Sultanımdan Gönüllere : FATİHA-YI ŞERİFE

Cennet mekan Üstadımız Nevşehirli Hacı Abdullah GÜRBÜZ (ks) bir sohbetinde şöyle buyurmuştur ;

Şu Fatiha-yı Şerifi açalımda bir bakalım. On yedi rekât farzda, üç rekât salât-ü vitirde, yirmi rekâtta sünnette devamlıca okuyoruz. Hem din işi ayrı, dünya işi ayrı diyorlar ama Allah-ü Teâlâ Fatiha’da hem din işini hem dünya işini hem ahiretimizi her şeyimizi bildiriyor bize, dedikten sonra başladık anlatmaya…

Euzü besmele nedir?

“Ya Rabbi! Senin cennetinden, Cemalullah’ından kovmuş olduğun ve secde etmediği yer kalmayan azazil olan şeytan-ül laneyi… Hiç de günah işlemediydi. Ancak, Âdem (as)’ı Havva Annemizi günaha teşvik ettiği ve hasutlandığı için cennetinden kovdun. İşte o azazili, o şeytanı bizim yanımızdan da kov Ya Rabbi uzaklaştır.”

“Bismillahirrahmanirrahim: Rahman ve Rahim olan Allah’ım (cc); senin isminle başlıyorum neye başlarsam.

Elhamdülillahi Rabbil Âlemiyn: Ey Âlemlerin Rabbi olan Hazreti Allah (cc), bizi öyle güzel ahsen-i takvim üzere halk eyledin ki karadaki, havadaki, suda ki mahlûkattan eylemedin. En güzel surette insan ve Kendine kul, Habibine ümmet, Kur’an’a hâdim eyledin. Farzlarına, vaciplerine, sünnetlerine Habibine tabi olmak içinde Sana ibadete geldim, huzuruna geldim.

Ya Rabbi! Ne kadar hamd etsem az. Göz nimetine, lisan nimetine, burun nimetine, bütün vücudumuz on sekiz bin âleme bedeldir. Bu sıhhatimiz o kadar güzel ki her zerresi Allah’ı zikrediyor.

Yemiş olduğumuz nebatatı, pişmiş olan etleri ağız denilen değirmende dişlerinizle öğütürsünüz. Midenize geldiği zaman mide Allah (cc) diye çalışır. Mide içinde bir de “Hay asidi” vardır. Hay can asidi “Hay Allah! Hay Allah!” derken on iki bağırsakta ki profesörü, doçenti, kimyageri derhal canlandırır. Bir taraftan da faydalı ve zararlı olan gıdalar ayrılır. On iki bağırsaktan kimisi omuriliğe, kimisi idrar yoluna, kimisi böbreğe, kimisi karaciğere, kimisi kalbe, kimisi de beyne gider. Saydam olan ışıkları gösteren göz hücremize ışık verir, bu boğaz tellerine istediği tonda istediği halde ses yaptırır, kulağımızda işitme hassası olur, burnumuzda ki kıllar nöbetçi olur. “Sakın ha sakın zararlı mikroplar gelme benim ağama, benim üstadıma gelme, ben bunun sahibiyim, bekçisiyim,” deyince mikroplar derhal kılların içerisinde durur ve içeriye giremez. Bütün hücrelerimiz Allah-ü Teâlâ’yı zikreder.

Ey Nakkaş Sahibi! Senin nakşına baktıkça Sana hamd ederim. Sen Rahman, Rahim’sin. Ey On Sekiz Bin Âlemi Rahman İsmiyle Yaradan!

Mahşer yerinde sekiz kat cennet süslenmiş iken nimetleriyle beraber, yedi kat cehennem ise kükremiş haldeyken, herkes nefsi nefsi derken; Sen Rahim isminle Erham-er Râhimiynsin.

Cennetini bahşeden Rabb’im Sen Malik-i Yevmiddin’sin. Sen din gününün malikisin, Sen hem dünyanın hem ahiretin padişahısın. Mülk Senin, saltanat Senin, ben Seninim, kâinat Senin ancak Sana ibadet eder, bu güzel vechemle Sana secde ederim ve “subhane rabbiyel âlâ” derim. “Senden büyük, yüce yok Ya Rabbi!” derim. Senden başkasına bakıcı, Senden başkasından yardım dileyici, Senden başkasına secde edici değilim.

Ya Rabbi! Bizi inam ettiğin, ihsan ettiğin Adem (as)’dan Hazreti Muhammed-ül Mustafa’ya kadar ne kadar mucizeler verdin. Onlara ne güzel mucizelerle, inam ve ihsanda bulundun. Onların başına öyle şiddetli kâfirler verdin ki kimini suda helak ettin, kimini ateşte, kimisini zayıf sivrisinekle, kimisini yel, kimisini sel felaketiyle, kimini altını üstüne getirdin, “Kahhar” isminle perişan ettin.

Ya Rabbi! Onların sahabelerine, âlimlerine, evliyalara üçler, yediler, kırklar Senin sevdiğin o sırati müstakimde olan kullarına, Sıratellezine En’amte Aleyhim. Ya Rabbi ne olur o inam ettiğin sırati müstakimde olan arif kullarınla bizi beraber eyle!

Sakın Ya Rabbi! Gadabına uğrayan nemrutlar, firavunlar, ebu cehiller, utbeler, katiller, caniler, faizciler, eşcinseller, ailesini kıskanmayanlar, dünyaya tapanlardan veladdallin; o dalalette olan Senin yolundan sapanlardan bizi eyleme Ya Rabbi!

Sonunda da âmin diyoruz.

İşte gördün mü evladım, Fatiha bize hem şeriatımızı, hem tarikatımızı, hem hakikatimizi, hem yolumuzu gösterdi. Fatiha ümm-ül kitaptır. Kur’an’ın anahtarıdır ve Kur’an’ın anasıdır. ‘Hoca Efendi Kur’an okur, “Fatiha!” der, cenazeye gidersiniz “Fatiha!” der, yemek yersiniz “Fatiha!” der. Allah (cc) sırrını nasip eyleyip, Fatiha ile amel edenlerden eylesin.

(ÂMİN)

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : ZEMZEM SUYUNUN ÇIKIŞI

Hazreti İbrahim hanımı Sare ile beraber zalim bir hükümdarın memleketine gelmişti. Sare zamanın en güzel kadınlarından biriydi. Kötülük yaparlar diye Sare Annemizi sandığa sakladılar. Geçerken firavunun adamları bunları çevirdiler;

–Sandıklarınızda ne var, diye sordular. Baktılar ki gayet güzel bir dilber. O kadar güzel ki, dünya güzeli desen abartmış olmazsın, ahlakında, edebinde, Allah (cc) övmüşte yaratmış da, sevgili Halil’ine zevce yapmış. Bu güzelliği gören kâfirler o zamanın firavununa bildirdiler.

–Senin memleketine ancak sana layık güzel bir kadın geldi, dediler. Zalim hükümdar O’nun huzuruna getirilmesi için emir verince, Hazreti İbrahim feraset ilmi ile ledün ilmiyle olacakları fark edip Sare’ye;

–Bu zalim hükümdar Senin Benim zevcem olduğunu anlarsa, Seni Benden zorla alır. Bu sebeple Sana Benim neyin olduğumu sorarsa, kardeşim olduğunu söyle. Çünkü nasıl olsa dinde kardeşiz. Zira memlekette ikimizden başka Müslüman da görünmüyor, dedi.

Hazreti İbrahim’in dediği gibi de oldu. Hükümdar kardeş olduklarına inandı ve;

–Öyleyse buna izzet-i ikramda bulunun, diye emretti.

Onlarda izzeti ve ikramda bulundular. Daha sonra firavun Sare’yi odasına aldı. Güzelliği karşısında dayanamadı. Okşayıp seveyim diye elini Sare’ye uzatınca, eli birden felç oldu, kurudu diyen de var.  Zalim hükümdar hareketsiz kalınca;

–Bana ne oldu, dedi. Sare Annemiz;

–Kâinatı yaratan, bizleri yaratan Cenab-ı Zülcelâl Hazretlerinin Halil’i İbrahim Halilullah Rabb’ime niyazda bulundu. O’nun zevcesine sen zarar veremezsin, diye cevap verdi.

– Demek sen O’nun zevcesisin öyle mi, dedi.

Kalp gözüyle, basiret gözüyle gören İbrahim Halilullah, Onların bu hallerini görüyordu. Sare Annemiz;

–Tövbe edersen, bana bir zarar vermezsen, Halil İbrahim’in Rabbi, yine seni aynı haline getirir, deyince firavun;

–Tövbeler olsun sana zarar vermeyeceğim, dedi. İbrahim Halilullah;

–Ya Rabbi tövbe etti. Yine eski haline çevir, diye dua etti.

Allah (cc) hükümdarın sıhhatini verdi, düzeldi. Firavun yine tahammül edemedi. O kadar güzeldi ki yeniden hücum etti. Yine elleri kurudu. Bu sefer Nasuh tövbesi ile tövbe etti. İbrahim Halilullah’a firavun sordu;

–Sen neden ailem demedin de kardeşim dedin?

Hazreti İbrahim

–O Benim hem zevcem hem de din kardeşimdir, dedi.   

Hükümdar;

–Ben bir cariye yetiştirdim. Aynen bu Sare gibi güzeldir. Rabb’imin beni bağışlamasından dolayı, ben de bunu sana hediye ediyorum, dedi.

Hacer Annemizi getirdi. İbrahim’e (as) verdi. O’da Hacer Annemizi nikâhı altına aldı. Bunlar hep beraber bir beldeye geldiler. İbrahim (as) Cenab-ı Allah’a (cc);

“Ya Rabbi, eğer bana bir erkek evlat verirsen, her şeyimi sana feda edeceğim. En sevdiğimi feda edeceğim” diye dua etti.

Allah (cc) duasını kabul etti. Cenab-ı Allah Zülcelâl Hazretleri Bunlara İsmail (as)’ı verdi. İsmail (as) Hacer Annemizden dünyaya geldi. Sare Annemizin ise çocuğu yoktu.

Hazreti İbrahim koskoca bir nebi aynı zamanda da çok cömertti. Gelenlere izzet ve ikramda bulunurdu. Koca Halil İbrahim sofraları kurdururdu.

Böyle hizmetler görüleceğinde Hacer Annemiz;

“Benim çocuğum var çocuğuma bakıyorum, çocuğumun temizliğini yapıyorum. Sen şuna böyle yap” diyerek Sare annemizi üzecek hareketler yaptı.

Sare Annemiz tahammül edemedi. Bir taraftan çocuğun olmamasının üzüntüsü de vardı. Dayanamayıp, ağlamaya başladı. Rabb’ime;

“Ya Rabbi, Sen bilirsin, bir kurtuluş çaresi yok mu?” diye niyaz da bulundu.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, İbrahim (as)’a derhal emir verdi;

“Ya İbrahim, Hacer’i al, çocuğunu da al. Şuraya gideceksin, oraya çadırını kur.” Devesine, atına eşyalarını yükletti. Yiyeceklerini aldı. Ailesi ile birlikte şimdi ki Mekke’de Beytullah’ın olduğu yere çadırını kurdu.  Bazı rivayetlere göre bir ay yanlarında kaldı. Daha sonra;

–Ben gidiyorum, dedi. Hacer Annemiz;

–Nereye gidiyorsun? deyince

–Sare’nin yanına gidiyorum, diye cevap verdi.

O anda Hacer Annemiz anladı;

–Eyvah! Ya İbrahim, Ben Sare’yi çok üzdüm. Yavrum var diye O’na çok eziyet ettim. Acep ola ondan dolayı mı Beni atıyorsun, yoksa Rabb’inin emri midir, diye sordu.

–Evet, ikisi de mevcut. Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri öyle diledi, sen burada İsmail ile kalacaksın. Sizi Rabb’ime emanet ediyorum, dedi ve yanlarından ayrıldı.

Onlar da;

– Rabb’imin emri ise itaat edeceğiz. Sen zevcenin yanına dön. Allah (cc) bize yardım eylesin. Bizim Mağbud’umuz O’dur, deyip, ağlamaya başladı.

İbrahim Halilullah döndükten sonra hayli zaman geçti. Yiyecekleri içecekleri bitti. Çocuk ağlamaya başladı, kendisi çok acıkmıştı. Bir taraftan da o kadar sıcak bir hava vardı ki güneşin şiddetinden simsiyah olmuşlardı.  Kahveyi kavurursunuz da bir renk alır ya, işte aynı onun gibi oldular.

Hacer Annemiz hemen Merve tepesine çıktı;

“Acep ola yiyecek, içecek bir şeyler bulabilir miyim?” diye sağına soluna koştu tekrar geri geldi yavrusunun yanına. Bundan sonra altı sefer daha Merve ile Safa tepesi arasında koştu durdu. Bir hikmeti vardı, gizli ama Cenab-ı Zülcelâl Hazretlerinin bilgisiyle, ilmiyle, yaratmasıyla alakalıydı. Nasıl sinemanın senaryosu varsa, işte öyle oyun başladı.            Nihayet Cebrail (as) geldi. Hazreti İsmail’in (as) sağ ayağının olduğu yere “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek vurdu, o anda su fışkırdı. Su başladı taşmaya, Merve tepesin de olan Hacer Annemiz o hali görünce “Çocuk suyun içinde kaldı” deyip, koşarak geldi. Kendi acıkmış; içti, açlığı gitti. Susadığı zaman içti, susuzluğu gitti. Bundan sonra başka hayvanlar da oraya geldiler. Onlar da suyunu aldılar. Kervancılar giderken baktılar ki; “Hayvanlar gidiyor, biz de gidelim” dediler. Çok temiz yörük bir aile de geldiler buraya. Çadırlarını büyülttüler, evler yaptırmaya başladılar. Bu arada İbrahim’de (as) buraya geldi.

Malumunuz Kurban Bayramı’nda devamlıca söylerler. Hazreti İbrahim ne kadar koyun kestiyse, deve sığır kestiyse, Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri;

Ya Halilim! Ahdinde vefa etmedin. Ahdini yerine getir” buyurdu.

“Ya Rabbi! Dünyada bana en sevgili İsmail’imdir” deyince,

Öyleyse O’nu kurban edeceksin” buyuruldu.

İmtihan çok büyük, çok acıdır. Ancak veren Allah’tır ve tekrar geri istemektedir. O kadar zor ama o mübarek aynen yerine getirdi. Oğlunun ellerini bağladı. Bağlamadan önce de şeytan azazil yani büyük şeytan;

–Ya İsmail, baban seni kesecek. Seni yok edecek. Yıkadılar süslediler gezmeye götüreyim diye kesecek, deyince, O mübarek yerden, yedi tane taş aldı;

– Bismillahi Allah-u Ekber, dedi. Nasıl attıysa şeytanın bir gözünü kör etti. Bir daha attı, sağ elleri, bir daha attı sol eli, bir daha attı ayağını, bir daha attı karnından vurdu, manen Cenab-ı Allah (cc) şeytanı oraya çiviledi.

Bu sefer orta şeytan geldi;

– Aman Sana böyle yapacak.

Taşları aldı. Başladı ona da atmaya. Enbiya olduğu için attığı taşlar isabet etti. Orta şeytan da orda mıhlandı kaldı. Küçük şeytan duramadı. Annesinin, babasını intikamını alayım dedi;

– Bak doğru söylüyorum seni baban kesecek, deyince ona da attı. Sonra babasına;

– Babacığım belki sana isyan ederim. Elimle vurabilirim. Belki can havliyle ayağımla tepebilirim. Bir tarafını incitirim ne olur ayaklarımı ellerimi bağla. Babacığım Ben Seni seviyorum Sende Beni seviyorsun. Şöyle bana baktığın zaman, belki Allah’ın (cc) emrini yerine getiremezsin. Gözlerim gözlerine de değmesin. Benim gözlerimi de kapat, dedi.

İbrahim (as) bunları yaptı. Tam eline bıçağı aldı vuracağı zaman;

– Babacığım, Ben öyle itaatsiz evlat mıyım ki, sana karşı ellerim kalksın da vursun. Öyle itaatsiz evlat mıyım ki ayaklarımla tepeyim. Öyle itaatsiz evlat mıyım ki senin cemalini bakmadan gideyim. Aç gözlerimi, deyince tekrar açtı. Baka baka teslim oldu.

Hazreti İbrahim;

– Bismillahi Allah-u Ekber, dedi. Bıçağı İsmail (as) boynuna dayadı.

Allah’ın büyük evliyası tasavvuf ehli mürşid-i kamil Üstadımız Nevşehirli Hacı Abdullah Gürbüz Hz.leri daha sonra şöyle buyurdu;

O arada Allah-ü Teâlâ Hazretleri;

“Ya Halilim! Sen özden aşk ve muhabbetle evladını kesecektin. Beni o kadar seviyorsun ki benim için evladını feda ettin. Şimdi seninle bir güzel anlaştık. Ondan Server-i Nebi gelecek, Rahmetellil Âlemin gelecek. Bir Muhammed-ül Mustafa gelecek. Al sana bir koç işte bunu kes” buyurdu…

Nuri KÖROĞLU