Sultanımdan Gönüllere : İLK SEMA EDEN EBUBEKİR SIDDIK EFENDİMİZ

Cennet mekan üstadımız Hadim-ül Fukara Abdullah Baba (ks) hz. leri bir sohbetinde şöyle buyurmuştur ;

Peygamber (sav) Efendimiz Mekke’de ki zalimlerin zulmünden Medine’ye hicret ederken yol arkadaşı Hazreti Ebu Bekir (ra) ile Sevr Mağarası’na girdiler. Hazreti Ebu Bekir (ra) kendilerini arayan müşriklerin Peygamber Efendimize zarar vereceğinden korkmaya başladı. Rasulullah (sav) Hazretleri:

“Ya Ebu Bekir, korkma! Allah (cc) Muin’imizdir. Allah Habir’dir (haberdardır), Allah Semi’dir (işiticidir), Basir’dir (görücüdür) O bizimle beraberdir. Dilini damağına yapıştır, tevhide devam et” diye zikri telkin etmişlerdir. Böylece Ebu Bekir Sıddık (ra) Hazretleri Allah’a giden yolda seyri sülûküne bu mağarada başladı.

Hazreti Ebu Bekir’in, Müslüman olduğu zaman kırk bin dirhemi vardı. Müşriklerin, işkence altında kıvrandırdıkları Müslüman köleleri, onlardan satın alıp azat etmek ve Müslümanları güçlendirmek için, bu servetini harcamaktan geri durmadı. Medine’ye hicret edeceği zaman, ancak beş bin veya altı bin dirhemi kalmıştı. Oğlu Abdullah’ı gönderip onları da alıp Sevr Mağarası’na getirdi ve yanında Medine’ye götürdü. Orada da Mekke’de yaptığı gibi yaptı. Develerini, cariyelerini, kölelerini, teneke ile altın ve gümüşü Allah yolunda tasadduk etti. Ashab-ı suffe için, beytü’l mal için mallarını tasadduk etti.

Nefsi mutmaine makamına gelmişti ki Cenab-ı Allah;

“Ey Cibril! Habibime selam söyle, kulum Ebu Bekir’den razı oldum. O da Benden razı oldu mu?”, diye sordu.

Cibril Aleyhisselam;

“Ya Rabbi! Ebu Bekir rıza makamına nasıl erişti?”, diye sordu. Allah-u Zülcelâl Hazretleri;

“Ey Cibril! Git imtihan et” dedi.

Cibril-i Emin insan suretine girip, Hazreti Ebu Bekir Sıddık’a (ra) geldi. Ve:

“Allah rızası için giyecek cübbem yok. Ne olur bana yardım et” dedi.       

Hazreti Ebu Bekir (ra) Efendimiz, hemen cübbesini çıkarıp Cibril-i Emin’e verdi. Oradan ayrıldı evine gitti. Bir müddet sonra kapı çalındı. Kapıyı açtı yine insan suretinde Cibril-i Emin geldi ve şöyle dedi:

“Giyecek gömleğim yok, Allah’ın Resulü Muhammed Mustafa (sav) hakkı için bana bir gömlek ver” deyince, Hazreti Ebu Bekir Sıddık (ra) Efendimiz üzerindeki kalan tek gömleği de verdi ve sadece göbeği ile diz kapağı arasını örtecek iç çamaşırı kalmıştı. Allah’ın Resulü’ne âşık, her anı onunla beraber olan Hazreti Ebu Bekir (ra), çıplak olduğu için edep ve hayâ etti de, Rasulullah (sav) Efendimizin yanına varamadı. Hatta mescide dahi gidemedi.

Hazreti Peygamberin gülü Hazreti Fatıma (r.anha) Annemiz Ebu Bekir Sıddık (ra) Efendimizin evinin önünden geçerken pencereden omuzlarının çıplak olduğunu gördü. Rasulullah (sav) Efendimizin haneyi saadetlerine gitti. O’na

“Ya Rasulullah! Ebu Bekir Sıddık (ra) Hazretleri geldi mi?” diye sordu. Rasulullah Efendimiz (sav):

“Hayır kızım, mescide de iki vakittir gelmiyor” dedi. Hazreti Fatıma (r.anha) Validemiz:

“Ya Rasulullah! Ben biraz önce Ebu Bekir’in omuzlarının çıplak olduğunu gördüm. Her halde giyecek bir şeyi yok. Acep ona bir üst baş yok mu?”, diye soruyor. Şimdi çeşit çeşit elbiselerimiz var daha hala gözümüz doymaz.

Rasulullah (sav);

“Ah evladım, giydirecek bir şey yok” deyince Fatıma (r.anha) Validemiz:

“Babacığım Ben gelin olurken Bana bir kilim vermiştiniz. Müsaade ederseniz o kilimi ikiye bölüp, kendisine vereyim” dedi.

Evdeki kilimin yarısını kesip götürerek, Hazreti Ebu Bekir’in penceresinden içeri bıraktı. Hazreti Ebu Bekir (ra) Efendimiz kilimi iki parça yapıp ortasını deldi, boğazından geçirdi. Sağından ve solundan hurma lifleri ile ördü. Âşık olduğu Hazreti Muhammed Mustafa’ya (sav) üzerine geçirmiş olduğu kilim parçasıyla gitti. Edep ediyor, kapıyı çalamıyordu, ağlamaya başladı. İşte bu sırada Cebrail Aleyhisselam:

“Ya Muhammed (sav)! Allah’ın selamı var. Senin ümmetinden bir kişi Allah’ın rıza makamına yükseldi. Allah O’ndan razı oldu. Bu hali ile o kul da Allah’tan razı mı? O kul şu anda kapıya geldi, hayâsından, edebinden içeriye giremiyor” deyince, Rasulullah (sav) kapıyı açtı ve Ebu Bekir Sıddık’ı (ra) karşısında gördü. Ve O’na:

“Hoş geldin Ya Ebu Bekir” buyurdu.

Cibril-i Emin:

“Ya Rasulullah! Ebu Bekir’e; “Sen küfür halinde iken; malın, servetin vardı. İman ettin ve şimdi bir kilim parçasına büründün. Bu halde iken Allah’tan razı, hoşnut musun? Yoksa değil misin?” diye sor, buyurdu.

Rasulullah Efendimiz (sav) Ebu Bekir Sıddık Hazretlerine sordu. Bunun üzerine Ebu Bekir (ra) Efendimiz ağlayarak:

“Ben Rabb’imden de, Muhammed Mustafa’dan da razıyım. Onlar Benden razı mı? Vücudum lime lime, parça parça olsa da Ben onlardan yine razıyım” dedi.

Rasulullah (sav):

“Allah’da Senden razı Ya Ebu Bekir” deyince, Ebu Bekir (ra) Efendimiz, ‘Allah’ dedi ve başladı sema etmeye. Peygamberimizin etrafında yedi defa döndü ve Peygamber Efendimiz kelimeyi şahadet getirerek O’nu durdurdu.

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : RASULALLAH (SAV) SEVGİSİ

Cennet Mekan üstadımız Nevşehirli Hacı Abdullah Gürbüz (ks) bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştur;

Allah-ü Teâlâ Hazretleri hepinizden razı olsun. Korktuklarınızdan emin, umduklarınıza nail kılsın. Âlemi İslam’a dirlik birlik beraberlik versin. Cemian Kur’an’a yapışmak nasip ve müyesser eylesin. Bizleri hakkı hak batılı batıl bilenlerden eylesin. Son nefesimizde Kelime-i Şahadet getirip Cennet ve Cemaline vasıl eylesin.

Değerli kardeşlerim!

Ne yazık ki bazı insanlar rüyaya itibar edilmez, kerametin söylenmeyeceğini söylüyorlar. Bilen, “bildim” demez. Gören, “gördüm” demez, gibi sözler söylüyorlar.

Ancak bir âlime gitseniz; “Allah’ı (cc) sevmek istiyorum” deseniz, “istihare yapın” der. Elimizde Peygamber (sav) Efendimizin hadis-i şerifleri var. Günümüze kadar bütün ilim ehlinin kabul ettiği Sahih-i Buhari’nin 12. cildi sayfa 274 tercümesi:

Ebu Said El Hudri (ra) rivayet ettiğine göre Efendimiz; “Sizden biriniz sevdiği bir rüya gördüğünde bilsin ki O Allah (cc) tarafından telkindir. Rüya sahibi bu rüyası üzerine Allah’a (cc) hamd etsin ve başkasına söylesin ve buna aykırı hoşlanmadığı bir rüya gördüğünde muhakkak ki bu da şeytandandır. Rüya sahibi gördüğü rüyadan Allah’a (cc) sığınsın, rüyasını kimseye söylemesin, öyle olursa rüyadan zarar görmez.”

Ebu Hureyre (ra); “Resûlallâh’tan (sav) işittim ki;

“Mübeşşerattan başka nübüvvetten ilham alacak bir şey kalmadı. Enbiya kapısı kapandı ve mübeşşerat açıldı” buyurdu.

Sahabe-i Kiram Hazretleri;

“Mübeşşerat” nedir, Ya Resûlallâh? diye sorduklarında, Resûlallâh (sav) şöyle buyurdular:

“Rüyayı Sahiha”dır.

Enes bin Malik (ra);

“Rasûlullâh’tan (sav) işittim ki salih bir kişi yahut saliha bir kadın tarafından görülen güzel bir rüya, nübüvvetin 46 cüzünden bir cüzdür.”

Rasulullah (sav) Efendimizi rüyasında görenin uyanıkken de gördüğü ile ilgili hadis-i şerifler Peygamber Efendimizin zamanında, tahsis edilmişlerdir.

“Her kim Sallallahü Aleyhi Vesellem’i rüyasında görürse muhakkak Medine’ye hicret ederek görecektir”, diye tevil etmişlerdir.

Peygamber Efendimizin vefatından sonra görülen rüya üzerine cemali şerifini görmek mümkün değildir. Şu kadar ki ahirette görülmek üzere rüyanın sıtkı tahakkuk edebilir, binaenaleyh;

“Her kim Beni rüyasında görürse, muhakkak ahirette de Beni uyanık halimde görür” demek olur, diye tefsir edilmiştir.

Bazı Sufiyye de bu hadis-i şöyle tefsir etmiştir; “Her kim Beni rüyada görürse o mümin-i muttaki, Beni muhakkak murakabe halinde görecektir.”

Demek ki Peygamber Efendimizi rüyasında gören, kalpleri mutmainne’ye gelen bir müminin de rabıtasında göreceğine delildir.

Peygamber Efendimizi; evladımızdan, malımızdan, canımızdan daha iyi seveceğiz ki rüyamızda görebilelim.

Allah-ü Teâlâ, çeşit çeşit kerametler verir. Keramet Allah’ın (cc) “Lütf-u İlahiye”sidir. Keramet, insanın istemesiyle elde edilmez. Ne kadar “ben keramet ehli olayım” desen de bu mümkün değildir.  Dillerimize sahip olmamız, inandığımız gibi yaşamamız gereklidir.

Peygamberlerin mucize göstermesi, halkın onlara daha kolay inanıp daha rahat itaat etmesine yardımcı olur. Evliyaların kerameti içinde aynı şeyler söylenebilir. İnsanlar öteden beridir kerametini gördükleri evliyayla daha çok alakadar olmuşlardır. Onlara daha çok hürmet ve itibar etmişlerdir. Peygamberlerin mucizeleri gibi evliyaların kerametleri de çok çeşitlidir. Kitabında okuduk en az keramet gösteren Bahaddin Nakşibendî Hazretleridir ki O zatta da yirmi beş tane keramet olduğu yazılmıştır.

Rasulullah (sav) Efendimiz;

“Kimseyle münakaşa etmeyen, konuşurken itiraz etmeyen veya haklı olduğu hâlde kimseyi incitmeyen Müslüman’ın, Cennet’e gireceğine söz veriyorum” buyurmuştur. (Tirmizî)

Yine bir hadis-i şerifinde;

“Münakaşa, akıl, fazilet ve ilimde kendisinin üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Bu ise karşısındakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmek demektir. Bu düpedüz düşmanlıktır, kendisini karşısındakinden üstün görmek ise kibirdir.”

Eskiler de münakaşaya yol açar diye sual bile sormazlardı.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri;

“Ey müminler! Namazı kıldıktan hemen sonra Beni zikredin, ‘Kesiran kesira’ hem de sık sık zikredin” buyurmaktadır.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri her ibadetin özrünü kabul ediyor ancak zikrullah’da özrü kabul etmiyor. Ne yazık ki babalarımız, dedelerimiz, “aman çok zikretme, tarikata girme, ibadeti sık sık yapma kafayı bozarsın,” diyerek, gayri müslimlerin söylediği sloganı annemiz, babamız hatta âlimlerimiz bile söyleyerek bizi Allah’ın (cc) zikrinden men ettiler.

Rasulullah (sav) EfendimizHazreti Ali Efendimize cehri zikrin, Ebu Bekir Efendimize hafi ve kalbi zikrin meratiplerini tavsiye etmiştir. Sahabelerin bazılarına da hafi zikri bazılarına cehri zikri tavsiye etmiştir. Cem olduklarında ise hepsi birden zikretmişlerdir. Her iki kolda yani hafi ve cehri zikir Abdülkadir Geylani (ks) Hazretlerinde birleşir.

Şimdi soruyorlar “Nereye bağlısınız diye?”

Efendim ben Geylani Hazretlerine bağlıyım. Sen nereye bağlısın denilince; Rufai Hazretlerine, sen Bahattin Nakşibendî, sen Mevlevi’ye, sen Hacı Bektaşi Veli’ye, sen Süleyman Hilmi Tuna Efendi’ye, sen Saidi Nursi Hazretlerine, denilse de hepsinin yolu Allah’a (cc) gider. İki yolla; biri hafi zikir ile gider, diğeri cehri zikir ile gider. Hepimizin silsilesi ya Hazreti Ebubekir Efendimize ya da Hazreti Ali Efendimize dayanır.

Bizim Pirimiz Abdülkadir Geylani (ks) Aziz Hazretleri cehri zikir yapardı. Peygamber Efendimizin torunudur. İmam-ı Hasan’la İmam-ı Hüseyin aynı zamanda Ebu Bekir Sıddık, Ömer-ül Faruk, Osman-ı Zinnureyn, Aliyy-el Murtaza (ra) Hazretlerine torun oluyor. Pirimiz Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri de O da, Hazreti Hüseyin (ra) Hazretlerinden geliyor. Seyyid’dir.

Şimdi de gelelim zikrin faziletlerine:

Allah’ı zikretmenin faziletleri anlatmakla bitmez.

Âdem (as)’dan sonra ikinci atamız olan Nuh (as)’ın ümmeti isyan eder. Nuh (as) müteessir olur ve ümmetinin helak edilmesi için dua eder. Hemen Cebrail (as) gelir;

“Allah-ü Teâlâ ahd etti ki onları helak edecek Ya Nuh! Ancak Allah’ın (cc) tevhidi olan yerde, afatı olmaz” buyurur.

Allah-ü Teâlâ burada bize beyan ediyor ki; “Benim tevhidim olan yerde afatım olmaz.”

Ne yazık ki Müslümanlar Allah’ın (cc) zikrini, Allah’ın (cc) Kur-an’ını bıraktılar, gittiğimiz her yerde soruyorlar; “Bu ümmeti Muhammed’in başına gelenler nedir?”

Bu soruyu İbrahim Ethem Hazretlerine soruyorlar;

“Ey Allah’ın (cc) dostu, sen tacını tahtını Allah (cc) için feda ettin, derviş oldun, kutbu cihan oldun, bize dua et; paramız bereketsiz, evlatlarımız itaatsiz, hanımlarımız geçimsiz. Hiç huzurumuz yok. Her evde hastalık, zillet altında kaldık. Her tarafta harpler var. Bize dua et” diyorlar.

Bu hâdise Küfe şehrinde oluyor. O mübarek, taht üzerine çıkıyor ve şöyle diyor;

“Ey İnsanlar! Sizler hep münafıksınız. Allah (cc) bir deyip şirk koşuyorsunuz. Allah’ın (cc) kudretini, yaratıcılığını, her şeyi işittiğini, her şeyi gördüğünü, her şeye kadir olduğunu, bütün kuvvet ve kudretin O’na ait olduğunu söylüyorsunuz. ‘Şu olmasa bu olmazdı, şöyle yapmasak böyle olmazdı’ diyorsunuz. Ayet-el Kürsi’yi okuyorsunuz. Allah’ın (cc) izni olmadan, bir şeyin olmayacağını bildiğiniz halde, Allah’a (cc) şirk koşuyorsunuz. Kur’an-ı Kerim kitabımız diyorsunuz ne açıyor ne okuyorsunuz ne de amel ediyorsunuz. Muhammed-ül Mustafa (sav) peygamberimiz diyorsunuz, O’nun sünnetlerini işlemiyorsunuz, O’na tabi olmuyorsunuz. Ölümü görüyorsunuz ibret almıyorsunuz. Ahirette mahşer var diyorsunuz kendi nefsinizi hesaba çekmiyorsunuz. Onun için sizler münafıksınız, gelin hep beraber tövbe edelim.

Allah (cc) birdir, şeriki naziri yoktur. Vahit’tir. Ehad’dır. Samed’dir. Evvel Allah (cc), Ahir, Zahir, Batın, Rezzak, Semi, Basir’dir. Allah (cc) tekdir. O’nun kelamı Kur’an-ı Kerim’i okuyup O’nunla amel edersiniz İnşallah!

Muhammed-ül Mustafa bizim Peygamberimiz deyip, O’na canlarınızı feda edersiniz inşallah!

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : MUHARREM AYI VE AŞURE

Bizleri havadaki, karadaki, denizdeki mahlûkatın en şereflisi, ahseni takvim olarak yaratan, Âlemlerin Rabbi olan Allah-ü Teâlâ Hazretlerine hamd edelim.

Bize verdiği akıl, fikir, dinimiz, sıhhatimiz ve bütün cevahir azalarımıza, vermiş olduğu nimetlerden dolayı, ne kadar hamd edersek azdır. Allah (cc) bizlere lütfuyla muamele eylesin İnşallah.

Kardeşlerim bu mübarek ayı, yani Muharrem ayını hakkıyla idrak edebilmemiz için, önce bu ayın önemini idrak etmemiz gerekmektedir. Muharrem ayı içerisinde bulunan ve bu ayın onuncu gününde idrak etmemiz gereken Aşure günü çok kıymetli bir gündür.

İlk insan ve ilk peygamber Âdem (as)  yeryüzüne indirildiğinde, aff-ı mağfiret dilemek için uzun bir müddet ağladı sızladı, en sonunda;

“Ya Rabbi Arş-ı Âlâ’da gördüğüm ‘Lâ İlâhe İllâllah Muhammed-ür Resulullah’ lafzının yüzü suyu hürmetine, duamı kabul eyle” diye niyazda bulununca, Cenâb-ı Zülcelâl Hazretleri duasını kabul eyledi. Âdem (as) duasının kabul edildiği gün Aşure günüdür. Havva Annemiz ile Âdem (as) dünyada yeniden bir araya geldikleri gün, yine Aşure günüdür.

Nuh kavmi Aşure günü helak olmuştur. Nuh (as) ne kadar anlattıysa da, kavmi O’na inanmadı.

Nuh (as)’ın kavmi daha ileri giderek mübareği taşladılar. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah (cc) onların şöyle söylediğini beyan etmektedir;

“Dediler ki; Ey Nuh! Eğer vazgeçmezsen, kesinlikle taşlanmışlardan olacaksın” (Şuara/116)

Evlatları ve eşi dahi O’na inanmadı, çok zulümler ettiler. Mübarek;

“Ya Rabbi! Sen bunlara bu kadar ihsanda bulunduğun halde; rızıklar, binekler, nimetler verdiğin halde, bunlar nankör, bunlar Seni tanımıyorlar, Bana isyan ettiler, ne olur bu kavmi helak eyle Ya Rabbi!”,diye dua etti.

Bunun üzerine Cenab-ı Allah;

“Ya Nuh! Duanı kabul eyledim, Sen bir gemi yapacaksın, iman edenleri gemiye al, selamete erersin” buyurdu.

Allah-ü Teâlâ Hazretleri geminin akibetini bizlere Kur’an’da şöyle haber vermiştir:

“Bir de: ‘Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sende açıl!’ denildi. Su çekildi, iş bitirildi, gemi Cudi üzerinde durdu ve bu zalim topluluğa: Defolun denildi.”

Gemi Cudi Dağı’na geldiğinde, helak olmayıp kurtulanlar arasında bir dedikodu başladı, Nuh (as)  kavmine:

– Ne oldu, diye sordu.

 Onlar da:

–Ya Nuh! Kavmimiz helak oldu, yeryüzünde hiç kimse kalmadı. Yiyeceğimiz de çok az. Şimdi biz ne yiyip ne içeceğiz, dediler. Allah-ü Teâlâ Hazretleri Nuh (as)’a;

“Ey Nuh! Sana ve beraberindeki kimselerden birçok ümmetlere tarafımızdan bir selam ve birçok bereketlerle in!” (Hud /48) buyurdu.

Bunun üzerine Nuh (as):

–Getirmiş olduğumuz erzakların bir kısmını ekeceksiniz, bir kısmını da yiyeceğiz, dedi.

Onlar yine:

– Ya Nuh! Bu erzak bize kaç gün dayanacak, dediler.

O anda Cebrail (as) geldi;

“Ya Nuh! Bir kazan içerisine, buğday, arpa, darı, pirinç, fasulye, nohut, mercimek gibi gıdalardan ne kadar varsa bunların hepsini at, içine su karıştır, bir aş yapın” dedi.

Nuh (as) söylenen şekilde aşı yaptı. O anda Cebrail (as);

“Ya Nuh! Nuru Muhammed aşkına dua ette; Senin aşın şifa olsun, topraktan yeni mahsul çıkana kadar bereketli olsun” buyurdu. 

Bu güzel aşı yani Aşure’yi daha sonra gelen bütün peygamberler de yaptılar.

Musa (as) ’ın firavundan kurtulması, İbrahim (as)’ın ateşten kurtulması, İsmail (as)’ın dünyaya gelişi, Yunus (as)’ın balığın karnından çıkması, Davud (as)’ın demiri ateş ile dövüp demir sanatını yapması, Süleyman (as)’a her tarafa hükmetme müsaadesinin verilişi, bu ayda olmuştur.

Yusuf (as)’ın kuyuya atılması, zindandan kurtulması, Yusuf (as) ve Yakup (as) birleşmesi, İsa (as) dördüncü kat semavata çıkması, (bazıları reyhan cennetine çıktığını da rivayet etmişlerdir) Muharrem ayına tekabül etmektedir.

Bütün peygamberler sıkıntılar çektiler ve peygamberlerin feraha ermek için yaptıkları duaları kabul oldu.

Muhammed-ül Mustafa (sav)’ya gelince:

Kâfirler Müslümanlara öyle eziyet ettiler ki, öyle cefa çektirdiler ki; iki deveyi getiriyorlar, sağ elini sağ ayağını bir deveye, sol elini sol ayağını bir deveye bağlayıp hayvanları koşturup ellerini ayaklarını parçalıyorlardı. Bilal Habeşi Hazretlerine yapılan eziyetler, Ammar bin Yasir Hazretlerine yapılan eziyetler ve daha nicelerine yapılan eziyetler ve zulümlerden sonra, Cenab-ı Allah Habibine hicret etmeleri gerektiğini buyurdu. Allah Resulü ashabına, zulüm eden kâfirden, adaletli kâfire gitmeleri gerektiğini söyledi. Bir kısmını da Yesrip’e, bu günkü Medine-i Münevvere’ye gönderdi. Kâfirler daha da şiddetlendi. Muhammmed-ül Mustafa (sav) hicret ettiği zaman, çoğalacak devlet kuracak, bizi yok edecekler diye korkup iyice zulümlerini artırdılar.

“Ne yapalım, O bizi öldürmeden biz O’nu öldürelim” dediler. Her kavimden insanları kendi yanlarına aldılar, şeytanda bunlara hoca oldu. Rasulullah’ın evini beklemeye başladılar.

Cenab-ı Allah;

“Ey Habibim! Onların hile ve desiselerini Ben biliyorum, onlar Size hile yaptı. Ben de onlara bir hile yapayım da görsünler. Sen eline bir avuç toprak al onların üzerine saç.” buyurdu.

Aleyhisselatü Vesselam Hazretleri, eline aldığı bir avuç toprağı kâfirlerin üzerine serpti. Yatağına Aliyy-el Murtaza Hazretlerini yatırdı, ancak kâfirler hiçbir şey göremediler. Şeytan orada yine boş durmadı;

“Aman aramızdan gitti, kalkın ne yapıyorsunuz, kaçtı” dedi, Biraz sonra kâfirler içeriye girdi. Aliyy-el Murtaza, yataktaydı. Canını Muhammed-ül Mustafa (sav) için feda eden o mübarek zâta, ne kadar işkenceler yaptılarsa da gideceği yeri katiyen söylemedi.

Allah’ın Resulü (sav) Ebu Bekir Sıddık Hazretleri ile beraber Medine’ye hicret için yola çıktılar, bir mağaraya geldiler. Ebu Bekir Sıddık Hazretleri mağaraya sırtını dayadı, bir taraftan da üzerinde ki ridasını çıkartıp parçaladı. Yılan, akrep deliklerine tıkadı, sağ ayağını da yılan deliğine kapadı.

Cenab-ı Allah örümceğe emir verdi;

“Sanatını göster”, örümcek öyle bir sanat yaptı ki mağaranın ağzını ördü, bir çift güvercin de geldi mağaranın girişine yumurtladı.

Kâfirler iz sürerek geldiler, Şeytan dedi ki:

–Mağarada saklanıyorlar.

Kâfirler de:

–Sende hiç mi akıl yok, eğer bu mağaraya girseydiler örümcek ağı bozulurdu, güvercinler de kaçar giderdi, deyip

– Burada yoklar, diyerek oradan ayrıldılar.

Ve üç gün mağarada kaldılar, üç gün sonra mağaradan ayrıldılar. Kuba’ya geldiler. Üç gün de orda kaldıktan sonra oradan Medine-i Münevvere’ye hicret ettiler. Medine’de Hazreti Ebu Bekir Sıddık humma hastalığına tutuldu. Hastalık ilerleyip yatağa düştüğünde Rasulullah (sav) Efendimiz;

“Allah’ım (cc) Mekke’yi Bize sevgili kıldığın gibi Medine’yi de Bize sevgili kıl, hummayı Bizden uzaklaştır” diye dua edince, Hazreti Ebu Bekir ve hasta olan diğer sahabeler iyileştiler.

Bu arada Hazreti Âişe ile Rasulullah (sav) Efendimizin düğünleri yapıldı. Mescid-i Nebi inşa edildi.

İşte Muharrem ayında olan olaylar bunlardır. Ayrıca Muharrem ayı Müslümanların hicri yılbaşısıdır. Ne yazık ki bu konuda ne Müslümanlar, ne medya, ne basın yayın kuruluşları haber yapmıyorlar. Müslümanların yılbaşısının hicri yılbaşı olduğunu, insanlara anlatmıyorlar. Ama aynı Müslüman, aynı medya, gayri Müslimlerin kutladığı yılbaşını “Noel Baba! Noel Baba!” diye onlardan fazla kutluyorlar. On iki ayda işleyecekleri günahı bir gecede işliyorlar. Allah (cc) bu ümmete, cümlemize “Hadi” ismi ile hidayet eylesin, “Latif ” ismiyle lütfeylesin İnşâallah.

Bu mübarek günü de Ümmet-i Muhammed’e hayırlara vesile eylesin. Allah (cc) hepinizden razı olsun.

Nuri KÖROĞLU