Sultanımdan Gönüllere : ZEMZEM SUYUNUN ÇIKIŞI

Hazreti İbrahim hanımı Sare ile beraber zalim bir hükümdarın memleketine gelmişti. Sare zamanın en güzel kadınlarından biriydi. Kötülük yaparlar diye Sare Annemizi sandığa sakladılar. Geçerken firavunun adamları bunları çevirdiler;

–Sandıklarınızda ne var, diye sordular. Baktılar ki gayet güzel bir dilber. O kadar güzel ki, dünya güzeli desen abartmış olmazsın, ahlakında, edebinde, Allah (cc) övmüşte yaratmış da, sevgili Halil’ine zevce yapmış. Bu güzelliği gören kâfirler o zamanın firavununa bildirdiler.

–Senin memleketine ancak sana layık güzel bir kadın geldi, dediler. Zalim hükümdar O’nun huzuruna getirilmesi için emir verince, Hazreti İbrahim feraset ilmi ile ledün ilmiyle olacakları fark edip Sare’ye;

–Bu zalim hükümdar Senin Benim zevcem olduğunu anlarsa, Seni Benden zorla alır. Bu sebeple Sana Benim neyin olduğumu sorarsa, kardeşim olduğunu söyle. Çünkü nasıl olsa dinde kardeşiz. Zira memlekette ikimizden başka Müslüman da görünmüyor, dedi.

Hazreti İbrahim’in dediği gibi de oldu. Hükümdar kardeş olduklarına inandı ve;

–Öyleyse buna izzet-i ikramda bulunun, diye emretti.

Onlarda izzeti ve ikramda bulundular. Daha sonra firavun Sare’yi odasına aldı. Güzelliği karşısında dayanamadı. Okşayıp seveyim diye elini Sare’ye uzatınca, eli birden felç oldu, kurudu diyen de var.  Zalim hükümdar hareketsiz kalınca;

–Bana ne oldu, dedi. Sare Annemiz;

–Kâinatı yaratan, bizleri yaratan Cenab-ı Zülcelâl Hazretlerinin Halil’i İbrahim Halilullah Rabb’ime niyazda bulundu. O’nun zevcesine sen zarar veremezsin, diye cevap verdi.

– Demek sen O’nun zevcesisin öyle mi, dedi.

Kalp gözüyle, basiret gözüyle gören İbrahim Halilullah, Onların bu hallerini görüyordu. Sare Annemiz;

–Tövbe edersen, bana bir zarar vermezsen, Halil İbrahim’in Rabbi, yine seni aynı haline getirir, deyince firavun;

–Tövbeler olsun sana zarar vermeyeceğim, dedi. İbrahim Halilullah;

–Ya Rabbi tövbe etti. Yine eski haline çevir, diye dua etti.

Allah (cc) hükümdarın sıhhatini verdi, düzeldi. Firavun yine tahammül edemedi. O kadar güzeldi ki yeniden hücum etti. Yine elleri kurudu. Bu sefer Nasuh tövbesi ile tövbe etti. İbrahim Halilullah’a firavun sordu;

–Sen neden ailem demedin de kardeşim dedin?

Hazreti İbrahim

–O Benim hem zevcem hem de din kardeşimdir, dedi.   

Hükümdar;

–Ben bir cariye yetiştirdim. Aynen bu Sare gibi güzeldir. Rabb’imin beni bağışlamasından dolayı, ben de bunu sana hediye ediyorum, dedi.

Hacer Annemizi getirdi. İbrahim’e (as) verdi. O’da Hacer Annemizi nikâhı altına aldı. Bunlar hep beraber bir beldeye geldiler. İbrahim (as) Cenab-ı Allah’a (cc);

“Ya Rabbi, eğer bana bir erkek evlat verirsen, her şeyimi sana feda edeceğim. En sevdiğimi feda edeceğim” diye dua etti.

Allah (cc) duasını kabul etti. Cenab-ı Allah Zülcelâl Hazretleri Bunlara İsmail (as)’ı verdi. İsmail (as) Hacer Annemizden dünyaya geldi. Sare Annemizin ise çocuğu yoktu.

Hazreti İbrahim koskoca bir nebi aynı zamanda da çok cömertti. Gelenlere izzet ve ikramda bulunurdu. Koca Halil İbrahim sofraları kurdururdu.

Böyle hizmetler görüleceğinde Hacer Annemiz;

“Benim çocuğum var çocuğuma bakıyorum, çocuğumun temizliğini yapıyorum. Sen şuna böyle yap” diyerek Sare annemizi üzecek hareketler yaptı.

Sare Annemiz tahammül edemedi. Bir taraftan çocuğun olmamasının üzüntüsü de vardı. Dayanamayıp, ağlamaya başladı. Rabb’ime;

“Ya Rabbi, Sen bilirsin, bir kurtuluş çaresi yok mu?” diye niyaz da bulundu.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, İbrahim (as)’a derhal emir verdi;

“Ya İbrahim, Hacer’i al, çocuğunu da al. Şuraya gideceksin, oraya çadırını kur.” Devesine, atına eşyalarını yükletti. Yiyeceklerini aldı. Ailesi ile birlikte şimdi ki Mekke’de Beytullah’ın olduğu yere çadırını kurdu.  Bazı rivayetlere göre bir ay yanlarında kaldı. Daha sonra;

–Ben gidiyorum, dedi. Hacer Annemiz;

–Nereye gidiyorsun? deyince

–Sare’nin yanına gidiyorum, diye cevap verdi.

O anda Hacer Annemiz anladı;

–Eyvah! Ya İbrahim, Ben Sare’yi çok üzdüm. Yavrum var diye O’na çok eziyet ettim. Acep ola ondan dolayı mı Beni atıyorsun, yoksa Rabb’inin emri midir, diye sordu.

–Evet, ikisi de mevcut. Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri öyle diledi, sen burada İsmail ile kalacaksın. Sizi Rabb’ime emanet ediyorum, dedi ve yanlarından ayrıldı.

Onlar da;

– Rabb’imin emri ise itaat edeceğiz. Sen zevcenin yanına dön. Allah (cc) bize yardım eylesin. Bizim Mağbud’umuz O’dur, deyip, ağlamaya başladı.

İbrahim Halilullah döndükten sonra hayli zaman geçti. Yiyecekleri içecekleri bitti. Çocuk ağlamaya başladı, kendisi çok acıkmıştı. Bir taraftan da o kadar sıcak bir hava vardı ki güneşin şiddetinden simsiyah olmuşlardı.  Kahveyi kavurursunuz da bir renk alır ya, işte aynı onun gibi oldular.

Hacer Annemiz hemen Merve tepesine çıktı;

“Acep ola yiyecek, içecek bir şeyler bulabilir miyim?” diye sağına soluna koştu tekrar geri geldi yavrusunun yanına. Bundan sonra altı sefer daha Merve ile Safa tepesi arasında koştu durdu. Bir hikmeti vardı, gizli ama Cenab-ı Zülcelâl Hazretlerinin bilgisiyle, ilmiyle, yaratmasıyla alakalıydı. Nasıl sinemanın senaryosu varsa, işte öyle oyun başladı.            Nihayet Cebrail (as) geldi. Hazreti İsmail’in (as) sağ ayağının olduğu yere “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek vurdu, o anda su fışkırdı. Su başladı taşmaya, Merve tepesin de olan Hacer Annemiz o hali görünce “Çocuk suyun içinde kaldı” deyip, koşarak geldi. Kendi acıkmış; içti, açlığı gitti. Susadığı zaman içti, susuzluğu gitti. Bundan sonra başka hayvanlar da oraya geldiler. Onlar da suyunu aldılar. Kervancılar giderken baktılar ki; “Hayvanlar gidiyor, biz de gidelim” dediler. Çok temiz yörük bir aile de geldiler buraya. Çadırlarını büyülttüler, evler yaptırmaya başladılar. Bu arada İbrahim’de (as) buraya geldi.

Malumunuz Kurban Bayramı’nda devamlıca söylerler. Hazreti İbrahim ne kadar koyun kestiyse, deve sığır kestiyse, Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri;

Ya Halilim! Ahdinde vefa etmedin. Ahdini yerine getir” buyurdu.

“Ya Rabbi! Dünyada bana en sevgili İsmail’imdir” deyince,

Öyleyse O’nu kurban edeceksin” buyuruldu.

İmtihan çok büyük, çok acıdır. Ancak veren Allah’tır ve tekrar geri istemektedir. O kadar zor ama o mübarek aynen yerine getirdi. Oğlunun ellerini bağladı. Bağlamadan önce de şeytan azazil yani büyük şeytan;

–Ya İsmail, baban seni kesecek. Seni yok edecek. Yıkadılar süslediler gezmeye götüreyim diye kesecek, deyince, O mübarek yerden, yedi tane taş aldı;

– Bismillahi Allah-u Ekber, dedi. Nasıl attıysa şeytanın bir gözünü kör etti. Bir daha attı, sağ elleri, bir daha attı sol eli, bir daha attı ayağını, bir daha attı karnından vurdu, manen Cenab-ı Allah (cc) şeytanı oraya çiviledi.

Bu sefer orta şeytan geldi;

– Aman Sana böyle yapacak.

Taşları aldı. Başladı ona da atmaya. Enbiya olduğu için attığı taşlar isabet etti. Orta şeytan da orda mıhlandı kaldı. Küçük şeytan duramadı. Annesinin, babasını intikamını alayım dedi;

– Bak doğru söylüyorum seni baban kesecek, deyince ona da attı. Sonra babasına;

– Babacığım belki sana isyan ederim. Elimle vurabilirim. Belki can havliyle ayağımla tepebilirim. Bir tarafını incitirim ne olur ayaklarımı ellerimi bağla. Babacığım Ben Seni seviyorum Sende Beni seviyorsun. Şöyle bana baktığın zaman, belki Allah’ın (cc) emrini yerine getiremezsin. Gözlerim gözlerine de değmesin. Benim gözlerimi de kapat, dedi.

İbrahim (as) bunları yaptı. Tam eline bıçağı aldı vuracağı zaman;

– Babacığım, Ben öyle itaatsiz evlat mıyım ki, sana karşı ellerim kalksın da vursun. Öyle itaatsiz evlat mıyım ki ayaklarımla tepeyim. Öyle itaatsiz evlat mıyım ki senin cemalini bakmadan gideyim. Aç gözlerimi, deyince tekrar açtı. Baka baka teslim oldu.

Hazreti İbrahim;

– Bismillahi Allah-u Ekber, dedi. Bıçağı İsmail (as) boynuna dayadı.

Allah’ın büyük evliyası tasavvuf ehli mürşid-i kamil Üstadımız Nevşehirli Hacı Abdullah Gürbüz Hz.leri daha sonra şöyle buyurdu;

O arada Allah-ü Teâlâ Hazretleri;

“Ya Halilim! Sen özden aşk ve muhabbetle evladını kesecektin. Beni o kadar seviyorsun ki benim için evladını feda ettin. Şimdi seninle bir güzel anlaştık. Ondan Server-i Nebi gelecek, Rahmetellil Âlemin gelecek. Bir Muhammed-ül Mustafa gelecek. Al sana bir koç işte bunu kes” buyurdu…

Nuri KÖROĞLU

Mesneviden : PİR KİMDİR, PİRİN SIFATLARI

Ey Hak Nuru Hüsameddin! Bir iki kâğıdı fazla al da pirin sıfatlarını anlatayım. Gerçi vücudun nazik ve çok zayıf, fakat Sensiz cihanın işi yoluna girmiyor. Gerçi ışık (gibi nurlu, latif) ve sırça (gibi ince ve nazik) oldun. Fakat gönül ehlinin başısın, onlara mutadasın.

Mademki ipin ucu senin elindedir, senin isteğine tabidir; gönül gerdanlığının incileri de senin ihsanıdır. Yol bilen pirin ahvalini yaz, piri seç, onu yolun ta kendisi bil… Pir yaz mevsimidir; halk ise güz ayı… Halk, geceye benzer, pir aya…

Genç ve ter ü taze talihe pir adını taktım. Fakat o, halk tarafından pir olmuştur, günlerin geçmesiyle değil. O öyle bir pirdir ki iptidası yoktur, ezelidir. Öyle tek ve eşsiz inciye eş yoktur. Eski şarap esasen kuvvetlidir, hele “Min Ledünn” şarabı olursa…

Piri bul ki bu yolculuk pirsiz pek tehlikeli, pek korkuludur, afetlerle doludur. Bildiğin ve defalarca gittiğin yolda bile kılavuz olmazsa şaşırırsın. Kendine gel! Hiç görmediğin o yola yalnız gitme, sakın yol göstericiden baş çevirme! Ey nobran! Pirin gölgesi olmazsa gulyabani sesi seni sersemleştirir, yolunu şaşırtır. Gulyabani, sana zarar verir, yolundan alıkoyar. Bu yolda nice senden daha dâhi kişiler kaybolup gittiler. Yolcuların yollarını şaşırdıklarını, kötü ruhlu iblisin onlara neler yaptığını Kur’an’dan işit!

Onları ana yoldan yüz binlerce yıl uzak olan yola götürdü, felakete uğrattı, çırçıplak bıraktı. Onların kemiklerine, kıllarına (onlardan kalan eserlere) bak da ibret al; eşeğini onların yoluna sürme. Eşeğin başını çek, onu yola sok, doğru yolu bilen ve görenlerin yoluna sür. Onu boş bırakma, yularını tut; çünkü o, yeşilliğe gitmeği sever. Gaflet edip de bir an boş bıraktın mı çayırlara doğru fersahlarca yol alır. Eşek yol düşmanıdır, yeşillik görünce sarhoş olur. Onun yüzünden nice ona kul olanlar telef olup gitmişlerdir.

Eğer yol bilmezsen eşeğin dileğine aykırı yoldur. Kadınlarla istişarede bulunun, ne derlerse aksini yapın. Şüphe yok ki onlara aykırı hareket etmeyen helak oldular. Heva hevesle, nefsin isteğiyle az dost ol. Çünkü seni Allah yolundan çıkaran, yolunu şaşırtan, heva ve hevestir. Cihanda bu heva ve hevesi, yol arkadaşlarının gölgesini kırıp öldürdüğü gibi hiçbir şey kıramaz, yok edemez.

Peygamber, Ali’ye dedi ki: “Ey Ali! Allah’ın Aslanı’sın, kuvvetlisin, korkmazsın, yüreklisin. Fakat aslanlığına dayanma, güvenme. Ümit ağacının gölgesine sığın! Hiç kimsenin rivayetlerle, masallarla yoldan ayıramayacağı akıllı bir kişinin gölgesine gir. Yeryüzünde onun gölgesi Kaf Dağı gibidir, ruhu da Simurg gibi çok yükseklerde uçmakta, yücelerde dolaşmakta… Kıyamet’e kadar onu övsem, söylesem tükenmez. Bu övüşe bir kesim, bir son arama.

Güneş, insan suretiyle yüzünü örtmüştür, insan suretinde gizlenmiştir; artık sen anlayıver. Doğrusunu Allah daha iyi bilir. Ya Ali! Sen, Allah yolundaki bütün ibadetler içinde Allah’a ulaşmış kişinin gölgesine sığınmayı seç. Herkes bir çeşit ibadete sarıldı, kendisi için bir türlü kurtulma çaresine yapıştı.

Sen, akıllı bir kişinin gölgesine kaç ki gizli gizli savaşan düşmandan kurtulasın. Bu, senin için bütün ibadetlerden daha iyidir. Bu suretle yolda ilerlemiş olanların hepsini geçer, hepsinden ileri olursun. Bir Pir ele geçirdin mi hemen teslim ol; Musa gibi Hızır’ın hükmüne girip yürü.

Ey münafıklık nedir bilmeyen! Hızır’ın yaptığı işlere sabret ki Hızır “Haydi git, ayrılık geldi” demesin. Gemiyi kırarsa ses çıkarma; çocuğu öldürürse saçını başını yolma. Mademki Hak, O’nun eline “Kendi Elimdir” dedi; “Yedullahi fevka eydihim” hükmünü verdi… Şu hâlde Allah’ın eli, onu öldürse de yine diriltir. Hatta diriltmek nedir ki? Ona ebedi hayat verir. Bu yolu, nadir olarak yapayalnız aşan bile yine pirlerin himmetiyle aşmış, varacağı yere onların sayesinde ulaşmıştır. Pirin eli kısa değildir, gaiptekilere de erişir. Onun eli, Allah’ın kabzasından başka bir şey değildir ki. Gaipte bulunanlara böyle bir hilati verirlerse huzurda bulunanlar şüphesiz gaiptekilerden daha iyidir. Gaiptekileri bile doyururlar, onlara bile ihsan ederlerse artık konuğun önüne ne nimetler koymazlar?

Huzurlarında hizmet kemeri bağlanan nerede? Kapı dışında bulunan nerede? Piri seçip ona teslim oldun mu, nazik ve tahammülsüz olma! Balçık gibi gevşek ve kendini koyuvermiş bir halde bulunma! Her zahmete her meşakkate kızar, kinlenirsen cilalanmadan nasıl ayna olacaksın?”

Nuri KÖROĞLU