Sultanımdan Gönüllere : MÜRŞİDİ KAMİLİ NASIL TANIRSIN ?

Allah (cc) indinde en üstün olan insan takva olan insandır. Irkıyla, soyuyla, sopuyla; Arap’ın Acem’den, Kürd’ün Türk’ten, Türk’ün Hollandalıdan, Amerikalıdan üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. Allah’ın (cc) emirlerini tutup haramlardan kaçan, Peygamber (sav) Efendimizin sünnetini ihya eden insanlar takvadır. Allah (cc) indinde en muteber olan bunlardır. Bu takva olan insanlardan İki yüz yirmi dört bin, tane evliya var. Haddini Allah (cc) bilir.

Bu evliyalarda üç türlü olur.

Birincisini; Allah’ım (cc) bilir de kendisine bildirmez; “O Benim evliyam” deyip, O’nu Settar ismi şerifi ile setreder, saklar, “Ey mü’minler! Sizlerin arasında, benim dostlarım, benim evliyalarım var; yerler, içerler, gezerler, ama sizler bilemezsiniz”, buyurur.

İkinci evliyasını; Hem Allah’ım (cc) bilir, hem dost olduğunu, evliya olduğunu kendisine bildirir.

Üçüncü evliya da Ulu-l âzâm evliyadır. Bu gizlenmez. Hem Allah’ım (cc) bilir hem kendisine bildirir hem de insanlara bildirir. Halk O’nu gördüğü zaman;

“Allah, Allah! Bu adamı nerede gördüm.  Bu adam nereli ki? Nasıl adammış? Hangi camide rastladım?” diye düşünür. Daha önceden tanıyormuş gibi O’na sevgi duyar. İnsanlar O’nu rüyasında görür. O rüyalarda da irşatçıdır. Mü’minlerin ikaz ve irşadına memur olduğu için, Cenab-ı Allah ulu-l âzâm evliyasına kullarına da bildirir.

Şimdi evliya deyince, insanlar hep; hata yapmaz, günah işlemez, melek gibi, peygamber gibi zatlar zannediyorlar. Hâşâ sümme hâşâ!

Ahirette de göreceksiniz; ehl-i tasavvuf, dünyada ki manevi askerlerdir. Neyin askeri? Allah’ın (cc) askeri elbette ki! Nasıl zahiri askerler varsa ve ayrı ayrı hava kuvvetleri, kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri diye ayrılmışsa, bunlarında ayrı ayrı sınıfları varsa, Cenâb-ı Zülcelâl Hazretlerinin de dünyamızda da ayrı ayrı bölgelerde, ayrı ayrı yerlerde hem hava hem kara hem denizde evliyaları var. Nasıl asker denildiği zaman, erinden generaline kadar hepsine asker deniliyorsa ve hepsinin rütbeleri farklı farklı; kimi onbaşı, çavuş, başçavuş, asteğmen, üsteğmen, yüzbaşılıktan orgeneralliğe kadar yükseliyor ise, evliyaların da kendi aralarında sınıf ve rütbeleri vardır. Evliyalar yaptıkları kullukları ve hayırlarla rütbelenir. Cenâb-ı Allah zerre kadar hayırlarını zayi etmez.

Bu evliyaları nasıl bilelim? Bunu bilebilmek için dilimize sahip olmamız lazım, kalbimize sahip olmamız lazım. Kalben Allah’a (cc) teveccüh etmemiz lazım.

Peki, ulu-l âzâm evliyası nasıl bilinir? Şeyh nedir?

Arabistan’da kunduracıların şeyhi var, otelcilerin şeyhi var, motor ustalarının şeyhi var, elektrikçilerin şeyhi var, yani birkaç kişiye bir şeyler öğreten meslek sahibi insanlara şeyh diyorlar.

Ülkemizde ise tarikat yolunda yani Allah’a (cc) giden yolda, etrafına birkaç kişiyi çeviren, zikir yaptıran insanlara da şeyh derler.

Bu şeyhler beş türlü olur;

Ders şeyhi: Elinize ders verir. Hangi tesbihatı ne kadar çekeceğinizi, nasıl dua edeceğinizi söyler. Bunların karşılığında sevap alacağınızı anlatır.

İkincisi kürsü şeyhi; Âlimler, vaizler, müderrisler bu gruba girer. Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin emirlerini, Peygamber Efendimizin sünnetlerini tavsiye ederler. Hangi ayetleri ve sureleri okuyacağınızı, Allah’ı (cc) zikretmeniz gerektiğini, yapabileceğiniz tesbihatları söylerler.

Birde kabile şeyhi vardır. Şeyhlik babadan evlada, evlattan evlada geçer. Mesela Resulullah Efendimizin torunlarının torunu, torunlarının torunu diye gelen silsileye kabile şeyhi denir.

Tekke Şeyhi vardır; Şeyhe hizmet eder, Seyr-i Sülukunu tamamlar, ,cazetini verir,

Hâl şeyhi ise; en efdali olan hâl şeyhidir. Çünkü buna bizatihi Resulullah (sav) Efendimiz görev verir, velayet nuruyla O’nu sever, Cenâb-ı Zülcelâl Hazretleri sevdiği gibi Muhammed-ül Mustafa’da bütün peygamberler ve evliyalar huzurunda, O’na cübbe giydirir, taç giydirir, dua ederler ve “ümmetimi irşat edeceksin” derler. Dervişleri O’nu rüyalarında, rabıtalarında görürler. Hâl şeyhleri, her yerde dervişlerini ikaz ve irşat ederler.

Peki, bu şeyhleri nasıl bilelim, ölçü nedir?

Şeriat’ta ölçüsü; kim olursa olsun, hanesi her kese açık olur, herkesi ziyarete gider.        

Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin dediği gibi; “Gel! Yine de gel! Putperest olsan da Mecusi olsan da bin sefer dahi tövbe şişesini kırsan da yine de gel! Çünkü bu dergâh ümitsizler dergâhı değildir.” dediği gibi kapısı herkese açık olur. Onun bunun aleyhinde konuşmaz. Sohbeti bol olur ve devamlı Allah (cc) ve Resulü’ne sevgiden ve bunun dışındaki her şeyin âtıl ve bâtıl olduğundan bahseder. Resulullah’ın (sav);

“Ey ashabım! Size iki şey bırakıyorum; birincisi Allah’ın (cc) kitabı Kur’an-ı Kerim, ikincisi benim sünnetlerim. İkisine de sıkı yapışın, eğer birinden birini bırakırsanız dalalettesiniz, ikisine de yapışırsanız hidayettesiniz”, hadisini kendine düstur edinmiştir ve etrafındakilere de bunu tavsiye eder. Nasihati bol olur, cömert olur, herkese izzet-i ikramda bulunur.

Tarikatta ölçüsü ise; O’nu görür görmez, “Allah Allah! Ben bunu iyi tanıyorum, nereden tanıyorum acaba?” diye düşünürsünüz. Kalbinize bir sevgi gelir. Karşısında soracağınız soruyu unutursunuz. Soru soracağım, şöyle şöyle sorayım dersiniz; yanına geldiğiniz zaman, O’nun cemaline bakınca, soracağınız soruyu unutursunuz. Soruyu yazdıysanız da “Kâğıdı eve koymuşum galiba” deyip nereye koyduğunuzu bile hatırlayamazsınız, hâlbuki üzerinizde olur. O’nun yanından ayrılmayı istemezsiniz. Pür dikkat sohbetini dinlersiniz. Acele işiniz olsa dahi gitmeyi istemezsiniz. İşte böyle zâtlar mürşitlerdir.

Mürşidi kâmil hakikatte nasıl bilirsiniz? O zâta şu soruları sorarız;

Birincisi; “Peygamber (sav) Efendimiz size görev verdi mi? Senin şeceren var mı? Senin yolun hak yol mu? Resulullah Efendimize kadar gidiyor mu?” diye sorarız. Bu sorduklarımız o zâtta varsa;  “İnşallah-u Teâlâ bu yetkiler Bize verilmiştir.”der.

İkincisi; “Seni rüyamda gördüğüm zaman, şeytan suretine girmesin, beni azıtmasın, senin şekline suretine şeytan girer mi?” Resulullah Efendimiz görev verdiyse; “İnşallah-u Teâlâ girmez” der. Hatta “Rüyanda ayet oku” der,

Şöyle ki; “Dahilek Ya Resulullah!” dediğin zaman şeytan kaçar, “Dahilek Muhammed’ür Resulullah!” dediğin zaman, şeytan, tayfa-i cin kaçar, eğer gördüğün o şahsiyet kaçmıyorsa; mürşit-i kâmildir.

Rüyanda olsun, rabıtanda olsun, Resulullah Efendimizi davet eder, piranı davet eder, hemen gelirler.

Televizyonu açınca, bazısı biraz karlama yaparak açılır, bazısını da açtın mı hemen görüntü geliyor. İşte mürşidi kâmiller, Peygamber Efendimiz, diğer peygamberler, piranlar, davet edildiği zaman bu şekilde hemen yanınıza gelirler, ama göremezsiniz siz, görmek için basiret gözü lazımdır.

Üçüncüsü de “Zahiri olsun manevi olsun bunaldığım zaman, daraldığım zaman, yardımın olur mu?”

Eğer Allah-u Teâlâ ve Resulüne uyduysa; “Allah’ın (cc) izniyle benim elimde bir şey yok, her kuvvet kudret O’na aittir”, der. O her şeyi yapandır, irşat ve ikazı O yapar. Bizler ancak tellallık yaparız, bizler anlatırız. Bizler anlatırız, sizler de duyduğunuz gibi amel edip yaşamalısınız.

Mürşidi kâmil zât dervişinin son nefesinde dahi yanında olur ve “Kelime-i Şahadet”i söylemesine, imanlı gitmesine vesile olur.

Mürşidi kâmil ahirette de üç yerde dervişlerine yardımcı olur; Sırat Köprüsü’nde, mahşer yerinde, Peygamberimizin Liva-ül Hamd Sancağı’na götürmek için vesile olur.

Nasıl bir arabanın aküsü şarj olmaya ihtiyacı varsa, insan maneviyatının da Allah (cc) ve Resulünü sevebilmek için bir enerjiye ihtiyacı vardır. İşte bunu mürşidi kâmiller verir. Onların yanına varınca cemalinden, sohbetinden, feyzinden, nazarından istifade edersiniz. Dersinizi yaptıkça, zikir yaptıkça, rüyanız da O’nu görürsünüz. Bir hata işlediğiniz zaman yine rüyanızda sizi ikaz eder. Sizi azarlar, icabında döver.

Hadim-ül Fukara Abdullah Baba Hz. sözlerini şöyle tamamlamıştır ; bugün bir kilo pırasa alırken, bir kilo elma alırken, dükkân dükkân geziyorsunuz da bir eşarp, bir takke, bir ayakkabı için; hangisi daha iyi, hiç kimsede olmayan bende olsun diye saatlerce dolaşıyorsunuz da, ruhunuzu teslim edeceğiniz, manevi baba diyeceğiniz zâtı, niçin böyle büyük bir istekle aramıyorsunuz?

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : ÜVEYSİLİK YOLUNUN PİRİ, VEYSEL KARANİ HAZRETLERİ

Bütün piranların sevdiği, evliyaların sevdiği, sertacı olan Muhammed-ül Mustafa’nın (sav) sevmiş olduğu ve Hazreti Ömer ile Hazreti Aliyyel Murtaza’ya;

“Benim şu hırkamı Yemen ilindeki Veysel Karânî’ye teslim edin, ümmetime dua etsin” buyurduğu, O muhterem zât…

Hazreti Ömer ile Hazreti Aliyyel Murtaza yanlarında kutsal emanetleri ile geldiler. Mübareği Arafat Dağı’nda buldular. Veysel Karânî’ye kimi deli, kimi mecnun, kimi meczup diyorlardı. Yanına geldiler. Adının Üveys olduğunu öğrendikten sonra O mübareğe:

–Aç bakalım sağ elini, dediler. Sağ elinde arpacık hastalığından dolayı oluşan beyazlığı görünce:

–Rasululah’ın söylediği gibi, bu Üveys dediler. Rasululah’ın isminin anıldığını duyan Üveys’in heyecanı arttı, ardından Hazreti Ömer:

–Allah’ın Resulü’nün (sav) selamı var. Bu hırkasını sana gönderdi ve “Ümmetime dua etsin” buyurdu deyince:

–Bu hırkayı ben nasıl giyeyim, ben buna lâyık değilim, diyerek ağlamaya başladı.

–Lâyık olmasaydın, Rasululah bunu sana yollamazdı, denilince, Rasululah’ın hırkasını eline aldı ve taşın dibinde secdeye kapandı. Hazreti Ömer Efendimiz öldüğünü ya da bayıldığını zannetti.

“Ya Üveys! Ya Üveys!” diye seslendi.

O sırada Veysel Karânî Hazretleri, Cenab-ı Allah’a şöyle yalvarıyordu;

–Ya Rabbi! Habibin Ahmet Resulün Muhammed’in ümmetini affeyle.

Yüce Yaradan;

Ey Üveys kulum! Dörtte birini affettim, buyurdu.

Veysel Karani Hazretleri;

– Ne olur daha affet Ya Rabbi, diye yalvarınca;

Dörtte ikisini affettim, buyurdu. Yine;

– Ne olur daha affet Ya Rabbi, deyince;

Dörtte üçünü affettim, buyurdu.

Oanda Hazreti Ömer ibni Hattab sırtına vurunca kendine geldi ve:

– Yapma Ya Ömer! Rabb’imden tüm Ümmet-i Muhammed’in affını diliyordum dörtte üçünü affetti yalnız dörtte biri kaldı, dedi.

Bu olayın ardından karşılıklı sohbet ettiler. Veysel Karânî Hazretleri:

–Ya Ömer! Allah’ın Resulü’nü Bana bir anlat, bir tarif et, dedi.

–Kaşları siyahtı, yay gibiydi. Buğday benizliydi, dişleri düzgündü, başı biraz iriceydi. Yanına gelen insanlar O’nun yanında küçük kalırdı, herkesten daha heybetli idi. İnsan baktığı zaman dünyasını, ailesini, her şeyini unuturdu. Nasıl vasfedeyim, Allah’ın (cc) vasfettiğini. Kur’an vasfetmiş O’nu Ya Üveys, deyince; Veysel Karânî Hazretleri:

– Görememişsin Ya Ömer, dedi.

Ardından Aliyyel Murtaza:

–Ya Üveys! Ben gördüm, dedi.

Veysel Karânî Hazretleri:

–Nasıl gördün Ya Ali, diye sorunca;

–Mekke’nin fethinde putların hepsini kırdık. Sadece tunçtan yapılmış lat ve uzza adında putlar kaldı, bir türlü yetişemedik.

–Ya Rasulullah! Omzuma basın da şu putu devirin, dedim. Rasulullah Efendimiz;

–Ya Ali! Küreyi arz Beni zor tartıyor, sen nasıl taşıyacaksın, Bende “Nübüvvet Mührü” var. Sen çık benim omzuma, dedi.

–Hayâ ederim Ya Rasulullah, dedim.

–Çık omuzuma Ya Ali, dedi. Yine;

–Hayâ ederim Ya Rasulullah, dedim. Üçüncü seferde; Çık, deyince, hayâ ile omuzlarına çıktım, putu tuttum. Allah’ın Resulü’ne (sav) baktım. O’da bana baktı bütün on sekiz bin âlemi Muhammed-ül Mustafa olarak gördüm. On sekiz bin âlemi O’nun cemalinde gördüm, deyince Veysel Karânî:

– Bende öyle görüyorum, Ya Ali; dedi ve hüngür hüngür ağladı.

Ama bizler rüyamızda bile göremiyoruz. “Rüyasında görende söyler mi canım, olur mu?” derler.

Peki, neden Rasulullah (sav) Efendimiz rüyasını anlattı?

Neden Ebu Bekir Sıddık Hazretleri anlattı?

Neden Hazreti Ömer Efendimiz anlattı?

Neden Osman-ı Zinnureyn, Aliyyel Murtaza anlattı?

Niye mezhep sahiplerimiz anlattı?

Doksan dokuz defa Allah’ı (cc) gördüm diye, neden piranlar anlattılar?

Anlattılar ki anlayanlar olsun da onlar da âşık olsun, Muhammed-ül Mustafa’yı sevsinler. O’nu görmek için O’nun yoluna gitsinler, emin insan olsunlar. Böyle rüyalar görmek için de dilimize sahip olmamız lazım. Yalan söylemememiz, yemin etmememiz, gıybet etmememiz lazım. Suizanda bulunmamamız, onun bunun aleyhinde konuşmamamız, dedikodu yapmamamız lazım. Üç kişi bir araya geldik mi dedikodu yapmamalıyız. Birlikte çay içip, arkadaşım dediğimiz arkadaşımıza arkasından sahtekâr diyoruz, bunu demememiz, kimsenin gıyabına konuşmamamız lazım. Bilmediğimiz bir şeyi biliyormuş gibi konuşmamamız lazım. Özü sözü bir insan ve mü’min olmamız lazım…

Tarikatçı tarikatçıyı sevmiyor. Şeriatçıyım diyor, şeriatçıları sevmiyor. Allah’ı (cc) sevseniz, hepsini seversiniz. Çünkü hepsi de “Allah” diyor “Lâ ilâhe illâllah Muhammed-ür Resulullah” diyor.

Bizi ben-i israil yahudisi birbirimize düşürdü. Kitabımız bir Kur’an, Allah’ımız (cc) bir “Lâ ilâhe illâllah”, Muhammed’imiz bir, kıblemiz bir, amellerimiz bir, ancak mezhepte ve meşrepte ayrıyız. Beytullah’a gidiyorsunuz, orada tavaf yapıyorsunuz. Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri “Gül Değirmeni” diyor Beytullah’a “Değirmen gül, dönen gül, alan gül, satan gül, unu gül, güldür gül” diyor.

Beytullah’ın ikinci katına çıktı mı insan ağlamadan duramıyor. Bakıyorsun renk renk, çeşit çeşit insanlar, hepsi de Allah’ın (cc) beytini tavaf ediyor, “Allah-ü Ekber” deyince kıyamda duruyor, “Allah-ü Ekber” deyince secdeye varıyor. Nasıl olur da biz bunların arkasından konuşuruz, konuştuğumuz zaman yazıklar olsun bizlere.

Tövbe edelim de Allah’a layık kul, Muhammed-ül Mustafa’ya (sav) layık ümmet olalım.

Allah (cc) hepinizden razı olsun…

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : ÜMMETİN HELAKI

Allah’ı (cc) çok sevelim, çok zikredelim. Kesiran kesira bu dünyadaki parti liderlerini makam, mansıp, koltuk, amirlik, memurluk veriyor diye seviyoruz da, neden bizi yaratan âlemin padişahını sevmeyelim. O’nu sevelim O’nun dini için çalışalım, 

Hazreti Ömer bir gün Rasulullah’ı(sav) ağlarken görünce;

– Ya Rasulallah anam babam sana feda olsun. Neden gözyaşı döküyorsun? diye sorar.

Rasulullah (sav) bugünü işaret edercesine şu cevabı verir;

– Ümmetim puta tapmaz. Ancak onları üç şey helak edecek. Para, kadın ve makam sevdası…  Onun için gözyaşı döküyorum.

Şeyh Şamil Hazretleri’ne Rus Çarı şöyle diyor;

– Biz sizi yıkmak için üç tane metot aldık elimize, diyor. Birincisi; “Parayla bozalım, rüşvetle bozalım” dediler. Para girdimi, “köşeyi dönelim, rahat ederiz” düşüncesi her şeyi unutturur. Para kazanma hırsı adamı bozar. Para araç olmalı, amaç olmamalıdır.

İkincisi ; “Kadın teklif edelim,” dediler.

Üçüncüsü de;  Makam sevdasıdır.

Şeyh Şamile Rus Çarı;

– Biz senin dervişlerinin ve zakirlerinin kimini paraya zorladık satın aldık, diyor, geriye çekildi. Kimine kadın teklif ettik. Sarışın kadınları görünce dayanamadı oda gitti. Kimine makam teklif ettik. Şu beldeyi size veriyorum haydi sizin olsun tapularıyla beraber dedik, dayanamadılar. Seni terk ettiler. Bir sen kaybetmedin sen yine kazançlısın, diyor. 

Avrupa da bu üç şeyi metot aldı. Müslümanların kimine para verdi, parayla bozdu. Kimine makam verdi, makam ile bozdu. Kimine kadın verdi, kadınla bozdu. Şimdi Türkiye ve dünyada da olaylar hep para, kadın ve makam sevdası üzerine kurulu. Allah (cc) bizleri bu zilletlere düşürmesin İnşâallah (âmin).

Kadın ile de imtihan ise bizleri Yusuf (as) gibi hıfzı muhafaza eylesin. (âmin).

Parayla imtihan ederse Süleyman (as), ahir zaman nebisi Muhammed-ül Mustafa ve İsa (as) Hazretleri gibi olalım. Metelik dini değil bu din, Allah’ın (cc) birliğine hamd edelim ki, Allah para için bozulanlardan etmesin. (âmin)

Makam sevdasına gelince, biz Allah (cc) için çalışalım. Şimdi Şeyhliğini aldık deseler. Ben gene çalışacağım. Cehennemlik deseler Allah (cc) için yine çalışacağım. Narda, nurda, mülk Allah’ın (cc) isterse cehennemine atar, isterse cennetine atar. “İlahi ente maksudi ve rızake matlubi Ya Hazreti Allah (cc)” deyip çalıştığımız zaman Allah (cc) bizim zerre kadar hayrımızı, zerre kadar şerrimizi zayi etmez. Allah (cc) için çalışalım, Allah (cc) için iyilik yapalım.

Görüyorsunuz değil mi? Ümmetinin bu üç şey yüzünden helak olacağını söyleyen Rasulullah nasıl gözyaşı döküyor. Öyleyse biz de O’na layık olmak için, bu tuzaklara düşmeyelim ve O’na sürekli selat-ü selam getirelim, O’nun sünnetlerini ihya edelim. Öldüğümüz zaman da onlar bize sahip çıkarlar. Allah (cc); “Herkes içki hane, meyhane, kumarhanelerde gezerken sizler beni zikrettiniz habibime salât-ü selam getirdiniz. Ben de size çok güzel nimetler hazırladım. Hadi geçin bakalım” diyecek. İnşâallah bundan şek şüphe etmeyiniz. Bozulduğu zaman hemen abdestimizi tazeleyelim. Varsa dahi yeniden abdest almak; nur üstüne nurdur, yeniden alın. Senede bir orucunuzu tutun, mali durumunuz iyi ise Hicaza gidin, zekâtlarınızı verin, yalan söylemeyin, yemin etmeyin. Haram yemeyin, suizanda bulunmayın. Bir kadın bir erkek,  ya da bir erkek talebe ile bir kız talebe konuştukları zaman; “Bunların arasında şöyle böyle şeyler var” demeyin. Gıybet yapmayın, anne ve babanıza öf bile demeyin. Erkekler beş vakit namazınızı camide kılın, ailenizle iyi geçinin, içki ve kumardan uzak durun; haramdır. Bunları ahitleştiğimiz zaman, siz Allah (cc) için vazifenizi yapıyorsunuz, demektir. Ondan sonra manevi vazife başlar. Nedir ki manevi vazife;

Sizlerin rüyanızda ya da dünyanızda, darlıkta, genişlikte sekaret halinde, mahşer yerinde, kabirde, hesap gününde mürşidi kâmilin vazifesi başlar. Bunu inkâr edenlere Peygamber (sav) efendimizin bir hadisi şerifin de;

– Ey ashabım benim öyle ümmetlerim olacak ki, bir kavme şefaat edecek. Öyle ümmetlerim olacak ki; bir beldeye şefaat edecek. Öyle ümmetlerim var ki; bir köye şefaat edecek. Öyle ümmetlerim var ki; bir cemaate, öyle ümmetim var ki; bir kişiye şefaat edecek, buyuruyor.

– Bunlar kimlerdir Ya Rasulullah?  diye sorulunca da,Rasulullah (sav);

– Vereset-ül enbiya’dır. Onlar benim varislerimdir. Şeriatla amel edip, tarikata sulük edip, seyri sülukunu tamamlayan, maneviyatta görev verdiğim zatı muhteremlerdir, buyuruyor. İşte bunlara da Mürşid-i Kamil denir.

Tarikatların banisi Peygamber (sav) Efendimizdir. Bütün peygamberler hem tarikat hem şeriatla amel etmişlerdir. Sahabeler, şeyhülislamlar, evliyalar ve âlimler de öyle amel yapmışlardır. Çünkü Allah’ı (cc) sevenler Allah’ın (cc) yolunda devam ederler. Ahmed-i Kebir-i Rufai pirimiz, Ebe’l alemeyn, iki sancaklı, iki nesepten hem Hazreti Hasan hem Hazreti Hüseyin Efendilerimizin soyundan gelir. Bakın fıkıh kitaplarından Resulullah (sav) Efendimiz çocuklar dışında elini kimseye öptürmemiştir. Fakat âlimler sonradan sonraya fetva veriyorlar kimlerin eli öpülür, kimlerin eli öpülmez diye. Üstadımız doksan altı yaşında vefat etti, Resulullah Efendimiz nasıl zikir yaptıysa, piranlar evliyalar nasıl zikir yaptılarsa tarikatta da öyle tadili erkân vardır. Üstadımız tekkelerin kapatıldığı zaman ellerine ayakkabı, üstlerine ceket alıp yollara düşmüşler. Ümmetin kurtuluşu için.

“Ne olur Ya Rabbi! Ne kadar medya varsa, gericiler, yobazlar, irticacılar, karacumacılar diye hakaret ediyorlar. Biz de, biz Müslümanlar da sabır ediyoruz. Sabrımız taşmadan hile ve desiselerini başlarına geçiriver Ya Rabbi. Ecellerini en kısa zamanda getiriver Ya Rabbi. Müslümanların elini kana bulama Ya Rabbi, Hıfzu muhafaza eyle Ya Rabbi, sev Ya Rabbi, sevindir Ya Rabbi, sevdir Ya Rabbi, Müslümanları hıfzı muhafaza eyle Ya Rabbi, son nefeste Kelime-i Şehadet getirerek Cennet ve Cemaline vasıl eyle Ya Rabbi”

Mevlana Celaleddin Rumi öyle diyor;

“Ayım Şems, Güneşim Şems, Ruhum Şems. Sen olmasaydın ne Allah’ı (cc) bulur ne de Muhammed (sav) görebilirdim Şems” diye bağlılığını gösteriyor.

İlmel yakinden aynel yakine, aynel yakinden de Hakkel yakine vasıl olmayı nasip ediyor. Cenab-ı Mevla sizlere de nasip etsin İnşallah.

Yirmi yedi sene vaaz ve nasihatte bulunmuş bir Hoca Efendi Elazığ’a geldi, bize:

– Peygamber (sav) Efendimiz rüyamızda ya da rabıtayla görülür mü? diye sordu.

– Bize sorma. Şuradaki ibadet eden müminlere Müslümanlara sor da söylesinler, dedik.

Baktı en küçük sabi yavruyu seçti. “Buna sorarsam göremez” diye düşündü.

– Evet efendim kaç sefer, deyince aldığı cevap karşısın da şaşırdı:

– Demek kalben de görülür mü? dedi.

– Evet, görülür, dedik.

Orda bir Yakup’umuz var.

– Efendi Baba iki gözyaşı dökmeyince Beytullahı göremiyorum. Gözyaşımı akıtınca Mevlam perdeyi kaldırıyor. Beytullahta namazımı kılıyorum. Orda tavaf edenlerin karşısında, dedi. 

Evet görülür. Göremeyenler siz niye göremiyorsunuz? Siz de insansınız. Dinimiz bir, Rabbimiz bir, kitabımız bir, imanımız bir. Neden göremiyorsunuz?

Öyle gurrap gibi ötme ilen,

Tembel tembel yatma ilen,

Haram Helal cuk cuk yutma ilen

Cennet Cemal bulunur mu?”

Allah’ı (cc) seversen o da seni sever. Sevince Habibini de gösterir. Bizler de teveccüh eder Salâvat-ı Şerifeyi çok getirirsek Rabbim bize de gösterir İnşâallah. Kişi sevdiği ile beraberdir. Bunu övünmek için değil irşad için söylüyorum. Yeter gaflet uykusunda uyuduğumuz. Uyanın artık! Ne demek din işi ayrı, devlet işi ayrı. Dinle dünya bir olmaz diye bizi uyuttular. Evliya kapısını kapattılar. Tarikatçılar, hu’cular, irticacılar, yobazlar, gericiler diye bizi uyuttular. Sanki adamlar uzaya çıktı da biz olmaz dedik gibi, hep bize buluyorlar kabahati.

Nuri KÖROĞLU