Sultanımdan Gönüllere : ÜMMETİN HELAKI

Allah’ı (cc) çok sevelim, çok zikredelim. Kesiran kesira bu dünyadaki parti liderlerini makam, mansıp, koltuk, amirlik, memurluk veriyor diye seviyoruz da, neden bizi yaratan âlemin padişahını sevmeyelim. O’nu sevelim O’nun dini için çalışalım, 

Hazreti Ömer bir gün Rasulullah’ı(sav) ağlarken görünce;

– Ya Rasulallah anam babam sana feda olsun. Neden gözyaşı döküyorsun? diye sorar.

Rasulullah (sav) bugünü işaret edercesine şu cevabı verir;

– Ümmetim puta tapmaz. Ancak onları üç şey helak edecek. Para, kadın ve makam sevdası…  Onun için gözyaşı döküyorum.

Şeyh Şamil Hazretleri’ne Rus Çarı şöyle diyor;

– Biz sizi yıkmak için üç tane metot aldık elimize, diyor. Birincisi; “Parayla bozalım, rüşvetle bozalım” dediler. Para girdimi, “köşeyi dönelim, rahat ederiz” düşüncesi her şeyi unutturur. Para kazanma hırsı adamı bozar. Para araç olmalı, amaç olmamalıdır.

İkincisi ; “Kadın teklif edelim,” dediler.

Üçüncüsü de;  Makam sevdasıdır.

Şeyh Şamile Rus Çarı;

– Biz senin dervişlerinin ve zakirlerinin kimini paraya zorladık satın aldık, diyor, geriye çekildi. Kimine kadın teklif ettik. Sarışın kadınları görünce dayanamadı oda gitti. Kimine makam teklif ettik. Şu beldeyi size veriyorum haydi sizin olsun tapularıyla beraber dedik, dayanamadılar. Seni terk ettiler. Bir sen kaybetmedin sen yine kazançlısın, diyor. 

Avrupa da bu üç şeyi metot aldı. Müslümanların kimine para verdi, parayla bozdu. Kimine makam verdi, makam ile bozdu. Kimine kadın verdi, kadınla bozdu. Şimdi Türkiye ve dünyada da olaylar hep para, kadın ve makam sevdası üzerine kurulu. Allah (cc) bizleri bu zilletlere düşürmesin İnşâallah (âmin).

Kadın ile de imtihan ise bizleri Yusuf (as) gibi hıfzı muhafaza eylesin. (âmin).

Parayla imtihan ederse Süleyman (as), ahir zaman nebisi Muhammed-ül Mustafa ve İsa (as) Hazretleri gibi olalım. Metelik dini değil bu din, Allah’ın (cc) birliğine hamd edelim ki, Allah para için bozulanlardan etmesin. (âmin)

Makam sevdasına gelince, biz Allah (cc) için çalışalım. Şimdi Şeyhliğini aldık deseler. Ben gene çalışacağım. Cehennemlik deseler Allah (cc) için yine çalışacağım. Narda, nurda, mülk Allah’ın (cc) isterse cehennemine atar, isterse cennetine atar. “İlahi ente maksudi ve rızake matlubi Ya Hazreti Allah (cc)” deyip çalıştığımız zaman Allah (cc) bizim zerre kadar hayrımızı, zerre kadar şerrimizi zayi etmez. Allah (cc) için çalışalım, Allah (cc) için iyilik yapalım.

Görüyorsunuz değil mi? Ümmetinin bu üç şey yüzünden helak olacağını söyleyen Rasulullah nasıl gözyaşı döküyor. Öyleyse biz de O’na layık olmak için, bu tuzaklara düşmeyelim ve O’na sürekli selat-ü selam getirelim, O’nun sünnetlerini ihya edelim. Öldüğümüz zaman da onlar bize sahip çıkarlar. Allah (cc); “Herkes içki hane, meyhane, kumarhanelerde gezerken sizler beni zikrettiniz habibime salât-ü selam getirdiniz. Ben de size çok güzel nimetler hazırladım. Hadi geçin bakalım” diyecek. İnşâallah bundan şek şüphe etmeyiniz. Bozulduğu zaman hemen abdestimizi tazeleyelim. Varsa dahi yeniden abdest almak; nur üstüne nurdur, yeniden alın. Senede bir orucunuzu tutun, mali durumunuz iyi ise Hicaza gidin, zekâtlarınızı verin, yalan söylemeyin, yemin etmeyin. Haram yemeyin, suizanda bulunmayın. Bir kadın bir erkek,  ya da bir erkek talebe ile bir kız talebe konuştukları zaman; “Bunların arasında şöyle böyle şeyler var” demeyin. Gıybet yapmayın, anne ve babanıza öf bile demeyin. Erkekler beş vakit namazınızı camide kılın, ailenizle iyi geçinin, içki ve kumardan uzak durun; haramdır. Bunları ahitleştiğimiz zaman, siz Allah (cc) için vazifenizi yapıyorsunuz, demektir. Ondan sonra manevi vazife başlar. Nedir ki manevi vazife;

Sizlerin rüyanızda ya da dünyanızda, darlıkta, genişlikte sekaret halinde, mahşer yerinde, kabirde, hesap gününde mürşidi kâmilin vazifesi başlar. Bunu inkâr edenlere Peygamber (sav) efendimizin bir hadisi şerifin de;

– Ey ashabım benim öyle ümmetlerim olacak ki, bir kavme şefaat edecek. Öyle ümmetlerim olacak ki; bir beldeye şefaat edecek. Öyle ümmetlerim var ki; bir köye şefaat edecek. Öyle ümmetlerim var ki; bir cemaate, öyle ümmetim var ki; bir kişiye şefaat edecek, buyuruyor.

– Bunlar kimlerdir Ya Rasulullah?  diye sorulunca da,Rasulullah (sav);

– Vereset-ül enbiya’dır. Onlar benim varislerimdir. Şeriatla amel edip, tarikata sulük edip, seyri sülukunu tamamlayan, maneviyatta görev verdiğim zatı muhteremlerdir, buyuruyor. İşte bunlara da Mürşid-i Kamil denir.

Tarikatların banisi Peygamber (sav) Efendimizdir. Bütün peygamberler hem tarikat hem şeriatla amel etmişlerdir. Sahabeler, şeyhülislamlar, evliyalar ve âlimler de öyle amel yapmışlardır. Çünkü Allah’ı (cc) sevenler Allah’ın (cc) yolunda devam ederler. Ahmed-i Kebir-i Rufai pirimiz, Ebe’l alemeyn, iki sancaklı, iki nesepten hem Hazreti Hasan hem Hazreti Hüseyin Efendilerimizin soyundan gelir. Bakın fıkıh kitaplarından Resulullah (sav) Efendimiz çocuklar dışında elini kimseye öptürmemiştir. Fakat âlimler sonradan sonraya fetva veriyorlar kimlerin eli öpülür, kimlerin eli öpülmez diye. Üstadımız doksan altı yaşında vefat etti, Resulullah Efendimiz nasıl zikir yaptıysa, piranlar evliyalar nasıl zikir yaptılarsa tarikatta da öyle tadili erkân vardır. Üstadımız tekkelerin kapatıldığı zaman ellerine ayakkabı, üstlerine ceket alıp yollara düşmüşler. Ümmetin kurtuluşu için.

“Ne olur Ya Rabbi! Ne kadar medya varsa, gericiler, yobazlar, irticacılar, karacumacılar diye hakaret ediyorlar. Biz de, biz Müslümanlar da sabır ediyoruz. Sabrımız taşmadan hile ve desiselerini başlarına geçiriver Ya Rabbi. Ecellerini en kısa zamanda getiriver Ya Rabbi. Müslümanların elini kana bulama Ya Rabbi, Hıfzu muhafaza eyle Ya Rabbi, sev Ya Rabbi, sevindir Ya Rabbi, sevdir Ya Rabbi, Müslümanları hıfzı muhafaza eyle Ya Rabbi, son nefeste Kelime-i Şehadet getirerek Cennet ve Cemaline vasıl eyle Ya Rabbi”

Mevlana Celaleddin Rumi öyle diyor;

“Ayım Şems, Güneşim Şems, Ruhum Şems. Sen olmasaydın ne Allah’ı (cc) bulur ne de Muhammed (sav) görebilirdim Şems” diye bağlılığını gösteriyor.

İlmel yakinden aynel yakine, aynel yakinden de Hakkel yakine vasıl olmayı nasip ediyor. Cenab-ı Mevla sizlere de nasip etsin İnşallah.

Yirmi yedi sene vaaz ve nasihatte bulunmuş bir Hoca Efendi Elazığ’a geldi, bize:

– Peygamber (sav) Efendimiz rüyamızda ya da rabıtayla görülür mü? diye sordu.

– Bize sorma. Şuradaki ibadet eden müminlere Müslümanlara sor da söylesinler, dedik.

Baktı en küçük sabi yavruyu seçti. “Buna sorarsam göremez” diye düşündü.

– Evet efendim kaç sefer, deyince aldığı cevap karşısın da şaşırdı:

– Demek kalben de görülür mü? dedi.

– Evet, görülür, dedik.

Orda bir Yakup’umuz var.

– Efendi Baba iki gözyaşı dökmeyince Beytullahı göremiyorum. Gözyaşımı akıtınca Mevlam perdeyi kaldırıyor. Beytullahta namazımı kılıyorum. Orda tavaf edenlerin karşısında, dedi. 

Evet görülür. Göremeyenler siz niye göremiyorsunuz? Siz de insansınız. Dinimiz bir, Rabbimiz bir, kitabımız bir, imanımız bir. Neden göremiyorsunuz?

Öyle gurrap gibi ötme ilen,

Tembel tembel yatma ilen,

Haram Helal cuk cuk yutma ilen

Cennet Cemal bulunur mu?”

Allah’ı (cc) seversen o da seni sever. Sevince Habibini de gösterir. Bizler de teveccüh eder Salâvat-ı Şerifeyi çok getirirsek Rabbim bize de gösterir İnşâallah. Kişi sevdiği ile beraberdir. Bunu övünmek için değil irşad için söylüyorum. Yeter gaflet uykusunda uyuduğumuz. Uyanın artık! Ne demek din işi ayrı, devlet işi ayrı. Dinle dünya bir olmaz diye bizi uyuttular. Evliya kapısını kapattılar. Tarikatçılar, hu’cular, irticacılar, yobazlar, gericiler diye bizi uyuttular. Sanki adamlar uzaya çıktı da biz olmaz dedik gibi, hep bize buluyorlar kabahati.

Nuri KÖROĞLU

Mesneviden : KANAAT, İMAN, HAYAL, SABIR

Sen Allah’ın verdiklerine râzı olmadıkça; rahat etmek, kurtulmak ümidiyle nereye kaçarsan kaç, orada karşına bir âfet çıkar, bir belâ gelir, sana çatar.

Dünyanın hiçbir köşesi canavarsız ve tuzaksız değildir. Hakk’ı gönülde bularak ve Ona sığınarak, Onun mânevî huzurunda yaşamaktan başka kurtuluş ve rahat yoktur. Kurtulma çaresi bulunmayan dünya zindanının, ayakbastı parası alınmayan, zindan dayağı atılmayan bir köşesi yoktur. Allah’a yemin ederim ki, fare deliğine girsen, bir kedi pençesiyle tutulursun.

İnsanoğlu hayallere kapılmayı sever, hayalle gelişir; hayalleri güzelse, onunla rahatlar. Yok, hayalleri boşa gitmeyecek olursa, kötü hayallere kapılırsa, mum gibi bu ateşle yanar, erir gider. Yılanların, akreplerin arasında bile olsan, Allah seni güzel hayallerle avutursa; yılanlar da, akrepler de sana eş, dost olur. Çünkü güzel hayalin, bakırı altın yapan bir kimyası vardır.

Sabır güzel hâllerle tatlılaşır, çünkü hepsinden önce sıkıntıdan kurtuluş hayali gelir, seni rahatlatır. O kurtuluş hayali, içteki imandan ileri gelir. İman zayıflığı ümitsizlik, iç sıkıntısı verir. Sabır, iman yüzünden baş tacı olur. Çünkü sabrı olmayanın imanı yoktur. Hz. Peygamber (sav); “Gönlünde sabır olmayan kişinin, Allah’a da imanı yoktur.” diye buyurdu.

Bir kişi senin gözüne yılan gibi soğuk görünür. Fakat yine o adam, bir başkasının nazarında, resim gibi güzeldir.  Çünkü senin gözüne yılan gibi görünen, onun kâfirliğinin, kötü huyunun hayalidir. Onu güzel görene ise, imanının, güzel huyunun hayali görünmededir.

İnsanda ikilik vardır. İnsanın nefsi küfür ile ruhu da iman ve irfan iledir. Rûhâniyet üstün gelirse; balık, nefsâniyet galebe ederse; olta olur.

İnsanın yarısı mü’min, yarısı ateşe tapandır. Yarısı hırslı, yarısı sabırlıdır. Cenâb-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’de: “İçinizde kâfir de var, mü’min de var” (Teğabun;2) diye buyurdu. İnsanın alaca öküz gibi, sol tarafı kapkara. Öbür tarafı ise ay gibi aktır.

Kim insanın çirkin tarafını, kötülük tarafını görürse onu sevmez. İyilik tarafını görürse onu beğenir.

Yusuf Aleyhisselam kardeşlerinin gözüne çirkin hayvan gibi görünüyordu. Hâlbuki Hz. Yakub’un nazarında o bir hûri gibi güzeldi. Kardeşleri Onu çekemediler, kötü hayale kapıldılar da, Onu çirkin gördüler. Bu göz teferruâtı, parça bucağı gören fâni gözdür. Küllî’yi bütünü gören, her şeyde bütünün sıfatını müşahede eden gönül gözü, mânâ gözü onlarda yoktur.

Sen bizim şu başımızda görünen fâni gözü, asıl gözümüz olan gönül gözümüzün gölgesi bil. Asıl gözümüz bir şeyi nasıl görürse, fâni gözümüzde er-geç onun tarafına döner.

Ey insan! Sen bir mekân âlemindesin. Aslın ise mekânsızlık âlemindedir. Sen bu dünya dükkânını kapa da, öbür dükkânı, mânâ dükkânını aç.

Nuri KÖROĞLU

Hz.Mevlana’nın İrşadı Kitabı

Araştırmacı Yazar Nuri Köroğlu’nun, yoğun ilgi gören eseri “Hz.Mevlana’nın İrşadı” kitabında , büyüklük ve kemalini ilahi aşk pınarından içmekte bulan, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hz.leri ve tasavvufi konuları ele almıştır.

Mevlana Celaleddin Rumi çok sevilen sayılan kendisinden bahsedilen ve hakkında eserler yazılan büyük bir evliyadır. Allah’ü Teala’ya (c.c.)  kul olmanın feyiz ve bereketiyle nice zamanlardan beri hak yolunun yolcusu olan kimselere ışık tutmuştur, Nuri Köroğlu Hz.Mevlana ve Mevleviliğin hakikatı konusunda değerli çalışmalarını daha fazla insana ulaştırabilmek için, bir yenisini ekleyerek internet sitesi üzerinden makalelerini yayınlamaya başlamıştır.

Nuri Köroğlu tasavvufi konuları ele aldığı çalışmalarında, insanları manevi noktalarda bilinçlendirmeyi amaç edinmiş ,sekiz asır öncesinden günümüze seslenen ve bütün dünyanın teveccüh göstermiş olduğu aşk eri Mevlana Celaleddin Rumi Hz.‘lerinin bu asrın  insanlarının manevi  problemlerine ışık tutan söylemlerini ,makaleleriyle internet ortamında yayınlayarak günümüze taşımaktadır.

Eserlerinde Nuri Köroğlu “Mevlana ve Şems” Hazretlerine ağır ve yakışıksız ithamlarda bulunanlara , Mevlana ve Şems Hazretlerinin çağlar üstü açtıkları aşk ve muhabbet yolunu anlatarak cevap vermektedir.

Mesneviden : CAN ÇOCUĞUNU ŞEYTAN SÜTÜNDEN KES

Allah, eşsiz ve örneksiz yaratıcıdır. O’nun hocası, üstadı yoktur. Herkes O’na muhtaçtır. O’na dayanır; O kimseye muhtaç değildir, kimseye dayanmaz. Ondan başka herkesin hem sanatta, hem sözde bir üstada ihtiyaçları vardır. Bir örnek görmek isterler. Eğer bu söylediklerimin yabancısı değil isen, bu manevi duyguların daha iyi anlaşılmasını istiyorsan uğraşman, fazla ibadet etmen gerekir. Bu sebeple bir hırkaya bürünüp, bir viraneye çekil ve gözyaşı dök. Çünkü Hz. Âdem, Allah’ın azarından gözyaşı ile kurtuldu. Tövbe edenin gözyaşları, O’nun nefesi, sözü, yalvarışlarıdır. Âdem (as) yeryüzüne ağlamak, feryat etmek, inlemek, mahzun olmak için geldi. O Cennet’ten yedi kat göklerin üstünden indi de özür dilemek için geldi, kapının arkasındaki pabuçlukta niyaza durdu. Eğer sen de Âdemoğlu isen, O’nun soyundan geldinse, O’nun gibi özür dile, O’nun yolunda ol. Gönül ateşini, gözyaşlarını kendine manevi gıda yap. Çünkü bostanları güneşle yağmur şenlendirir.

Ey gâfil gözyaşı dökmenin zevkini ne bilirsin? Çünkü sen görmemişler gibi ekmek âşıkısın. Sen şu ten dağarcığını ekmekten boşaltırsan, onu değerli incilerle doldurmuş olursun. Önce can çocuğunu, şeytan sütünden kes de sonra onu meleklere arkadaş et.

Sen karanlık duygular içinde bulundukça, hayattan usanmış, bıkmış, melûl ve bulanık hâlde oldukça bil ki lânetlenmiş şeytanın kardeşisin. İnsanın nurunu kemâlini artıran lokma, helâl kazanç ile elde edilen lokmadır. Haram lokma ise, kandilimize konunca, kandili söndüren yağa benzer. Sen ona yağ değil su adını koy, çünkü ışığımızı söndürüyor.

Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar; aşk da merhamet de helâl lokmadan meydana gelir. Bir lokmadan haset, hile doğarsa, bilgisizlik, gaflet meydana gelirse sen o lokmanın haram olduğunu bil. Hiç buğdayını ektin de arpa çıktığını gördün mü? Hiç atın eşek yavrusu doğurduğu görülmüş müdür? Lokma tohumdur. Düşünceler onun mahsulüdür. Lokma denizdir, incileri fikirlerdir. Ağza alınan helâl lokmadan, Allah’a hizmet ve öteki âleme gitme arzusu doğar.

Nuri KÖROĞLU

Mesneviden : KİMİN GÖNLÜNDEN BİR KAPI AÇILIRSA, O HER ZERREDE BİR GÜNEŞ GÖRÜR

Kimin canı, şehvetten, hiddetten, nefsanî arzulardan arınmış, temizlenmişse, o kimse mânâ âlemini ve mânâ sarayını çabucak görür. Hazreti Muhammed (sav) Efendimiz, hiddet ateşinden ve şehvet dumanından arınmış olduğu için nereye baksa, orada, Allah’ın hikmetini, kudretini, yaratma gücünü görürdü. Ey gözü ve gönlü açılmamış kişi, seni kötülüğe sevkeden nefsânî isteklerdir. Şeytanın vesveselerine yoldaş oldukça; “Nereye dönseniz, Allah’ın lûtfuna, rahmetine dönersiniz” ayetinin sırrına nasıl erersin? (Bakara;115)Bunun ne olduğunu nasıl anlarsın?

Kimin gönlünden bir kapı açılırsa o, her zerrede bir güneş görür. Ay nasıl parlaklığı, büyüklüğü ile yıldızlar arasında ihtişamlı bir şekilde görülürse, Cenâb-ı Hak da lûtfu, ihsanı, kudreti ve yaratma gücü ile fânî varlıklar arasında öylece apaçık görülür. Sen iki parmağının ucunu götür de iki gözüne koy. Dünyadan bir şey görebilir misin? İnsaf et de söyle. İşte sen, gözünü kapadığın için bu dünyayı görmesen de, bu dünya yok değildir. Dünyayı görmemek ayıbı, hakikati göstermemek kabahati, ancakuğursuz nefsin parmağına aittir. Sen aklını başına al da, önce gözlerinden parmaklarını çek, ondan sonra dilediğine bak, gör. Hz. Nuh’a ümmeti; “Sevab nerededir?” diye sordu. Nûh; “Görmeyelim, duymayalım diye elbiselerinizle örtündüğünüz yerde.” cevabını verdi. Hz. Nuh dedi ki; “Yüzünüzü başınızı elbise ile sarıp sarmalıyorsunuz. Bu sebeple gözleriniz varken etrafı görmüyorsunuz.”

İnsan gözden ibarettir. Geri kalan deridir, cesettir. Göz ise, ancak dostu görmüş olandır. Dostu görmeyen gözü, sen göz sayma.

Dostu görmeyen gözün kör olması iyidir. Vefasız olan, ebedî olmayan, dosttan uzak düşmek daha iyidir. “Her nerede bulunursanız bulunun, Allah sizinle beraberdir.” (Hadid/4) Bilgisizlik, yani Allah’ın bizimle beraber olduğunu bilmemek, onun zindanıdır. Bu hali, bu ihsanı bilmek, hissetmek de O’nun bağı bahçesi, köşkü sarayıdır. Uykuya varırsak, onun aşkıyla kendimizden geçmişiz, onun mesti olmuşuzdur. Uyanık bulunursak onun yazdığı destanda, bize verdiği rolü yaşarız. Eğer ağlarsak, O’nun rızıklarla, bereketlerle dolu bulutuyuz, gülersek, onun parlak şimşeği oluruz. Kızar, hiddete kapılır, savaşa girersek, bu, onun kahrının aksi, celâlinin tecellisi olur. Barışır özür dilersek, bu da onun sevgisinin açığa çıkışıdır, görüntüsüdür. Bu karma karışık olan dünyada biz kim oluyoruz? Biz birer gölge varlık, birer hiçten ibaretiz. Hiç bir harfle birleşmeyen hiç bir nokta almayan elif gibiyiz. Bizden zuhur eden her hareket, her hal, O’nun esma ve ilâhî sıfatlarının tecellisidir.

Kendinden uzaklaşıp, kendinden, kendi nefsani benliğinden kurtulup da bir diriye, kendin de bulunan ölümsüze bağlanan kişi ne mutlu bir kişidir.

Yazıklar olsun o diriye ki, ölü ile oturmuş, mânen ölmüş hayatını kaybetmiştir.

Hûlus ile canla, başla, Kur’an’ı Kerim okur, ona sığınırsan, peygamberlerin ruhları ile aşinalık peyda edersin.

Kur’an peygamberlerin halleridir. Onlar tertemiz, saf vahdet denizinin balıklarıdır. Kur’an okuduğu halde, onun emirlerine uymazsan, Kur’an ahlâkını yaşamaz isen, sana peygamberleri ve velileri görmenin ne faydası olur? Peygamberlerin Kur’an’da bulunan kıssalarını okur, Kur’an’ın emirlerini yaşarsan, can kuşuna, ten kafesi dar gelmeye başlar. Kafesteki kuş, zindandaki mahpusa benzer. Kurtulmayı istememesi onun bilgisizliğindendir. Kafeslerinden kurtulan ruhlar, peygamberlerdir. Onlar Hak ve hakîkate erdikleri için, insanlara yol göstermeye lâyık olmuşlardır. Onların sesleri kafeslerin dışından gelir, dinden duyulur. O ses; “Senin için kurtuluş yolu, ancak ten kafesinden kurtulma yoludur” der.

Biz, bu daracık kafesten, diri olan bir veliye bağlanarak dirildik de kurtulduk. O kafesten, kurtulmanın bundan başka çaresi de yoktur.

Kendini zayıf hasta göstermeye bak ki, seni değersiz bulup, şöhret halkasının dışına atsınlar. Çünkü halk arasında şöhret sahibi olmak, insanı dünyaya öyle sağlamca bağlar ki, bu bağ, demir zincirden de beterdir.

Nuri KÖROĞLU

Mesneviden : HAK YOLU TEHLİKELER İLE DOLUDUR

Hak yolunda yürüyen kişinin uyanık olması gerekir. Çünkü yol, görünüşte dümdüz ve güzeldir. Fakat altında tuzaklar vardır. Nitekim bu yolda bize kılavuz olacak birçok tanınmış, parlak isimlerde mana uymazlığı vardır. Birçok kişi, adlarının adamı değildir, görünüşe kapılmamalıdır. Şunu iyi bilmeli ki:

Sahte şeyhlerin adları, sözleri tuzaklara benzer. Onların kulağı okşayan, fakat ruhani olmayan güzel sözleri, ömrünüzün sözünü emen kumdur. (Ömür suyunu emen kum, sahte şeyhi, içinden âb-ı hayat fışkıran kum da mürşidi kâmili göstermektedir.)

Kum gibi ömür suyunu emen, bizi tüketen boş sözler olduğu gibi, içinden ab-ı hayat fışkıran kum da vardır. Bu kum pek az bulunur. Sen git de içinden irfan coşan, ilahi sırları meydana vuran kumu ara.

Evladı işte yukarda anlatılan o kum Allah adamıdır. Allah adamı, kendi benliğinden kopmuş, kendinden ayrı düşmüş, Hakk’a ulaşmıştır. Allah adamından, dinin tatlı suyu kaynayıp durmaktadır. İstekliler, o sudan hayat bulurlar, gelişirler yetişirler. Allah adamından başkasını, kuru kumsal bil. O kumsal, her zaman senin ömür suyunu içer, seni tüketir.

Hikmeti, hâkim olan, arif olan üstün bir varlıktan iste ki onun feyzi ile sen de gerçeği gören bir kişi olasın.

Zamanı gelince, hikmet arayan kişi hikmet kaynağı olur da, artık o çalışmaktan, sebeplere başvurmaktan kurtulur.

Böyle bir Hak aşığının sinesi, bilgileri ezberleyen, saklayan bir “levh” iken, kendisi, Allah bilgilerini hıfzeden “Levhi Mahvuz” olur. Ve onun aklı vasıtasız olarak, kendi ruhundan zevk alır, feyz alır, nasip alır. Önce aklı o kişiye bir şeyler öğreten bir hoca iken, sonradan aklı ona talebe olur. Akıl ona Cebrail gibi der ki: “Ey Ahmed! Bir adım daha atarsam yanarım.”

“Ey can padişahı, sen artık beni burada bırak; sen yürü, ileri git, benim hududum burasıdır.”

Tembellik yüzünden, şükretmeyen, sabretmeyen kimse, bilmiş olsun ki cebr inancı onun ayağını tutmuş, bağlamıştır.

Cebr inancına kapılan, cebrîlik iddia eden kişi, kendini hasta eder. O hastalık onu alır, mezara kadar götürür.

Ey gönülden günah işlemeye istekli olan, nefsânî arzularını gizlice tazeleyen kişi, sen, imanını tazele, fakat yalnız dilinle söyleyerek değil de kalbinle tazele.

Nefsanî istekler, şehvânî arzular tazelendikçe iman tazelenmez, çünkü şehvetin, nefsin dileğine uymak Hak kapısını kapar, kilitler.

Sen çok derin manalı ve anlamına dokunulmamış olan sözü tevil ediyor, ona başka türlü mânâ veriyorsun. Sen Kur’an’ı Kerim’i değil, kendini tevil et, kendini anlamaya çalış.

Sen, kendi heva ve hevesine uyuyor, Kur’an’a kendi çıkarlarına göre mânâ veriyorsun. Bu yüzden, o yüksek mânâ alçalıyor, eğriliyor, çarpılıyor.

Nuri KÖROĞLU

Mesneviden : ŞU TENİMİZ CAN ÇOCUĞUNA GEBEDİR

Aslında bazı ruhlar, dünyaya gelmeden önce ayıplarla, suçlarla dolu idiler. Fakat ana rahminde bulundukları için insanlardan gizli idiler. Böylece ruh kaza ve kader hükmüne boyun eğer, daha ezel meclisinden, bu âleme ayıplı bir ruh olarak seyreder. “Kötü kişi anasının karnında iken kötüdür.” Fakat bu gibilerin halleri, bedenlerindeki belirtilerden anlaşılır, bilinir.

Beden can çocuğuna gebedir. Bir ömür boyu onu vücut rahminde taşır, besler; ölüm ruhun bir başka âleme doğması hadisesinin sancılarıdır.

Ahiret âlemine göç etmiş ruhlar, yeryüzünde bir kişi öldüğü zaman; “Bakalım şu beden rahminden doğacak ruh, sevinerek mi korkarak mı doğacak? Bizim âlemimize gelecek ruh nasıldır? Güzel midir? Çirkin midir?” diye bekleşirler.

Çirkin, kara yüzlüler; “O çocuk bizimdir.”, derler. Güzel, beyaz yüzlüler ise; “Hayır, gelen pek güzeldir.”, diyerek sevinirler, onu kendilerinden sayarlar.

Yüzlerden sûret âlemine, bu dünyaya mahsus olan renk maskesi düşer; artık beyaz yüzlü arasındaki ayrılık, aykırılık kalmaz. Rûh, sireti (iç yüzü) ile görünür. Artık iyilik kötülük gizlenmez olur.

Eğer ruh, kara yüzlü suçlulardan ise azap melekleri onu alır götürürler. Ak yüzlü mutlulardan ise Allah (cc)’ın rahmet melekleri onu karşılarlar, aralarına alırlar.

Ruh can âlemine doğmadıkça, onun nasıl olduğunu bilmek, dünyadaki en zor işlerdendir. Bir çocuğu, doğmadan bilen, tanıyan azdır.

Bunu anlayan ancak Allah (cc)’ın nuru ile bakıp gören kişidir. Böyle olan kişi insanın ve eşyanın batınına, iç yüzüne yol bulur. Allah (cc)’ın hikmetinden sual olunmaz. Bir kısım insanı “Ahsen-i Takvim” (=en güzel bir şekilde) yaratır, en güzel rengi verirken, bir kısım insanı da “esfele safilin” (=aşağının aşağısı) halk eder, ona çirkin bir renk verir.

Nuri KÖROĞLU

Mesneviden : PİR KİMDİR, PİRİN SIFATLARI

Ey Hak Nuru Hüsameddin! Bir iki kâğıdı fazla al da pirin sıfatlarını anlatayım. Gerçi vücudun nazik ve çok zayıf, fakat Sensiz cihanın işi yoluna girmiyor. Gerçi ışık (gibi nurlu, latif) ve sırça (gibi ince ve nazik) oldun. Fakat gönül ehlinin başısın, onlara mutadasın.

Mademki ipin ucu senin elindedir, senin isteğine tabidir; gönül gerdanlığının incileri de senin ihsanıdır. Yol bilen pirin ahvalini yaz, piri seç, onu yolun ta kendisi bil… Pir yaz mevsimidir; halk ise güz ayı… Halk, geceye benzer, pir aya…

Genç ve ter ü taze talihe pir adını taktım. Fakat o, halk tarafından pir olmuştur, günlerin geçmesiyle değil. O öyle bir pirdir ki iptidası yoktur, ezelidir. Öyle tek ve eşsiz inciye eş yoktur. Eski şarap esasen kuvvetlidir, hele “Min Ledünn” şarabı olursa…

Piri bul ki bu yolculuk pirsiz pek tehlikeli, pek korkuludur, afetlerle doludur. Bildiğin ve defalarca gittiğin yolda bile kılavuz olmazsa şaşırırsın. Kendine gel! Hiç görmediğin o yola yalnız gitme, sakın yol göstericiden baş çevirme! Ey nobran! Pirin gölgesi olmazsa gulyabani sesi seni sersemleştirir, yolunu şaşırtır. Gulyabani, sana zarar verir, yolundan alıkoyar. Bu yolda nice senden daha dâhi kişiler kaybolup gittiler. Yolcuların yollarını şaşırdıklarını, kötü ruhlu iblisin onlara neler yaptığını Kur’an’dan işit!

Onları ana yoldan yüz binlerce yıl uzak olan yola götürdü, felakete uğrattı, çırçıplak bıraktı. Onların kemiklerine, kıllarına (onlardan kalan eserlere) bak da ibret al; eşeğini onların yoluna sürme. Eşeğin başını çek, onu yola sok, doğru yolu bilen ve görenlerin yoluna sür. Onu boş bırakma, yularını tut; çünkü o, yeşilliğe gitmeği sever. Gaflet edip de bir an boş bıraktın mı çayırlara doğru fersahlarca yol alır. Eşek yol düşmanıdır, yeşillik görünce sarhoş olur. Onun yüzünden nice ona kul olanlar telef olup gitmişlerdir.

Eğer yol bilmezsen eşeğin dileğine aykırı yoldur. Kadınlarla istişarede bulunun, ne derlerse aksini yapın. Şüphe yok ki onlara aykırı hareket etmeyen helak oldular. Heva hevesle, nefsin isteğiyle az dost ol. Çünkü seni Allah yolundan çıkaran, yolunu şaşırtan, heva ve hevestir. Cihanda bu heva ve hevesi, yol arkadaşlarının gölgesini kırıp öldürdüğü gibi hiçbir şey kıramaz, yok edemez.

Peygamber, Ali’ye dedi ki: “Ey Ali! Allah’ın Aslanı’sın, kuvvetlisin, korkmazsın, yüreklisin. Fakat aslanlığına dayanma, güvenme. Ümit ağacının gölgesine sığın! Hiç kimsenin rivayetlerle, masallarla yoldan ayıramayacağı akıllı bir kişinin gölgesine gir. Yeryüzünde onun gölgesi Kaf Dağı gibidir, ruhu da Simurg gibi çok yükseklerde uçmakta, yücelerde dolaşmakta… Kıyamet’e kadar onu övsem, söylesem tükenmez. Bu övüşe bir kesim, bir son arama.

Güneş, insan suretiyle yüzünü örtmüştür, insan suretinde gizlenmiştir; artık sen anlayıver. Doğrusunu Allah daha iyi bilir. Ya Ali! Sen, Allah yolundaki bütün ibadetler içinde Allah’a ulaşmış kişinin gölgesine sığınmayı seç. Herkes bir çeşit ibadete sarıldı, kendisi için bir türlü kurtulma çaresine yapıştı.

Sen, akıllı bir kişinin gölgesine kaç ki gizli gizli savaşan düşmandan kurtulasın. Bu, senin için bütün ibadetlerden daha iyidir. Bu suretle yolda ilerlemiş olanların hepsini geçer, hepsinden ileri olursun. Bir Pir ele geçirdin mi hemen teslim ol; Musa gibi Hızır’ın hükmüne girip yürü.

Ey münafıklık nedir bilmeyen! Hızır’ın yaptığı işlere sabret ki Hızır “Haydi git, ayrılık geldi” demesin. Gemiyi kırarsa ses çıkarma; çocuğu öldürürse saçını başını yolma. Mademki Hak, O’nun eline “Kendi Elimdir” dedi; “Yedullahi fevka eydihim” hükmünü verdi… Şu hâlde Allah’ın eli, onu öldürse de yine diriltir. Hatta diriltmek nedir ki? Ona ebedi hayat verir. Bu yolu, nadir olarak yapayalnız aşan bile yine pirlerin himmetiyle aşmış, varacağı yere onların sayesinde ulaşmıştır. Pirin eli kısa değildir, gaiptekilere de erişir. Onun eli, Allah’ın kabzasından başka bir şey değildir ki. Gaipte bulunanlara böyle bir hilati verirlerse huzurda bulunanlar şüphesiz gaiptekilerden daha iyidir. Gaiptekileri bile doyururlar, onlara bile ihsan ederlerse artık konuğun önüne ne nimetler koymazlar?

Huzurlarında hizmet kemeri bağlanan nerede? Kapı dışında bulunan nerede? Piri seçip ona teslim oldun mu, nazik ve tahammülsüz olma! Balçık gibi gevşek ve kendini koyuvermiş bir halde bulunma! Her zahmete her meşakkate kızar, kinlenirsen cilalanmadan nasıl ayna olacaksın?”

Nuri KÖROĞLU

Mesneviden : Dünya Hayatı

Bu dünya hayatı bir çarşıdan ibarettir. Öyle bir çarşı ki, kısa bir müddet sonra orada tek bir kimse bile kalmaz. Akşam olurken bütün çarşı esnafı çekilir. Böylece orası bomboş kalır.

Siz bu dünya çarşısında, yarın ahiret çarşısında size faydalı olmayan hiçbir şeyi almamaya ve satmamaya gayret ediniz. Ancak yarın ahiret çarşısında size faydalı olacak şeyleri alınız, satınız. Hiç şüphe yok ki, kalp nesneyi hakikisinden, kötüyü iyiden, faydasızı faydalıdan ayırt eden kişi basiret sahibidir.

İzzet ve Celal sahibi Hakk’ı tevhid etmek (birlemek), amelleri ihlasla ve sırf Allah rızası için yapmak demektir. Ahiret pazarında geçer akçe işte budur. Yani amelleri sırf Allah rızası için yapmaktır. Fakat ne var ki, bu geçer akçeden sizin yanınızda pek az bulunmaktadır.

Ey Müslüman! Akl-ı selim sahibi ol. Aklını kullan. Acele etme. Zira şurası muhakkak ki, acele etmekle senin eline hiçbir şey geçmez.  Acele etmekle ne vaktinden önce akşamı edebilirsin, ne de sabahı. Esasen, istediğini elde edebilmek için, gündüzleyin akşama kadar sabırla çalışmıyor, didinmiyor musun? Aklını kullan. Gerek İzzet ve Celal sahibi Allah’a karşı ve gerekse Onun kullarına karşı edepli ol. Mahlûkata zulmetme, haksızlık etme. Vekile ferman gelmedikçe konuşmak yoktur. Ferman gelince ise bahşiş ve ihsanı görürsün. Ferman gelmedikçe vekil bir zerre dahi vermez. İzzet ve Celal sahibi Allah’ın izni, fermanı ve kullarının kalbine ilhamı olmadıkça, onlar ne bir zerre verebilirler ne binleri verebilirler ne bir katre (damla) verebilirler ne de deryayı verebilirler. Aklını başına topla. Akl-ı selim sahibi ol. İşte akıl budur. Allah’ın fermanı bulunmadıkça,  kimsenin kimseye bir zerreyi dahi veremeyeceğinin bilinmesidir. Yerinde sabit (kadem) ol. İzzet ve Celal sahibi Hakk’ın huzurunda dur. Zira şurası muhakkak ki, rızıklar Onun katında taksim edilmiştir. Onun yed’indedir(elindedir). Binaenaleyh, bu taksimatın haricinde kimseye bir şey verilmez.

Vah sana! Yarın Allah’a hangi yüzle varacaksın? Zira sen şu dünya hayatında Onunla çekişiyor, Ona yüz çeviriyor, Onun mahlûkatına yöneliyor ve Ona şirk koşuyor, ortaklar tanıyorsun. İhtiyaçlarını Onun yaratmış olduğu fanilere arz ediyor ve mühim işlerinde onlara güvenip dayanıyorsun. İnsanlara muhtaç olup bir şeyler istemek, isteyenlerin çoğu için bir cezadır. Zira insanlardan bir şey isteme durumuna düşenlerin çoğu, sırf günahları sebebiyle istemek durumuna düşmüşlerdir. Onların pek azı, gerçekten hiçbir taksimatı bulunmadığı halde isteme durumuna düşmüş kişilerdir. Sen istediğin zaman eğer cezalı oluşun sebebiyle istemişsen, verilmesini önlemen sebebiyle mahrum olursun…

Nuri KÖROĞLU

Mesneviden Hikayeler; Çakalın Boya Küpüne Düşüp Boyanması ve Çakallar Arasında Tavusluk Davasına Kalkışması

Bir çakal boya küpüne düştü. Birazcık o küpte kaldı. Sonra postu boyanmış olarak çıktı. “Ben, Göklerin tavus kuşu oldum” dedi.

Onun boyalı tüyleri, hoş bir parlaklık elde etmişti. Güneş de o renklere vuruyor, parıl parıl parlıyordu. Tüylerini yeşil, kırmızı, pembe ve sarı renkte gördü. Gitti, kendini çakallara gösterdi. Hepsi de “Ey çakalcık, bu ne hal, baştan başa neşelere dalmışsın, O neşe sebebiyle bizden ayrılıyorsun. Bu ululanmayı, bu kendini beğenmeyi nereden getirdin?” dediler.

Çakallardan bazıları onun önüne geldi ve “Ey filan!” dedi. “Ya hile yapıyorsun yahut da ermişlerden biri oldun? Minbere çıkıp, hoş laflar ederek, halkı kendine bağlamak için hile yollarına sapıyorsun. Çok çalıştın, bir hal elde edemedin, sonunda hile ile utanmazlığı ele aldın.”

O renk renk olmuş çakal, kendisini kınayanın kulağına gizlice dedi ki: “Bir bana bak, bir de rengimi seyret. Hiçbir puta tapanın benim gibi güzel putu yoktur. Benim gül bahçesi gibi yüzlerce rengim var. Hoş ve güzel bir haldeyim. Bana kafa tutma. Bana secde et. Benim süsümü, parlaklığımı, rengimi gör de bana “Dünyanın varlığı ile öğündüğü kişi, dinin direği” lakaplarını ver. Ben Allah’ın lütfuna mazhar olmuşum ululuğu, büyüklüğü anlatan bir levha halini almışım. Benim varlığımda Allah’ın sırlarının şerhi vardır. Ey çakallar, aklınızı başınıza alın da bana artık “çakal” demeyin. Bir çakalda bu kadar güzellik bulunur mu?”

Çakalların hepsi de mum etrafında toplanan pervaneler gibi oraya toplandılar. “O halde ey elmasım, sana ne diyelim?” diye sordular. O da “Müşteri yıldızına benzeyen erkek tavus kuşu deyin.” cevabını verdi.

Çakallar; “Peki ama” dediler. Can tavusları, yani üstün varlıklar gül bahçelerinde salınır, cilveler ederek nazlı nazlı gezerler. Sen de onlar gibi cilveler eder misin? “Hayır” dedi. “Çöle düşmeden Sina’yı nasıl anlatabilirim?”

“Tavus kuşları gibi ötüyor musun?” diye sordular. “Hayır ötmem” dedi. “Öyle ise” dediler. “Ey yüce er, sen tavus kuşu da değilsin. Tavus kuşunun giyeceği elbise, yani renk renk olan tüyleri kökten gelir, sen renkle, iddia ile onlara nasıl benzersin?”

Açıklama: Çakaldan murad: Dış yüzünü süslemiş, güzel görünen, fakat iç yüzü yırtıcı olan, yani çakallıktan kurtulmamış olan, hayırsız kişiyi temsil etmektedir. Salih insanların kıyafetlerine bürünen, dilini şeyhlerin, ariflerin sözleri ile süsleyen; “Bana gelin ben üstün bir varlığım, kâmil insanım, sizi hakikate ulaştıracağım” diye onu bunu kandıran sahte şeyhlerin sembolü. Bu hikâye, halinden memnun olamayan, Allah’ın verdikleri ile kanaat etmeyen, takdirin dışına çıkarak, kendi nefsani arzularına uyan, fakat bir türlü huzura kavuşamayan insanların halini anlatmaktadır.

Araştırmacı Yazar Nuri KÖROĞLU

Mevlana Hazretlerinden Sohbetler

Mevlana Hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurdular;

Ey yaranlarım! Cenabı Zülcelal Hazretleri her kavme bir peygamber göndermiş, gönderilen peygamberler de o kavme, Allah’ın (CC) dinini tebliğ etmiş, o kavmin kötü amellerinin deffi için mücadele etmişlerdir. Lut Kavmi de bunlardan bir tanesidir. Lut Aleyhisselam kavminin livata (eşcinsellik) yapmamaları için yıllarca mücadele etmiştir.

İnsan tabiatına hiç uymayan hayvanlarda bile benzeri görülmeyen, kötü bir amel işliyorlardı. Lut Aleyhisselam onları şöyle uyardı; Rabbinizin sizin için yarattığı hanımlarınızı bir tarafamı bırakıyorsunuz? Daha doğrusu siz haddi aşmayı adet edinmiş olan bir kavimsiniz. (Şuara 166) Cahilce işler yapıyorsunuz. (Neml 55) Dünyada hiç kimsenin sizden evvel yapmadığı bir hayasızlığı mı icra ediyorsunuz. (Araf 80) dedi. Hazreti Lut’un davasını destekleyen Allah’ın (CC) peygamberi olduğuna inanan kimse çıkmadı. Sadece Lut Aleyhisselamın ailesi iman ettiler. Artık bu kavmin yaptığı kötü amelin karşılığında ilahi hüküm verilmişti. Cibril-i Emin, Mikail ve İsrafil Aleyhisselamlar insan suretinde geldiler. Lut Aleyhisselam çalınan kapıyı açtı, misafirler içeri girdiler, kendilerini tanıtmadılar.

Yüzlerinden nur akıyor denecek derecede güzel üç tane misafirin evlerine konuk edildiğini gören bir kadın, bulduğu ilk fırsatta evden çıkmış şehrin elebaşlarından birinin kulağına bir şeyler fısıldamıştı. Bu kadın Hazreti Lut gibi şerefli bir peygamberin nikahı altında bulunan bu nimeti elinin tersi ile iten zavallı vahiledir. Livata yapan sapık kimseler Lut Aleyhisselam’ın evini ablukaya aldılar. İçerideki misafirleri istiyorlardı. Lut Aleyhisselam çok tedirgin olmuştu. Bu telaşı gören misafirler. “Ey Lut biz senin rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamayacaklar.” (Hud 81) dediler. Hazreti Lut son derece memnun oldu. Melekler kendilerini tanıttıktan sonra ne yapacaklarını anlattılar. Hazreti Lut, kızlarını yanına aldı, gizlice kasabayı terk etti. Onlar şehrin dışına çıktıklarında, çıkan bir rüzgâr yerdeki çakıl taşlarını fırlatacak kadar sert esmeye başlamıştı. Cenabı Hak bu olayı şöyle anlatır. “Bizim azab emrimiz geldiği zaman, o kasabanın üstünü altına getirdik ve üzerine pişmiş ve işaretli taş parçaları yağdırdık.” (Hud 82)

Ceza pek ağır, pek acı olmuştu. Altı üstüne getirilen kasaba yerin dibine batmış durumda idi.

Ey dostlarım! Cenabı Zülcelal Hazretleri bu tür fenalıkları işleyen kavimleri helak eder. Bu ameli işleyen kimseler, mahlukatın en alçağıdır. Lut Kavminin batırıldığı yer fena bir göl halini almıştır. Fena kokusundan dolayı “el-buhayratü’l-muntine” (kokmuş göl) demişlerdir. Allah’u Teala Hazreti Lut’un kavmini öyle mahvetti ise onların takipçisi durumunda bulunan, onların mesleklerini yürüten, onalara çırak olmakta büyük bir mutluluk bulanlarda yevmi kıyamet sabahında Lut Kavmi ile haşr olacaktır. Allah (CC) Ümmeti Muhammed’i böyle sapkınlıklardan muhafaza eylesin.

Açıklama: Günümüzde bazı kimseler Mevlâna Celaleddin Rumi gibi Allah’a dost olmuş büyük bir evliyaya akıl almaz iftiralar atmaktalar bu iftiralar dünde olmuştur yarında olacaktır. Maneviyattan yoksun kafalarını kiraya vermiş bu kimselere yine Mevlâna Hazretleri cevap versin: Zamanın birinde kedinin biri yerde duran masata dilini sürtermiş her sürtmesinde ağzına kan gelirmiş ne kadar güzel diye iç geçirirmiş. Oysa diline gelen sürtme esnasında oluşan kendi kanıymış. Bu tür insanlar kendilerini o büyük evliyada görüyorlar. Zaten varisi olduğu peygamberi Hazreti Muhammed (sav)’e Ebu Cehil gelip her türlü küfür ve hakarette bulunuyordu. Hazreti Peygamber gülüp geçiyordu Hazreti Ebu Bekir (ra) da aşk ve muhabbetini bildirdiğinde onada tebessüm ediyordu bu durumu soran sahabelere Ebu Cehil bana bakıp küfrünü görüyor Hazreti Ebu Bekir’de iman ve aşkını görüyor demişti. Böyle Hak aşıkları ayna misalidir. Onlara bakan ancak kendini görür. Allah (cc) böyle kimselere hidayet etsin.

Araştırmacı Yazar Nuri KÖROĞLU