Gayb İlmi, Hakikat İlmi ; İLM-İ LEDÜN

İlmini, irfanını, benliğini, bütün varlığını Hazret-i Muhammed Sallallahu aleyhi ve Sellem’de yok ederek, meşalesini, O’nun nurundan yakıp uyandıran, Hadim-ül Fukara Abdullah Gürbüz (ks) Hz.leri: Rahmeten Lil-Âlemin olan sevgili peygamberimizin feyiz ve aşkıyla kemale eren, rahmet madeni, ilahi hakikatler ve Rabbani ilimlerden meydana gelen uçsuz bucaksız bir umman idi.

Kendisi ilme çok önem verir Âlimlere, din adamlarına saygı gösterir ve hürmet ederdi. “Muhakkak ki sizin, Allah’ın yanında en kerim olanınız Allah’tan çok korkup, günah işlemeyeninizdir” (Hucurat /13) mealindeki ayetin şuuruyla daima Kur’an hükümlerinin adabına riayet ederek, Allah’ın haram kıldığı şeylerden çekinmiş, müntesibi olan dervişlerine de bu hakikati, hayatlarının her noktasında tatbik etmeleri için ikaz ve irşatta bulunmuştur. Onun ilmi düsturu, yaratılışın gayesi çerçevesinde, insanların hidayetine ve ebedi saadetine vesile olabilmektir. Hayatını bu ilahi gayenin gayreti ve yüklendiği manevi vazifenin şuuruyla geçirmiştir.

Efendi Hz.leri, insanlara fasık (günahkâr)‘da olsa, Gayr-i Müslim‘de olsa, engin bir görüşle ve rahmet dolu bir nazarla bakardı. Halk tabakasından olsun, yüksek tabakadan olsun, onun için fark etmezdi. Kendisine yöneltilen sorulara karşı cevap verirken karşıdaki kişinin durumuna göre anlayacağı dilde tane tane anlatırdı. Onun verdiği cevaplar dillere değil gönüllere işlerdi. Verdiği cevabın tesiri Rabbani olurdu. Zira Allah-ü Teâlâ Hz.leri tarafından kendisine bahşedilen ilahi menşeili Ledün ilmi sahibiydi.

Ledün ilmi; Allah’ın sırlarını, niteliklerini konu alan ilimdir. Ledünni ilim ise Allah’ın Hz. Peygamber (sav)’e ihsan ettiği ilimdir. Buna Arapça da “Mevahib-i LedünniyeYine Hz. Peygamber (sav) Mevlid-i şerifin müellifi Süleyman Çelebi tarafından: “İlmi Ledün Sultanı” olarak vasıflandırılmıştır. “Benim Cenab-ı Allah ile öyle anlarım olur ki, onlara ne bir mukarreb melek ne de herhangi bir Peygamber vakıf olamaz” (Münavi) Bu Hadis-i şerif bize Peygamberimizin özel bir ilimle donatıldığını göstermektedir.

Bu ilmin, Ledün diye isimlendirilmesinin sebebi, Kehf suresi 65. ayette geçen “Ledünna”veya “min ledünna”ifadesidir. Müfessirler bu ifadeyi nezdimizden, tarafımızdan diye tercüme etmişlerdir. ‘Ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik’ şeklinde ifade edilmiştir. Bu ayette bahsedilen zât Hızır (as)’dır. Musa (as)’a bu ilmi öğretmekle görevlendirilmiştir. Esasen bu görevlendirmenin sebebi, Hz. Musa’nın bir yerde yaptığı konuşmadır. Bu konuşmadan orada hazır bulunan cemaat etkilenip ağlamış ve: “Ya Musa! Yeryüzünde senden daha âlimi var mı?” diye sormuşlar. Hz. Musa (as)’da bu soruya karşılık susmuş ve sanki kendisinden başka yeryüzünde âlim olmadığı izlenimini verir gibi olmuştur.

Allah-ü Teâlâ da kendisinden daha âlim birisinin olduğunu Hz. Musa’ya göstermek istemiş ve iki denizin birleştiği yerde o zât ile karşılaşacağını, onu bulmak için yanlarına bir balık alıp o balığın canlanıp denize atladığı yerde Hızır denen zât ile karşılaşacağını bildirmiştir. Musa (as)’da yanına Yuşa (as)’ı alarak oraya gidip Hızır ile karşılaşırlar. İşte Hz. Musa’nın öğreticisi konumunda olan Hızır(as) Musa’nın ilmine benzemeyen bambaşka bir ilim ile donatılmıştır. Müfessirler buna: ‘Gayb ilmi, Sır ilmi’ demişlerdir.

Musa’nın ilmi, şer’i ilim bilgisi ve zahir hüküm ile fetva verme; Hızır’ın ilmi ise batın işlerine ait bilgidir. Sahih-i Buhari’de buna işaret eden bir Hadis-i Şerif’te Hızır (as) şöyle buyurmaktadır:

“Ya Musa! Ben Allah’ın ilminden bana öğrettiği bir ilim üzereyim ki, sen onu bilemezsin. Sen de Allah’ın sana öğrettiği bir ilim üzeresin ki, ben onu bilmem.”

Buradan anlıyoruz ki, ledün ilmi özel bir ilimdir. Sufiler buna hakikat ilmi, batın ilmi demişlerdir. Özetle ledün ilmi; aklı çalıştırarak elde edilmeyip, Allah tarafından özel olarak verilen, yüce bir kuvvetin tecellisidir. Bu nurani ilim ancak takva sahiplerine ve salih amel işleyenlere layıktır. Ledün ilmi, Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin tarifi ile birdenbire verilmeyip, lüzum ettikçe Allah tarafından kalbe ilham edilen bir ilimdir. Nitekim kendilerine rüyalarında irşat vazifesi verilirken, Rasulullah (sav) Efendimiz ile yaptıkları o muazzam görüşmelerinde, bunun böyle olduğunu belirtirler ki, Üstadımız bunu şöyle anlamaktadır:

―Bize manevi görev verileceği zaman, Hz. Peygamberimiz (sav)’e:

─ Ya Resulallah! Benim ilmim yok. Ben bu ağır yükün altından nasıl kalkarım. Bu şerefli görevi ancak Ledün ilmi verilirse kabul ederim dedim.

Hz. Peygamber (sav) ise:

 ─ Evladım Abdullah! Ledün ilmi birdenbire verilmez. Lüzum ettikçe Allah tarafından verilir. Hem evladım seni komutanların, başbakanların, âlimlerin, vaizlerin, bazı yüksek erkânın yanında, onların sordukları sorularına rahatlıkla cevap verdiren, konuşturan nedir? İşte bu Allah‘ın izni ile İlmi Ledündür. Bu ilim lüzum ettikçe hâsıl olur tamam mı evladım dedi.

Denildi ki; bu ilim için Allah’ı her şeyden geçecek kadar sevip, insanlara Allah rızası için hizmetçi olup, Hz. Peygamberin ahlakı ile ahlaklanmak gerekmektedir. Burada bu ilmi diğer ilimlerden farklı kılan bir taraf daha vardır ki, o da bu ilmin Allah’ın elinde olduğu ve dilediğine, dilediği zaman, dilediği kadar vereceğidir. Diğer ilimlerde kişinin kesbi yani çalışması varken, bu ilimde Allah’ın veli kulu olmak gerekmektedir. Bir hadis-i kutside şöyle buyurulmaktadır:

“Her kim benim veli kuluma düşmanlık ederse, ben ona karşı harp ilan ederim. Kulum kendinse emrettiğim farzlardan daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de ben onun işiten kulağı, gören gözü tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse mutlaka veririm, bana sığınırsa onu korurum.” (Buhari)

Yine denildi ki; diğer ilimler birer yıldız ise, Ledün ilmi güneşin ta kendisidir. Diğer ilimler katre ise, Ledün ilmi deryadır denmiştir.

Yunus Emre‘nin:

Ballar Balını Buldum,

Kovanım Yağma Olsun dediği de budur.

Sufiler kendilerine siz delilsiz, senetsiz konuşuyorsunuz diyenlere ise: ‘Biz bu ilmi ölüden değil bizzat diri ve ebediyen ölmeyenden alıyoruz’ diyerek bir kişiden ilim alanların ölümlü olup kendilerinin ilimlerinin Ledünni olduğunu söylemektedirler.

İsmail Hakkı Bursevi Hz.lerinin şeyhi Atpazarlı Osman Efendi diyor ki; “Ledün ilmi; veraset, işaret, batın ve hakikat ilmidir. Zahiri ilim ile bu ilmin alakası, cesedin ruhla olan alakası veya görünenin içindeki mana gibidir. Buradaki zahir ilim, Kur’an ve Sünnetin açık olan anlamıdır.”

Bursevi Hz.leri Ledün ilmini Kur‘an ve Sünnete uymağa bağlı kılmıştır. Batın ilmi, şeriat evinin kapısı gibidir. Kim bu eve girmek isterse o ilim ve şeriat evinin kapısına varsın. O ilim şehri Hz. Muhammed (sav)’dır. Bu şehrin kapısı da ondan Şeriat ve tarikat ilmi alan Hz. Ali (kvc)‘dir. Peygamberimizde bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır.”

Bu ilmi ifade etmek için Sufiler şu beyti söylemişlerdir:

Teallemna bila harfin vela savtin,

Kara’nahü bila sehvin, vela fevtin

Yani; ‘Biz bu ilmi, Rabbani ilham ve ilahi feyiz yoluyla öğrendik. Sözlü eğitim ve harflerin öğrenimi ile değil. Onun için bizim ilmimiz eskimez, hatalı olmaz, her zaman zindeliğini korur.’     Allah’ın emir ve yasaklarına riayet edip, takva üzere hareket edenlere, Allah’ın (cc) doğrudan, ilim bahşedeceğini bildirmiştir.

“Allah’tan korkun, Allah size öğretir.” (Bakara /182) Müjdesine mazhar olan, kendisine sırların anahtarları verilen Üstadımız, Abdullah Baba (ks) Hz.leri, Tasavvuf usulünce hakikatleri ve sırları gösteren, daima kalplerde bulunan sırlara vakıf, bir mana sultanı idi. Bulunduğu meclislere Âlimlerden, Müftü ve Din adamlarından pek çok insanlar gelir, içinden çıkamadıkları konuları, merak ettikleri soruların cevaplarını alırlardı.