildir.  Dillerimize sahip olmamız, inandığımız gibi yaşamamız gereklidir.

Peygamberlerin mucize göstermesi, halkın onlara daha kolay inanıp daha rahat itaat etmesine yardımcı olur. Evliyaların kerameti içinde aynı şeyler söylenebilir. İnsanlar öteden beridir kerametini gördükleri evliyayla daha çok alakadar olmuşlardır. Onlara daha çok hürmet ve itibar etmişlerdir. Peygamberlerin mucizeleri gibi evliyaların kerametleri de çok çeşitlidir. Kitabında okuduk en az keramet gösteren Bahaddin Nakşibendî Hazretleridir ki O zatta da yirmi beş tane keramet olduğu yazılmıştır.

Rasulullah (sav) Efendimiz;

“Kimseyle münakaşa etmeyen, konuşurken itiraz etmeyen veya haklı olduğu hâlde kimseyi incitmeyen Müslüman’ın, Cennet’e gireceğine söz veriyorum” buyurmuştur. (Tirmizî)

Yine bir hadis-i şerifinde;

“Münakaşa, akıl, fazilet ve ilimde kendisinin üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Bu ise karşısındakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmek demektir. Bu düpedüz düşmanlıktır, kendisini karşısındakinden üstün görmek ise kibirdir.”

Eskiler de münakaşaya yol açar diye sual bile sormazlardı.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri;

“Ey müminler! Namazı kıldıktan hemen sonra Beni zikredin, ‘Kesiran kesira’ hem de sık sık zikredin” buyurmaktadır.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri her ibadetin özrünü kabul ediyor ancak zikrullah’da özrü kabul etmiyor. Ne yazık ki babalarımız, dedelerimiz, “aman çok zikretme, tarikata girme, ibadeti sık sık yapma kafayı bozarsın,” diyerek, gayri müslimlerin söylediği sloganı annemiz, babamız hatta âlimlerimiz bile söyleyerek bizi Allah’ın (cc) zikrinden men ettiler.

Rasulullah (sav) EfendimizHazreti Ali Efendimize cehri zikrin, Ebu Bekir Efendimize hafi ve kalbi zikrin meratiplerini tavsiye etmiştir. Sahabelerin bazılarına da hafi zikri bazılarına cehri zikri tavsiye etmiştir. Cem olduklarında ise hepsi birden zikretmişlerdir. Her iki kolda yani hafi ve cehri zikir Abdülkadir Geylani (ks) Hazretlerinde birleşir.

Şimdi soruyorlar “Nereye bağlısınız diye?”

Efendim ben Geylani Hazretlerine bağlıyım. Sen nereye bağlısın denilince; Rufai Hazretlerine, sen Bahattin Nakşibendî, sen Mevlevi’ye, sen Hacı Bektaşi Veli’ye, sen Süleyman Hilmi Tuna Efendi’ye, sen Saidi Nursi Hazretlerine, denilse de hepsinin yolu Allah’a (cc) gider. İki yolla; biri hafi zikir ile gider, diğeri cehri zikir ile gider. Hepimizin silsilesi ya Hazreti Ebubekir Efendimize ya da Hazreti Ali Efendimize dayanır.

Bizim Pirimiz Abdülkadir Geylani (ks) Aziz Hazretleri cehri zikir yapardı. Peygamber Efendimizin torunudur. İmam-ı Hasan’la İmam-ı Hüseyin aynı zamanda Ebu Bekir Sıddık, Ömer-ül Faruk, Osman-ı Zinnureyn, Aliyy-el Murtaza (ra) Hazretlerine torun oluyor. Pirimiz Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri de O da, Hazreti Hüseyin (ra) Hazretlerinden geliyor. Seyyid’dir.

Şimdi de gelelim zikrin faziletlerine:

Allah’ı zikretmenin faziletleri anlatmakla bitmez.

Âdem (as)’dan sonra ikinci atamız olan Nuh (as)’ın ümmeti isyan eder. Nuh (as) müteessir olur ve ümmetinin helak edilmesi için dua eder. Hemen Cebrail (as) gelir;

“Allah-ü Teâlâ ahd etti ki onları helak edecek Ya Nuh! Ancak Allah’ın (cc) tevhidi olan yerde, afatı olmaz” buyurur.

Allah-ü Teâlâ burada bize beyan ediyor ki; “Benim tevhidim olan yerde afatım olmaz.”

Ne yazık ki Müslümanlar Allah’ın (cc) zikrini, Allah’ın (cc) Kur-an’ını bıraktılar, gittiğimiz her yerde soruyorlar; “Bu ümmeti Muhammed’in başına gelenler nedir?”

Bu soruyu İbrahim Ethem Hazretlerine soruyorlar;

“Ey Allah’ın (cc) dostu, sen tacını tahtını Allah (cc) için feda ettin, derviş oldun, kutbu cihan oldun, bize dua et; paramız bereketsiz, evlatlarımız itaatsiz, hanımlarımız geçimsiz. Hiç huzurumuz yok. Her evde hastalık, zillet altında kaldık. Her tarafta harpler var. Bize dua et” diyorlar.

Bu hâdise Küfe şehrinde oluyor. O mübarek, taht üzerine çıkıyor ve şöyle diyor;

“Ey İnsanlar! Sizler hep münafıksınız. Allah (cc) bir deyip şirk koşuyorsunuz. Allah’ın (cc) kudretini, yaratıcılığını, her şeyi işittiğini, her şeyi gördüğünü, her şeye kadir olduğunu, bütün kuvvet ve kudretin O’na ait olduğunu söylüyorsunuz. ‘Şu olmasa bu olmazdı, şöyle yapmasak böyle olmazdı’ diyorsunuz. Ayet-el Kürsi’yi okuyorsunuz. Allah’ın (cc) izni olmadan, bir şeyin olmayacağını bildiğiniz halde, Allah’a (cc) şirk koşuyorsunuz. Kur’an-ı Kerim kitabımız diyorsunuz ne açıyor ne okuyorsunuz ne de amel ediyorsunuz. Muhammed-ül Mustafa (sav) peygamberimiz diyorsunuz, O’nun sünnetlerini işlemiyorsunuz, O’na tabi olmuyorsunuz. Ölümü görüyorsunuz ibret almıyorsunuz. Ahirette mahşer var diyorsunuz kendi nefsinizi hesaba çekmiyorsunuz. Onun için sizler münafıksınız, gelin hep beraber tövbe edelim.

Allah (cc) birdir, şeriki naziri yoktur. Vahit’tir. Ehad’dır. Samed’dir. Evvel Allah (cc), Ahir, Zahir, Batın, Rezzak, Semi, Basir’dir. Allah (cc) tekdir. O’nun kelamı Kur’an-ı Kerim’i okuyup O’nunla amel edersiniz İnşallah!

Muhammed-ül Mustafa bizim Peygamberimiz deyip, O’na canlarınızı feda edersiniz inşallah!

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : MÜRŞİDİ KAMİLİ NASIL TANIRSIN ?

Allah (cc) indinde en üstün olan insan takva olan insandır. Irkıyla, soyuyla, sopuyla; Arap’ın Acem’den, Kürd’ün Türk’ten, Türk’ün Hollandalıdan, Amerikalıdan üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. Allah’ın (cc) emirlerini tutup haramlardan kaçan, Peygamber (sav) Efendimizin sünnetini ihya eden insanlar takvadır. Allah (cc) indinde en muteber olan bunlardır. Bu takva olan insanlardan İki yüz yirmi dört bin, tane evliya var. Haddini Allah (cc) bilir.

Bu evliyalarda üç türlü olur.

Birincisini; Allah’ım (cc) bilir de kendisine bildirmez; “O Benim evliyam” deyip, O’nu Settar ismi şerifi ile setreder, saklar, “Ey mü’minler! Sizlerin arasında, benim dostlarım, benim evliyalarım var; yerler, içerler, gezerler, ama sizler bilemezsiniz”, buyurur.

İkinci evliyasını; Hem Allah’ım (cc) bilir, hem dost olduğunu, evliya olduğunu kendisine bildirir.

Üçüncü evliya da Ulu-l âzâm evliyadır. Bu gizlenmez. Hem Allah’ım (cc) bilir hem kendisine bildirir hem de insanlara bildirir. Halk O’nu gördüğü zaman;

“Allah, Allah! Bu adamı nerede gördüm.  Bu adam nereli ki? Nasıl adammış? Hangi camide rastladım?” diye düşünür. Daha önceden tanıyormuş gibi O’na sevgi duyar. İnsanlar O’nu rüyasında görür. O rüyalarda da irşatçıdır. Mü’minlerin ikaz ve irşadına memur olduğu için, Cenab-ı Allah ulu-l âzâm evliyasına kullarına da bildirir.

Şimdi evliya deyince, insanlar hep; hata yapmaz, günah işlemez, melek gibi, peygamber gibi zatlar zannediyorlar. Hâşâ sümme hâşâ!

Ahirette de göreceksiniz; ehl-i tasavvuf, dünyada ki manevi askerlerdir. Neyin askeri? Allah’ın (cc) askeri elbette ki! Nasıl zahiri askerler varsa ve ayrı ayrı hava kuvvetleri, kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri diye ayrılmışsa, bunlarında ayrı ayrı sınıfları varsa, Cenâb-ı Zülcelâl Hazretlerinin de dünyamızda da ayrı ayrı bölgelerde, ayrı ayrı yerlerde hem hava hem kara hem denizde evliyaları var. Nasıl asker denildiği zaman, erinden generaline kadar hepsine asker deniliyorsa ve hepsinin rütbeleri farklı farklı; kimi onbaşı, çavuş, başçavuş, asteğmen, üsteğmen, yüzbaşılıktan orgeneralliğe kadar yükseliyor ise, evliyaların da kendi aralarında sınıf ve rütbeleri vardır. Evliyalar yaptıkları kullukları ve hayırlarla rütbelenir. Cenâb-ı Allah zerre kadar hayırlarını zayi etmez.

Bu evliyaları nasıl bilelim? Bunu bilebilmek için dilimize sahip olmamız lazım, kalbimize sahip olmamız lazım. Kalben Allah’a (cc) teveccüh etmemiz lazım.

Peki, ulu-l âzâm evliyası nasıl bilinir? Şeyh nedir?

Arabistan’da kunduracıların şeyhi var, otelcilerin şeyhi var, motor ustalarının şeyhi var, elektrikçilerin şeyhi var, yani birkaç kişiye bir şeyler öğreten meslek sahibi insanlara şeyh diyorlar.

Ülkemizde ise tarikat yolunda yani Allah’a (cc) giden yolda, etrafına birkaç kişiyi çeviren, zikir yaptıran insanlara da şeyh derler.

Bu şeyhler beş türlü olur;

Ders şeyhi: Elinize ders verir. Hangi tesbihatı ne kadar çekeceğinizi, nasıl dua edeceğinizi söyler. Bunların karşılığında sevap alacağınızı anlatır.

İkincisi kürsü şeyhi; Âlimler, vaizler, müderrisler bu gruba girer. Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin emirlerini, Peygamber Efendimizin sünnetlerini tavsiye ederler. Hangi ayetleri ve sureleri okuyacağınızı, Allah’ı (cc) zikretmeniz gerektiğini, yapabileceğiniz tesbihatları söylerler.

Birde kabile şeyhi vardır. Şeyhlik babadan evlada, evlattan evlada geçer. Mesela Resulullah Efendimizin torunlarının torunu, torunlarının torunu diye gelen silsileye kabile şeyhi denir.

Tekke Şeyhi vardır; Şeyhe hizmet eder, Seyr-i Sülukunu tamamlar, ,cazetini verir,

Hâl şeyhi ise; en efdali olan hâl şeyhidir. Çünkü buna bizatihi Resulullah (sav) Efendimiz görev verir, velayet nuruyla O’nu sever, Cenâb-ı Zülcelâl Hazretleri sevdiği gibi Muhammed-ül Mustafa’da bütün peygamberler ve evliyalar huzurunda, O’na cübbe giydirir, taç giydirir, dua ederler ve “ümmetimi irşat edeceksin” derler. Dervişleri O’nu rüyalarında, rabıtalarında görürler. Hâl şeyhleri, her yerde dervişlerini ikaz ve irşat ederler.

Peki, bu şeyhleri nasıl bilelim, ölçü nedir?

Şeriat’ta ölçüsü; kim olursa olsun, hanesi her kese açık olur, herkesi ziyarete gider.        

Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin dediği gibi; “Gel! Yine de gel! Putperest olsan da Mecusi olsan da bin sefer dahi tövbe şişesini kırsan da yine de gel! Çünkü bu dergâh ümitsizler dergâhı değildir.” dediği gibi kapısı herkese açık olur. Onun bunun aleyhinde konuşmaz. Sohbeti bol olur ve devamlı Allah (cc) ve Resulü’ne sevgiden ve bunun dışındaki her şeyin âtıl ve bâtıl olduğundan bahseder. Resulullah’ın (sav);

“Ey ashabım! Size iki şey bırakıyorum; birincisi Allah’ın (cc) kitabı Kur’an-ı Kerim, ikincisi benim sünnetlerim. İkisine de sıkı yapışın, eğer birinden birini bırakırsanız dalalettesiniz, ikisine de yapışırsanız hidayettesiniz”, hadisini kendine düstur edinmiştir ve etrafındakilere de bunu tavsiye eder. Nasihati bol olur, cömert olur, herkese izzet-i ikramda bulunur.

Tarikatta ölçüsü ise; O’nu görür görmez, “Allah Allah! Ben bunu iyi tanıyorum, nereden tanıyorum acaba?” diye düşünürsünüz. Kalbinize bir sevgi gelir. Karşısında soracağınız soruyu unutursunuz. Soru soracağım, şöyle şöyle sorayım dersiniz; yanına geldiğiniz zaman, O’nun cemaline bakınca, soracağınız soruyu unutursunuz. Soruyu yazdıysanız da “Kâğıdı eve koymuşum galiba” deyip nereye koyduğunuzu bile hatırlayamazsınız, hâlbuki üzerinizde olur. O’nun yanından ayrılmayı istemezsiniz. Pür dikkat sohbetini dinlersiniz. Acele işiniz olsa dahi gitmeyi istemezsiniz. İşte böyle zâtlar mürşitlerdir.

Mürşidi kâmil hakikatte nasıl bilirsiniz? O zâta şu soruları sorarız;

Birincisi; “Peygamber (sav) Efendimiz size görev verdi mi? Senin şeceren var mı? Senin yolun hak yol mu? Resulullah Efendimize kadar gidiyor mu?” diye sorarız. Bu sorduklarımız o zâtta varsa;  “İnşallah-u Teâlâ bu yetkiler Bize verilmiştir.”der.

İkincisi; “Seni rüyamda gördüğüm zaman, şeytan suretine girmesin, beni azıtmasın, senin şekline suretine şeytan girer mi?” Resulullah Efendimiz görev verdiyse; “İnşallah-u Teâlâ girmez” der. Hatta “Rüyanda ayet oku” der,

Şöyle ki; “Dahilek Ya Resulullah!” dediğin zaman şeytan kaçar, “Dahilek Muhammed’ür Resulullah!” dediğin zaman, şeytan, tayfa-i cin kaçar, eğer gördüğün o şahsiyet kaçmıyorsa; mürşit-i kâmildir.

Rüyanda olsun, rabıtanda olsun, Resulullah Efendimizi davet eder, piranı davet eder, hemen gelirler.

Televizyonu açınca, bazısı biraz karlama yaparak açılır, bazısını da açtın mı hemen görüntü geliyor. İşte mürşidi kâmiller, Peygamber Efendimiz, diğer peygamberler, piranlar, davet edildiği zaman bu şekilde hemen yanınıza gelirler, ama göremezsiniz siz, görmek için basiret gözü lazımdır.

Üçüncüsü de “Zahiri olsun manevi olsun bunaldığım zaman, daraldığım zaman, yardımın olur mu?”

Eğer Allah-u Teâlâ ve Resulüne uyduysa; “Allah’ın (cc) izniyle benim elimde bir şey yok, her kuvvet kudret O’na aittir”, der. O her şeyi yapandır, irşat ve ikazı O yapar. Bizler ancak tellallık yaparız, bizler anlatırız. Bizler anlatırız, sizler de duyduğunuz gibi amel edip yaşamalısınız.

Mürşidi kâmil zât dervişinin son nefesinde dahi yanında olur ve “Kelime-i Şahadet”i söylemesine, imanlı gitmesine vesile olur.

Mürşidi kâmil ahirette de üç yerde dervişlerine yardımcı olur; Sırat Köprüsü’nde, mahşer yerinde, Peygamberimizin Liva-ül Hamd Sancağı’na götürmek için vesile olur.

Nasıl bir arabanın aküsü şarj olmaya ihtiyacı varsa, insan maneviyatının da Allah (cc) ve Resulünü sevebilmek için bir enerjiye ihtiyacı vardır. İşte bunu mürşidi kâmiller verir. Onların yanına varınca cemalinden, sohbetinden, feyzinden, nazarından istifade edersiniz. Dersinizi yaptıkça, zikir yaptıkça, rüyanız da O’nu görürsünüz. Bir hata işlediğiniz zaman yine rüyanızda sizi ikaz eder. Sizi azarlar, icabında döver.

Hadim-ül Fukara Abdullah Baba Hz. sözlerini şöyle tamamlamıştır ; bugün bir kilo pırasa alırken, bir kilo elma alırken, dükkân dükkân geziyorsunuz da bir eşarp, bir takke, bir ayakkabı için; hangisi daha iyi, hiç kimsede olmayan bende olsun diye saatlerce dolaşıyorsunuz da, ruhunuzu teslim edeceğiniz, manevi baba diyeceğiniz zâtı, niçin böyle büyük bir istekle aramıyorsunuz?

Nuri KÖROĞLU

Nuri Köroğlu PEYGAMERİMİZİ (SAV) RÜYADA GÖRMEK, RÜYA TABİRİ, RÜYALARA İTİBAR

PEYGAMERİMİZİ (SAV) RÜYADA GÖRMEK, RÜYA TABİRİ, RÜYALARA İTİBAR

Rüyalara İtibar

Asrımızın mana sultanı, muhterem Üstadımız Abdullah Baba (ks) Aziz Hz.leri rüya tabirini çok iyi bilir ve rüya sahibine, Kur‘an ve Sünnetten aldığı ilhamla gereken izah ve açıklamaları yapardı. Üstadımız her hususta olduğu gibi rüya konusunda da Kitap ve Sünnette belirtilen açık beyanlara tabi olur ve bulduğu başka beyanları bu iki adil şahide sunmadan kabul etmezdi. Kendileri “ÜMMİ” oldukları halde Yüce Rabbimizin katından bahşettiği “Ledünni ilim” ile olaya çabucak nüfus ederdi.

Öyle ki bir sohbetlerinde;

“Evladım dervişin gördüğü rüya Üstadının kanalından geçer buyurdular.”

Rüyaların Te’vili hakkında çok geniş bir bilgiye sahipti. Rüyanın tutunulacak bir kaynak olmayacağını her fırsatta belirtmekle birlikte, rüyalarda da bazı hikmetlerin bulunduğunu belirtirdi. Bu sebeple de bizlere rüyalarımızı anlatmamızı, bunlara itibar etmeyi ancak amel etmemeyi öğütlerdi.

Her ne zaman kendisine rüya anlatacak olsak: “Rüya ile amel edilmez” buyurur ve sonra da: “Hayrola, hayırdır inşaallah” diyerek rüyamızı dinler ve gereken izah ve ikazı yerinde yapardı. Ne zaman ki rüya Kitap ve Sünnet ölçülerine göre tabir edilirse, işte ondan sonra amel edilebileceğini söylerdi.

Üstadımız, rüyanın pek çok ilmi keşif ve hakikatlere anahtar teşkil eden bir şifre hükmünde olduğunu söylerdi. Bu yönüyle rüyaların itibara layık bir yönü olduğunu belirtir ve buna da Kur’an-ı Kerimde Hz. Yusuf (as)’ın kıssasını anlatarak delil getirirdi. Bu konuda buyurdu ki:

Evladım dervişin gördüğü rüya Üstadının kanalından geçer” buyurdular.

Rabbimiz Kur’an-ı Azimüşşan’da şöyle buyurmuştur;

“Bir vakit Yusuf babasına: “Babacığım, demişti. Gerçekten ben rüyamda on bir yıldızla, güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki onlar bana secde edicilerdir.” (Babası Yakup) dedi ki: “Oğulcağızım rüyanı sakın kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insanın apaçık dumanıdır. Rabb’in seni öylece (Rüyada gördüğün gibi) beğenip seçecek, sana rüya tabiri ilmi öğretecek, sana da Yakup ailesine de nimetlerini daha evvel atalarının İbrahim’e ve İshak’a tamamladığı gibi tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabb’in her şeyi bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Yusuf /4,5)

Ayet-i kerimelerde görüldüğü üzere, Yusuf (as) salih bir rüya görüyor. Bunu babası Yakup (as)’a anlattığında; O da tabir ilmini bildiğinden, gelecekte olacaklardan bir nebze bilgi sahibi oluyor.

Bazıları rüyaya itibar edilmez derler. Bu bir hatadır. Eğer itibar etmek doğru olmasa idi, Allah’ın bir peygamberi olan Yakup (as), oğlu Yusuf (as)‘ın gördüğü rüyaya itibar etmezdi. ‘Rüyadır’ deyip geçerdi. Ancak onda Ledün İlmi bulunması hasebiyle, olacak birtakım hadiseleri daha ilk başlangıçta keşfetmişti. Bunun için de rüyasını kardeşlerine anlatmamasını tembih buyurdu. Zira kardeşleri de bir peygamber çocuğu olması münasebeti ile onlarda da hikmet bilgisi mevcut idi. Onların bu bilgi sayesinde kardeşlerinin durumunu kıskanacaklarını anlamış idi. Nitekim Yusuf (as)’ın rüyasını duyar duymaz, hemen içlerinde bir kıskançlık duygusu beliriverdi. Zira onlar ile Yusuf ‘un anneleri bir değil idi. Yusuf ‘un gördüğü rüyanın hikmetini düşündüler ve anladılar ki, rüyada secde eden yıldızlar kendileri, ay anneleri ve güneşte babalarıdır. Buna istinaden aralarında: Bu, ileride bizim üzerimize hâkim ya da kral olur ve bizi emri altına alır, dediler. Bunun üzerine şeytanın da vesvesesi ile planlarını gerçekleştirdiler. Ancak babalarına her ne kadar kardeşlerini kaybettiklerini belirtip, onun öldüğüne dair yalan haberi getirdikleri zaman Yakup (as) onların bu haberine inanmadı. Çünkü O, Yusuf‘un gördüğü rüyanın tahakkuk edeceğini biliyordu. Onlar her ne kadar böyle söylese de Rab Teâlâ’nın hikmetinin gerçekleşeceğini biliyordu. Bu da O’nun bu rüyaya itibar etmesinden ileri geliyordu. Nitekim daha önceden de İbrahim (as)’ın rüyası hakkında gerçekleşen olay da onun rüyaya ne derece itibar ettiğinin bir delilidir.

Rasulullah (sav) ehli salikin rüyalarının tabirine önem verirdi. Hatta sabah namazından sonra oturur ve

“ Sizden kim rüya gördü?” diye sorardı. Eğer biri çıkarda anlatırsa onu tabir ederdi.

Asr-ı saâdette bu ümmetin mukadderatı ile alâkalı pek çok önemli iş, hep rüyalarda müşahede edilmiştir:

Abdullah b. Zeyd mescide gelerek Peygamber (sav) Efendimize rüyasını anlattı:

“Ey Allah’ın Resulü! Ben sizin üzüntünüzü görüp ayrıldığım vakit rüyamda bir adam gördüm. Üzerinde yeşil renkli iki giysi vardı. Kalkıp mescidin üzerinde ezan okudu. Sonra bir miktar oturdu. Tekrar kalkıp aynı söylediklerini bir kere daha tekrarladı. Ancak bu sefer bir de “kad kâmeti’s-salâh (namaz başlamıştır)” cümlesini ilave etti. Eğer halkın bana yalancı diyeceğinden korkum olmasaydı ben adeta uykuda değildim, uyanıktım diyecektim” dedi.

Bunun üzerine Efendimiz (sav):

“İnşaallah bu hak bir rüyadır. Kalk rüyada öğrenmiş olduğunu Bilâl’e öğret. O bunları söyleyerek ezan okusun. Zira onun sesi seninkinden daha gür!” buyurdu. Ben de Bilâl’le birlikte kalktım. Ona teker teker arz ediyordum. O da bunları yüksek sesle söyleyerek ezan okumaya başladı. Bunu evinde olan Hazreti Ömer (ra) işitmişti. Hemen evden çıkıp ridâsını çekerek geldi ve:

“Ey Allah’ın Resulü! Seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun, onun gördüğünün aynısını ben de gördüm!” Bunu işiten Rasulullah (sav):

Elhamdülillah! şimdi bu daha sağlam oldu!” dedi. (Tirmizi)

Üstadımız bu güzel izahattan sonra buyurdular ki:

İşte salih insanların görmüş olduğu saliha rüyalar vardır. Ve bu rüyalara itibar edilir. Ahir zamanda müminlerin gördükleri rüyalar ayna gibi olur. Akşam gördüğünü gündüz yaşar” Buyurdular.

“Zaman yaklaşınca, mü’minin rüyası, neredeyse yalan söylemeyecek. Esasen mü’minin rüyası, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Peygamberlikten cüz olan şey yalan olamaz.” (Buhari)

Mü’minlerin rüyasının doğru çıkması, doğru sözlü oluşları sebebiyledir. Bu sebeple de görülen rüyalar te‘vil ve yoruma ihtiyaç hissettirmeyecek kadar açık ve net olacaktır. Dolayısıyla Allah‘ın davasını dava edinmiş Allah adına her türlü çileye maruz bırakılmış bir mü’min, Allah‘ın kendisine olan özel yardımına elbette “Sadık Rüya” yoluyla ulaşacaktır. Bu bakımdan, rüyalara şeytanın bir kısım tasarrufu söz konusu olmasına rağmen, takva sahibi mü’minler, ahir zamanda Nübüvvetten bir parça olan Sadık Rüya ile bütün gerçekleri görerek hayatlarına yön vereceklerdir. İşte ahir zamanın fitnelerinden emniyet içerisinde bulunacak olan bahtiyarlar bunlardır.

Peygamber (sav) Efendimizi Rüyada Görmek

Buhari ve Müslim’in ittifakla naklettikleri pek çok sahabeden rivayet edilen şu Hadis-i şerifte “Beni rüyasında gören beni uyanıklıkta da görecektir. Zira benim şeklime şeytan giremez” (Buhari)

Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur.

Beni rüyasında gören hakikaten görmüştür. Benim şeklime şeytan giremez.” (Buhari)

Müminin göreceği sadık rüyaların başında, Rasulullah (sav)‘i rüyasında görmesi gelir. Çünkü onun rüyada görülmesi kesinlikle sadıktır. Rasulullah (sav)‘i rüyada görmek hakkında gelen hadisleri incelediğimiz zaman görürüz ki; görülen bu rüya Hakk bir rüyadır.

İmam Nevevi (ks):

“Rasulullah (sav)‘in görüldüğü rüya nasıl olursa olsun, Hakk bir rüyadır. Şeytan O’nun zahirde cesedine giremediği gibi, rüyada da ruhuna temessül edemez. Buna Allah-Teâlâ asla müsaade etmez.” buyurur

Sahabelerde pek çok kere Hz. Peygamberi(sav) rüyada görmüşler ve farklı hadiseler cereyan etmiştir.

Hz. Ali (ra) bir gün şunları söyledi:

“Dün gece Hz. Peygamber’i (sav) rüyamda gördüm; O‘na kendisinden sonra Irak‘lılardan neler çektiğimi söyledim. Bunun üzerine bana yakın bir zamanda huzur ve rahata kavuşacağımı vaadettiler.” Hz. Ali (ra) Efendimiz bu rüyasından üç gün sonra Ģehid edildi.

Yine Sahabeden İbn-i Abbas (ra) şöyle anlatıyor:

“Bir gün gündüzün ortasında uykuya dalmıştım. Rüyamda Hz. Peygamber (sav)‘i gördüm. Üstü başı toz toprak içerisinde idi ve saçı sakalı birbirine karışmıştı. Elinde de bir kavanoz vardı. Onun ne olduğunu sordum. “Hüseyin ve arkadaşlarının kanıdır.” Onu sabahtan beri durmadan topluyorum buyurdular” gerçekten de sonradan öğrendik ki Hüseyin (ra) benim bu rüyayı gördüğüm gün şehid edilmişti. (Hayatüssahabe)

Üstadımız Abdullah Baba (ks) Aziz Hz.leri;

―Rüyasında Rasulullah’ı (sav) gören kimsenin, uyandığı zaman şükür namazı kılması iyi olur, zira bu tür rüyaların devamına işaret olabilir. Bunun için böyle bir rüya gösterdiğinden ötürü, kişi şükür babında namaz kılmalıdır.” buyurdular.

Abdullah Baba Hz.leri dünya gözü ile Rasulullah (sav)‘i görme nimetine erişemeyen evlatlarını rüya yolu ile bu nimete erişmeye teşvik ederdi. Nitekim O‘nun bu teşvik ve telkinleri sayesinde, ahir zamanın fitneleri ile kararan dünyamız, zaman zaman âlemlerin Efendisinin mübarek cemalinin nuru ile aydınlanırdı. Pek çok kardeşimiz bu devlete ermişlerdir.

Bir gün Abdullah Baba Hz.lerini Avrupa seyahatinde iken davet edildiği yerde bir kardeşimiz akşam yemeği esnasında, Rasulullah (sav)‘i rüyada görmenin keyfiyeti ile ilgili soru yöneltilir. Bu soruya bir müddet sükût ettikten sonra mübarek ağızlarından şu kelimeler dökülür.

Bu öyle bir haldir ki, bir kimsenin O‘nun şeklini tam olarak görüp tarif etmesi mümkün değildir. Zira O, “Nur üstüne Nur” olan Allah’ın ‘NUR’ sıfatında fani olmuştur. Ancak bazı kimseler, o nur bazen şekli bir tarzda tecelli ettiği zaman, şeklini tanıyabilirler. Yahut bazısına sürekli gördüğü tarzda görünür. Bu sebeple gören kişinin kapasitesi burada önem arz etmektedir” buyurdular.

Bu da gösterir ki, Rasulullah (sav)‘i rüyada görmek, kişilerin durumuna göre değişkenlik arz eder.

Yine Bir Hanım ihvanımız rüyasında Rasulullah (sav) Hz.lerini görür Rasulullah‘ın (sav) sakalının teni ile kesiştiği yerde yanağında Allah (cc) lafzının yazdığını görür. Abdullah Baba Hz.lerinin bir sohbeti esnasında rüyasını anlatır. Efendi Hz.leri cevaben:

“Allah hayırlara tebdil eylesin gördüğün rüya doğrudur kızım, bir yanağında “Allah(cc)” yazılıdır. Keşke diğer yanağını da görebilseydin orda da “Muhammed (sav)”yazılıdır” buyurur.

Rüyada Rasulullahı (sav) gören kimsenin, “YAKAZA” halinde de görmesi ise, Tasavvuf ehli katında Rabıta ve Murakabe anında, Rasulullah (sav)‘in görüleceği kabul görmüş bir görüştür. Nitekim “Seyr-i Sülûk”ve Fena fi‘r-Resul”bahislerinde bunlara temas edildi.

Salih Zâtların Rüyada Görülmesi

Salih zâtların rüyada görülmesi de Mübeşşirat’tan sayılır. Yani Allah tarafından kulun rüyasında, ilim, amel ve takvası ile temeyyüz etmiş Salih, Veli, Âlim bir kimsenin gösterilerek, bir kısım Dini, ilmi ve şahsi hallere çeşitli uyarılar veya bilgilendirmeler yapılır. Bu sebeple onlar dünyada iken nasıl görüldükleri zaman Allah’ı hatırlatan bir alamet iseler, rüyada görülmekle de yine aynı tecelli gerçekleşmiş olur. Bu itibarla, Allah-ü Teâlâ’nın koruduğu Veli, salih zatların rüyada görülmeleri de Mübeşşirat’tan sayılır.

Üstadımız, Abdullah Baba (ks) Aziz Hz.leri bu konuda;

“Beni rüyasında gören hakikaten görmüştür. Benim şeklime şeytan giremez.” (Buhari) Hadis-i şerifini okur. “Aynı şekilde Hz. Peygamberin varisi olan zâtların da şekline şeytan giremez. Onları gören de hakikaten onları görmüştür. Zira onlar Peygamberlerin varisi olan velilerdir.” Diye belirtirdi.

Müminlerin salih insanları görmeleri de saliha rüyalardandır. Hatta belli seviyeye gelmiş olan zatlar başkasının rüyasına girip onunla irtibat kurabilirler. İşte Selma-ı Farisi (ra) ve Abdullah Bin Selam (ra) Hz.lerinin kıssası buna bir misal teşkil eder. Abdullah Bin Selam (ra) şöyle anlatıyor:

Selma-i Farisi. Bir gün bana

“Ey kardeşim! Hangimiz daha önce ölürsek öbürü rüyada onunla irtibat kursun” dedi.

Bunun üzerine ben “Böyle bir şey olur mu?” diye sordum. Şöyle Dedi:

“Evet. Çünkü mü’minin ruhu serbesttir. Yeryüzünde istediği yere gidebilir. Kâfirin ruhu ise hapistedir.” Bu konuşmamızdan bir süre sonra Selman vefat etti. Bir gün öğle üzeri kaylule uykusuna dalmıştım. Rüyamda Selman (ra) gelerek

“Allah’ın selamı ve rahmeti üzerine olsun” diye selam verdi. Bende “Allah‘ın selamı ve rahmeti senin üzerine de olsun ey Allah‘ın kulu şeklinde selam verdim” sonra ahiretteki yerini nasıl buldun. Diye sordum. şu cevabı verdi: “Çok hayırlı buldum. Ey Abdullah sana bazı tavsiyelerde bulunayım: Sakın tevekkülden ayrılma. Çünkü tevekkül en güzel sıfattır. Çünkü o en güzel sıfattır. (Hayatüssahabe)

Şah Veliyullah Hz.leri salih rüya için şöyle buyurdu: Yakinden doğan makam ve hallerden biri de salih rüyadır. salih rüyadan maksadımız Şu;

Rüyada Rasulullah (sav) görülmesi, Cennet ve cehennemin görülmesi, salihlerin ve Peygamberlerin görülmesi, Beytullah gibi mübarek bir mekân görülmesi, Gelecek bir olayın görülmesi ve onun aynen gerçekleşmesi, Geçmiş bir olayın olduğu gibi gözükmesi, kişinin bir kusuruna dikkat çekici rüya görmesi, mesela öfkesini kendisini ısıran bir köpek suretinde görmesi, Nurlar ya da güzel rızıkların görülmesi, süt içmek, bal ve tereyağı yemek, Meleklerin görülmesi gibi…

Rüyaların Tabiri Meselesi

Rüya tabir etmek Allah (cc) vergisidir. Herkes rüya tabir edemez. Akıl ve mantık bu iş için yeterli değildir. Hatta ulemanın rüya tabiri hususunda yazdıkları bir kısım eserlerden hareket ederek rüyaları tabir etmek dahi doğru değildir. Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.leri:

“Eğer o kitaplardaki formüllerin usulü bilinirse, bunda bir sakınca yoktur. Yoksa onlar rüyayı yormada ölçü olarak alınmaz” buyururdu.

Zira her zamanın ve herkesin rüyaları değişiktir ve birbirini tutmaz. Mesela; bugün füzeyle uzay seyahati yaptığını gören bir kimsenin rüyası, rüya kitaplarına bakılarak nasıl yorumlanacak? Bu iş kitaplarla değil de ehliyetli kimselere başvurularak çözülmelidir.

Rüya, merhametli ve öğüt verebilecek durumda olanlara anlatılmalı, güzelce yorumlayamayacak kişilere de söylenmemelidir. Peygamber (sav) Efendimiz:

“Rüya gören onu hiç kimseye söylemediği sürece o, bir kuşun ayağına bağlıdır (zuhur etmez); söylerse zuhur eder. Böyle olunca rüyanızı yalnız akıllı, sizi seven veya size öğüt verecek durumda olan kimselere söyleyin” buyurmuştur.” (Müsned)

Rüyalar anlatılmadığı sürece hükmü askıdadır. Ne zaman anlatılacak olursa, duruma göre kısa zamanda hükmü gerçekleşen rüyalar olabildiği gibi, zaman ve mekân sınırını aşabilecek rüyalar da olur. Rüyada Allah-u Teâlâ’nın görülmesi gibi.

Rüya tabir edecek kimsenin rüya ilmine haiz olması icap eder zira o, rüyayı imkân nispetinde hayra yormalıdır. Çünkü o, faydalı olana ve kendisine yardımı dokunacak hususlara irşat ve teşvikte bulunmalıdır. Bilgili olmalıdır. Rüya yorumundan anlayan kimse olmalıdır. Sevilen bir kimse olmalıdır. Böyle birisi, rüyayı görenin ihtiyaç duyduğu hususu bilip, onu öğretecek veya sükût edecektir. Tabirci, bir hayır görürse söyler, anlayamaz veya şüpheye düşerse sükût eder. Veya: “Allah hayırlara tebdil etsin” der. Bu da o rüyanın hayır üzere tabir edildiğini gösterir.

Mevzua açıklık getirmesi bakımından sizlere bir örnek vermek istiyoruz;

Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin yanına bir aile gelir. Bu aile evlilik ile ilgili istihare yaptıklarını ve rüyalarında yeşillikler gördüklerini, bu veçhile evlendiklerini söylerler, fakat aradan bir müddet geçtikten sonra anlaşamayıp boşandıklarını bunda ki hikmeti sorarlar;

Abdullah Baba Hz.leri kendisine gelen bu kişileri dinledikten sonra, “Gördüğünüz yeşillik ne tür idi” diye sorar;

Onlar şöyle cevap veririler;

“Efendim, nane bahçesi idi” deyince;

Abdullah Baba Hz.leri;

“Evladım nane yeşildir ama acıdır” buyururlar.

Kanserli olan bir kardeşimiz şöyle bir rüya anlatmıştı. Rüyasında; Piranların tutmuş olduğu bir eleğin içerisinde kendisini elediklerini, eleğin altına geçtikten sonra tekrar eleğin üzerine attıklarını ve bunu sürekli yaptıklarını, yaparken de çok ızdırap çektiğini anlattı. Bizde bu görmüş olduğu rüyayı Üstadımız Hz.lerine anlattık.

Efendimiz bize;

Evladım o kardeşinizin günahlarını temizliyorlar, bütün günahlarından arındıktan sonra, ruhunu teslim edecek” buyurdular.

İmam Malike: “Herkes rüya tabir edebilir mi?diye sorulmuş o da: “Nübüvvetle oynanır mı?” demiştir.

İmam Malik (rh. a):

“Rüyayı iyi tabir edenler yorumlasınlar. Eğer iyi rüya görürse söylesin; iyi rüya görmezse sussun” demiştir. “İyi görmese de onu iyi olarak tabir etsin mi?” sorusuna karşılık olarak da: “Hayır! Rüya Nübüvvetin bir parçasıdır. Nübüvvetle oynanmaz” diye cevap vermiştir. Görülüyor ki, Müçtehid zâtlar rüyanın önemini böyle anlayıp, tabir etmenin de büyük bir iş olduğunu ortaya koymuşlardır.

Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri dervişlerine rüyalarını sorar ve anlattığımız rüyaları tabir ederdi. Rüya tabiri hususunda da oldukça titiz davranır ve herkese rüya anlatmanın sakıncalarını belirtir, rüya anlattığınız kimse “Hayrola hayırdır inşallah” demezse rüyanızı anlatmayın zira Peygamber (sav) ve ashabı böyle söylerlerdi. Diye tembih ederlerdi.

“Salih insanların görmüş olduğu salih ve Sadık rüyalar vardır. Onu ancak ehline söyleyin. Onlar ki; salih olan, insanlara vaaz ve nasihat eden kimselerdir. Bu gibi rüyaları onlara anlatın buyurdular.”

Üstadımız bunu sık sık telkin eder, hatırlatırdı. Biz de kendisine rüyalarımızı anlatırdık. Kendileri eğer lüzum görürse tabir eder, gerekli izah ve ikazları yapardı. Eğer gerek görmezse; “Hayrola, hayırdır inşallah” diyerek yetinirdi. Bunu söylemenin de rüyayı hayır üzere tabir etmek manasına geldiğini söylerdi. Zaman zaman kendi rüyalarından da anlatırdı. İçimizden önemli rüya görenlere rüyalarını zaman zaman anlattırır ve güzel rüyalar görmeye bizleri teşvik ederdi. Hatta huzurundan ayrılacağımız zaman bile: “Hayırlı geceler, hayırlı rüyalar” temennisinde bulunarak, bizleri uğurlardı.

Rüyaların Vuku Bulması

Üstadımız, rüyaların bazısı bir lahzada geçekleşebileceği gibi, üç günde, bir ay içerisinde ve hatta otuz sene içerisinde gerçekleşebileceğini söylerdi. Bu konuyla ilgili olması sebebi ile birkaç örmek vermek istiyoruz.

Abdullah Baba Hz.lerine bir aile gelir. Evlenme sebebi ile istihare yaparlar rüyalarında Hz. Hüseyin (ra) Efendimizi görürler ve Abdullah Baba Hz.lerine anlatırlar. Efendi Hz.leri de rüyanın salih bir rüya olduğunu yapılacak nikâhın hayır olacağını söyler ve böylece iki genç nikâh ederler.

Aradan bir zaman geçer ve bu insanlar anlaşamazlar ve boşanırlar, hatta; Bu nikâh, Abdullah Baba Hz.lerinin izini ile oldu. O olmasa biz bu nikâhı yapmazdık, demeye kadar getirirler.

Ayrıldıktan sonra bir müddet geçer fakat iki tarafta ayrıldıklarına çok pişman olur, yaptıklarının yanlış olduğunu idrak ederler. Tekrar nikâh ederler ve halen çok huzurlu bir aile ortamları mevcuttur, O an için Efendi Hz.leri hakkında yaptıkları suizan yüzünden çok mahcup olurlar ve af dilerler. Böylece bazı rüyalar uzun zaman sonra gerçekleşebilir.

Hatta Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri, kendisinin görmüş olduğu bir rüyanın tam yirmi yıl sonra aynen tahakkuk ettiğini söylerdi. Bunun gibi dünyada gerçekleşmeyecek olan rüyalar da olur, derdi. Nitekim rüyasında Cenneti, Cehennemi gören kimse, bu rüyanın gerçekleştiğini ancak vefatından sonra görecektir.

Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri, rüyalarda Allah-u Teâlâ‘nın lütfu ile muamele ettiğine dair bazı kesitler sunardı bazen bizlere;

“Evladım Cenabı Allah şu sıkıntınızı rüyanızda atlattırsın” buyururlardı.

Elhamdülillah o sıkıntı atlatılırdı. Bizlere bu konu ile ilgili şöyle bir mevzuu anlattılar;

Pirimiz Gavsı Azam Seyyid Abdülkadir Geylani(ks)döneminde başka bir şeyh bağlı olan bir derviş üstadının yanına gelir ve Üstadına;

─ Efendim elimde bir miktar mal kaldı bunu satmak için Şam’a gitmeme müsaadeniz var mı? Diye sorar;

Üstadı;

─ Hayır, evladım, gitme der.

Fakat derviş tatmin olmaz ve Abdülkadir Hz.lerinin dergâhına varıp Hz. Pir ile görüşür Hz. Pir‘de o dervişe gitmesi için müsaade verir. Derviş Hz. Pirden müsaade aldıktan sonra Şam‘a gider mallarını satar. Dönüşte dinlenmek için bir ağacın kenarına oturur ve orada uyuya kalır. Rüyasında haramiler bunun yanına gelip bıçaklarlar ve kazandığı paraları alıp oradan giderler, derviş bu rüyanın dehşeti ile uyandığın da yerde kan izleri dahi görünce hayrete kapılır, parasına bakar yerinde, vücuduna bakar hiçbir tarafında çizik dahi yok, hemen doğruca Abdülkadir Geylani Hz.lerinin dergâhına gider, olan biteni anlatır;

Pirimiz Gavs-ı Azam Seyyid Abdülkadir Geylani(ks)

O derviş‘e şöyle buyururlar;

─ Evladım, senin üstadın sen Şam’a gidince başına gelecekleri Leva-i Mahfuzda görmüş, fakat manevi derecesi yeterli olmadığı için müdahale edememiş ve bu sepeble başına gelecekleri bildiği için gitmemeni söylemiş. Biz ise senin bu sıkıntını rüyan da geçirmen için Allah-ü Teâlâ Hz.lerine nazlandık buyurur.

İşte kardeşlerim! Allah’ın izni ile bazı sıkıntılı durumlarınızı siz farkında olmasınız dahi rüyanızda atlattırırlar.

Kulun bir sıkıntıya müptela olması mukadder olur. Kul onu dünya hayatında yaşaması gerekir. Bu ezelde takdir olunmuş İlahi bir hükümdür. Ancak Allah-Teâlâ merhameti ile muamele ederek, ezelde takdir ettiği bir hükmünü, rüyaların görüldüğü düş âleminde, ruhani bir yaşayışla gerçekleştirir. Buyurdular

Çoğu İslam bilginleri rüyanın ruhlar âlemi ile bu dünyamız arasında misal âlemi denilen bir âlemde görüldüğünü kabul etmektedirler. Ruhun bu âlemle daha önceden münasebeti bulunduğu İslam âlimlerinin açıklamaları arasındadır. Bu görüşe Bediüzzaman Hazretleri de katılarak: “Rüya, misal âleminin bir gölgesi, misal âlemi de berzah âleminin bir gölgesi hükmündedir. Bunun için onların düsturları birbirine benzer” demektedir. Şu hâlde berzah âlemi, misal âlemi ve rüya, varlık dereceleri farklı olmakla beraber mahiyetleri birbirine benzemektedir. Ancak bu âlemde yaşanılan şeyler, hep dünyada yaşayanlarla alakalıdır. Bu sebeple, o âlemde yaşanılan bir kısım olayların, gerçek hayat ile de alakası bulunmaktadır.

Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri buna istinaden bizlere dualarımızda: “Allah‘ım! Eğer bize bir şer dilemişsen, bunu rüyaya tebdil eyle” diye yalvarmamızı söylerdi.

Nitekim Hz Ömer (ra): “Allah‘ım! Eğer Ömer kulunu ezelde Şaki-Bedbaht olarak yazdınsa, lûtfun ile Said-Bahtiyar olarak değiştir” diye dua ederdi.

Allah-ü Teâlâ bizleri bedbaht olanlardan değil, bahtiyar olarak dilediği kimselerden eylesin. Âmin.

Nuri Köroğlu

İslam’da Rüya’nın Hakikatı

İnsanın ruh dünyasında cereyan eden muhtelif gerçeklerden biri de şüphe yok ki rüyadır. Bu rüyalar, insanda uyku esnasında vuku bulan ve sık sık yaşanılan hallerdir. Bu itibarla insanlar rüyalarla yakından alakadar olmuşlardır. Çünkü hayatın mühim kısımlarından birini teşkil eden bir hakikattir.

Rüya; uykuda görülen ve misal âleminde yaşanılan düşler demektir. İslam âlimleri Allah-ü Teâlâ‘nın melek vasıtası ile hakikat veya kinaye olarak, kulun Şuurunda uyandırdığı enfüsi (içgüdüsel) idrakler ve vicdani duygular yahut ta Şeytani telkinlerden, edğas-ü ahlam (karma-karışık) hayallerden ibaret bulunduğunu söylemişlerdir.

Rüya hakkında gerek Kur‘an-ı Kerimde ve gerekse Hadislerde insan hayatını yakından alakadar eden bir husus olması münasebeti ile bahsedilir. Bunda da bazı Peygamberlerin (as) rüyaları konu edilir ki, onların rüyalarının Allah tarafından bir alamet olduğu vurgulanır.

Rasulullah (sav) Hudeybiye‘ye Umre için çıkmazdan önce rüyasında, kendisinin ve ashabının emniyet içinde başlarını tıraş ederek Mekke‘ye gittiklerini görmüştü. Bunu Ashabına anlatmıştı. Ancak Hudeybiye ‘de alı konulup, Umre yapamayınca, münafıklar hani peygamberin(sav)rüyası doğru çıkardı demeye başladılar. Bunun üzerine Cenabı Hak Şu ayetleri indirdi.

“Andolsun ki, Allah gerçekten peygamberine o rüyayı hakkıyla doğru gösterdi, şanıma yemin ederim ki, İnşallah Mescid-i Haram’a güvenlik içinde başlarınızı kazıtarak, kırkarak korkusuzca gireceksiniz! Ancak O, sizin bilmediğiniz Şeyleri bildi de ondan önce yakın bir fetih verdi.” (Fetih /27)

Kur ‘an-ı Kerimde Yusuf(as) ‘ın zindana düştükten sonra başından geçenleri

Yüce Rabbimiz (cc) Şöyle anlatıyor:

“Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki, ben(rüyada)Şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun tabirini bizlere haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz dedi. (Yusuf) dedi ki; size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu (tabir ilmi) Rabbimin bana öğrettiklerin dendir.” (Yusuf /36,37)

Yusuf (as) rüya görenler müşrik oldukları için onlara Allah ‘ın birliğini, putların batıl olduğunu bildiriyor,41.ayeti kerimede ise Cenabı Hak Yusuf (as)‘ın Şöyle buyurduğunu beyan ediyor.

“Evet, zindan arkadaşlarım (rüyalarınıza gelince) biriniz (daha önce olduğu gibi) Efendisine Şarap sıkacak; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından beynini yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu Şekilde) kesinleşmiştir”. Onun bu tabiri de aynen gerçekleşiyor.

Yine Yusuf suresinde 45 ve 49. ayetler arasında beyan edildiği gibi, Firavun rüyasında; Yedi arık ineğin yedi semiz ineği ayrıca yedi yeşil başak ve diğer kuru başaklar görmüş bunun tabirini kimse yapamayınca Yusuf (as)zindandan çıkarılıp rüyayı tabir etmiştir. Böylece kıtlığa karşı tedbir alınmıştır.

Ey Rabbim, Sen bana mülkten bir nasip verdin ve bana rüyaların tabirinden bir ilim öğrettin. Gökleri ve yeri yaratan Rabbim, dünya ve ahirette benim velim Sensin! Benim ruhumu Müslüman olarak al ve beni iyiler arasına kat!” dedi. (Yusuf /101)

Yine İbrahim (as) oğlunu kurban edeceğini rüyasında görmüş ve bu hadise Kur ‘an-ı kerimde Şöyle bildirilmiştir.

“(Oğlu) yanında koşma çağına gelince: “Yavrum, ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Artık bak ne düşünürsün?” dedi. (Çocuk da): “Babacığım sana ne emrediliyorsa yap! Beni inşallah sabredenlerden bulacaksın!” dedi.” (Saffat /102)

Rüyaya gerçekten sadakat gösterdin, işte biz güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız” (Saffat /105)

Kur ‘an-ı Kerimden pek çok ayetler ve hatta Kevser Suresi Peygamber (sav) Efendimize rüyada indirilmiştir. Bu gösteriyor ki Rahmani rüyalar Hak Teâlâ ‘dan gelen müjdeler ve büyük nimetlerdir.

Şimdi sizlere Peygamber (sav) Efendimizin rüya hakkında bazı hadis-i Şeriflerini de aktarmak istiyoruz:

Müminlerin Annesi Hz. Aişe (r.ah) Şöyle haber verdi:

Allah Resul’üne (sav) ilk vahyin başlangıcı, uykuda doğru (sadık) rüya görmekle olmuştur. Gördüğü her bir rüya muhakkak sabah aydınlığı gibi apaçık meydana gelirdi”(Müslim)

Rasulullah (sav)Efendimiz salih rüya hakkında buyurdular ki:

“Güzel rüya müjdedir.” (İbni Cerir)

“En doğru rüya seher vakti görülendir.” (Beyhaki)

Peygamberlik müjdelerinden salih (iyi) rüyadan başka kalmadı. Mümin rüyayı, ya kendi görür veya başkaları onun için görür” (Müslim)

İmam Buhari ve İmam Malik‘in tahric ettikleri bir hadis-i şerifte Hz.Peygamber(sav) Şöyle buyurmuşlar

Benden sonra Peygamberlikten bir şey kalmaz, ancak saliha rüyalar müstesna”

Efendimiz(sav)Hz.leri bir başka Hadis-i şeriflerinde; “Müminin rüyası vahyin kırk altı cüzünden bir cüzdür” (Buhari) buyurmuştur.

Yine Ebu Hureyre (ra) Hz.leri Peygamberimizin (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir;

“(Ahir zamanda) kıyamete yakın mü’minin gördüğü rüya asla yalan çıkmayacaktır. (Biliniz ki) mü’minin rüyası vahyin 46 da biridir. Nübüvvetin bir parçası ise asla yalan olmaz.

Rüyanın önemine binaen Rasulullah (sav) Efendimizin

“İftiranın en büyüğü görmediği halde rüyayı gördüm diye söylemektir” (Buhari) buyurmuştur.

Peygamber (sav) Efendimiz bir hadis-i Şeriflerinde de rüyaların farklı konumlarda olabileceğine dikkat çekerek Şöyle buyurmuşlardır;

“Salih rüya rahmani, karışık rüya şeytanidir.” (Buhari)

Yine bir başka Hadisi şeriflerinde;

Rüya üç kısımdır; Bir kısmı; âdemoğlunu üzmek için Şeytandan olan korkulardır, bir kısmı, kişinin uyanıkken kafasını meşgul ettiği şeylerdendir, bunları uykusunda görür. Bir kısım rüyalar da var ki, onlar peygamberliğin kırk altı cüzünden birini teşkil eder.” (MuhtasarKütüb-i Sidde)

İslam âlimleri bu hadise dayanarak rüya olayını üç kısım üzere sınıflandırmışlardır.

Birincisi Rabb tarafından doğrudan doğru veya bir melek vasıtası ile meydanda olan hak bir telkindir ki, asıl rüya budur. Buna “MÜBEŞŞİRAT” denilir. Yahut ayet ve hadislerde geçtiği üzere “SADIK RÜYA” veya “SALİH RÜYA” denilir ki, Allah tarafından müjdelemek veya uyarmak amacı kastedildiği söylenmiştir.

İkincisi nefsin kendinden kendine doğru olan bir telkindir ki, mazide geçirdiği hatıraların düşünülmesinden başka bir şey değildir. Buna Kur ‘an ‘da “ADĞAS-Ü AHLAM” adı verilir. Karma-karışık içgüdüsel idrakler, bilinçaltına yerleşmiş duygular demektir.

Üçüncüsü şeytani bir telkindir ki, harici bir gizli tesirden meydana gelen ve fakat yalan bir çağrı ve hayalden ibaret olur. Sadık rüyanın zıddı olarak kabul edilir. Bu da “ŞEYTANİ RÜYA” diye belirtilir. Bununla beraber bütün bunlar nefiste ilmi olmasa bile, hissi bir heyecan uyandırmaktan başka bir şey değildir.

Nuri Köroğlu