Tasavvuf öğretisine göre, gökteki yıldızlar gibi bu Ümmetin kandilleri, Hakikat Âlimi olan Mürşid-i Kamillerdir. Mürşitler Tarikat-ı Aliye’nin en büyük uzvudur çünkü onlar Varis-i enbiyadırlar. Bunlar; Allah ‘ı unutmaksızın daima zikredip duran, Nimetlerine karşı nankörlük etmeksizin şükreden, Emirlerine karşı isyan etmemek sureti ile itaat eden, Gücünün yettiği kadar Dinin prensiplerini yaşayıp yaşatan, her iş ve amelde adaletten ayrılmayan, Kınayanın kınamasından korkmayan, insanlardır. Bu özellikleri ile görüldükleri yerde Allah ‘ı hatırlatan bir işaret levhası ve dinin hükümlerini koruyan köşe taşıdırlar. Bu ümmet Allah Teâlâ ‘nın Muradı olan bir ümmet olması münasebeti ile bu ümmete Müslüman ismini vermiş, Din olarak İslam’dan razı olmuş, Peygamber olarak âlemlerin Efendisi, Hz. Muhammed (sav) ‘i seçmiştir. Bütün bunlar O ‘nun bu ümmete olan Şefkat ve merhametinin tezahürüdür. Üstadımız bir sohbetlerinde, Allah Teâlâ ‘nın bu ümmete olan Şefkat ve merhametinden bahsederek buyurdu ki:
“Peygamber Efendimiz (sav) çok müteessir olduğu bir gün:
Ya Rabbi!
Beni, insanlara ve cinnilere Peygamber kıldın. Ömrüm kısadır, ümmetimin ömrü de kısadır. Ümmetim günahkârdır. Ümmetin ahir zamanda yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların hali ne olacak? Diye ağladı.
Cenab-ı Allah O ‘nun yakarışına, derhal Cebrail (as)‘ı yolladı. Cebrail (as):
“Allah ‘ın selamı var ya Muhammedül-Mustafa. Senin ümmetinin âlimleri, şeriatla amel edip, Tarikata sülük eden, ihlaslı, takva olan âlimlerdir ki, bunlar senin varislerindir. Verasetül-Enbiyadır. Bunlar Beni Israil Peygamberlerinin muadilidirler. Onlar senin ümmetini irşadı edecekler. Cennetle müjdeleyici, cehennemle korkutucu olacaklar” deyince, Peygamber Efendimiz (sav):
Elhamdülillah, Elhamdülillah, Elhamdülillah
Seyr-i Sülûkünü tamamlayıp, Allah Teâlâ ‘nın zatında değil, sıfatlarında fani olan Mürşid-i Kamiller, sadece Peygamber Efendimizin (sav) varisi olurlar. Diğer şeyh ve Mürşitler hata yapıp, nefislerine uyabilirler. Mürşid-i Kamiller ise, asla hata yapmaz. Çünkü Peygamber Efendimizin (sav) ya Velayet nuru ile ya da Veraset nuruyla muhafaza olunurlar.
Allah kendisinden razı olsun, muhterem Üstadımız bizlere kendisine uyulacak, yolundan gidilecek zatların bütün özelliklerini bildirirdi. Temelde üç ayrı kısımda ele alarak şeriatta, Tarikatta ve Hakikatte olmak üzere ayrı ayrı durumlarının olduğunu bildirirdi. Mürşid-i Kâmilin şeriatta alametleri şunlardır:
Kâmil bir Şeyhin şeriatte alameti Rasulullah (sav) Efendimiz gibi, kapısı açık olur. İmanlı olsun, imansız olsun evine herkes gelir, halini anlatır.
İkincisi sohbeti bol olur. Allah ve Resulünden bahseder. Şeriattan asla taviz vermez. Ayetlerden, helallerden, haramlardan bahseder.
Üçüncüsü de cömert olur. Rasulullah (sav) eline bir üzüm aldı mı, Sahabelere verir. Bir bardak su alır üç yudum içer, hemen Sahabelere verir. Bir bardak süt ikram edilir, üç yudum içer, hemen Sahabelere verirdi. Bu zatlar da tıpkı O‘nun gibi cömert olur
Tarikatta alameti: Ona vardığında onu görür görmez, Allah Allah, ben bu kişiyi tanıyorum ama nereden tanıyorum der. Bir sevgi, bir muhabbet kalbine girer gibi olur. Çok sever. İkincisi soracağı soruyu unutur. Şöyle bir soru soruyum, şöyle yapayım der. Onu görünce soruyu unutur. Üçüncüsü de yanından ayrılmayı istemez. işi de olsa, dükkânı bekliyor, işi bekliyor, zamanı geçiyor ayrılmayı, kalkmayı istemez.
Hakikatte alameti ise: İstihare yapmak ve sonra da o zata sormak lazım. “Size Allah Teâlâ, Peygamber (sav) Efendimiz görev verdi mi” diye. Vermediyse verdi diyemez, yalan söyleyemez. Yalan söylüyorsa zaten Mürşid-i Kâmil olamaz. “İnşaallahü Teâlâ bizi vazifelendirdiler” der.
İkincisi: “Sizi rüyamda gördüğüm zaman, şeklinize ve suretinize şeytan girer mi?” diye. Rasulullah (sav) Efendimizin vazife verdiği kimse, Verasetül-Enbiyadır. Peygamber Efendimizin de varisidir. Varisinin de şekline, suretine şeytan giremez. “İnşaallahü Teâlâ evladım rüyada gördüğünüz bu fakirdir” der. Eğer aslı yok ‘ta söylüyorsa o insan katildir. Nasıl cinayet işlenip de katil olunuyorsa, o da insanların Allah ‘a vuslata, Muhammedenil Mustafa ‘ya vuslatına mâni oluyor, sanki onu öldürüyor, demektir. “İnşaallahü Teâlâ bu fakirin de şekline ve suretine şeytan giremez. Bize de vazife verildi” der.
Üçüncüsü de: “Bize maddi olsun, manevi olsun. Daraldığımız zaman benim şöyle şöyle bir işim var, dediğimizde, rüya olsun, hal olsun, benim halime çare bulabilir, rüyamda beni ikaz edebilir, öleceğim zaman imanla gitmeme vesile olabilir misin” diye sorulur. Eğer gerçekten Peygamber (sav) Efendimizin varisi ise, Allah Teâlâ onun şekline, suretine şeytan girdirmediği için, derhal onun yardımında hazır bulundurur. İmanla gitmesine vesile olur. İşte Kâmil Mürşidi bu şekilde bilinir.
Bütün bunları belirttikten sonra, sitemli bir tarzda hitap ederek buyurdular ki:
―Bugün bir sebze alırken, param boşa gitmesin diye maydanozu seçiyorsun, elmayı seçiyorsun, armutu seçiyorsun, eti seçiyorsun. Her şeyin iyisini almaya gayret ediyorsun da sen ruhunu, maneviyatını teslim edecek bir Üstadı neden iyi aramıyorsun?
Nuri Köroğlu