Nefsin Hastalıkları : TEŞEBBÜH

“Sonra (Ey Muhammed) Seni din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin hevâ ve heveslerine uyma. “ (Casiye; 18)

Teşebbüh; kendini benzetmeye özenme, zorla başka şeye benzemeye çalışma demektir. Bir millete veya kişiye benzemeye özenenler, benzemek istedikleri derecede onlarla ortak değerdedirler. Yani o değer küfür ise küfürde, isyan ise isyanda, iyi hal ise iyi halde, adet ise adette onlarla birlikte o milletin hükmüne tabi olurlar demektir.

Hz. Peygamber (sav) Müslümanları, itikadî ve ahlâkî alanda olduğu gibi kılık ve kıyafet, şekil ve merasim yönünden de müşriklere, gayri Müslimlere benzememeye davet ve teşvik etmiştir. Peygamberimiz (sav) Müslüman olmayanlara benzememeye o derece dikkat ederdi ki aslında yaptığı halde sonradan onlarda gördüğü hareketlerde bile değişiklik yaparlardı. Bunlar, çevredeki kültür ve medeniyetlerle, din ve kavimlerle iç içe yaşayan o dönem Müslümanlarına ayrı bir kimlik ve özellik kazandırıp, onların kendi içerisinde bütünleşmelerini sağlamaya yönelik önlemlerdir.

Gayri Müslimlere benzemek ve onlarca kutsal sayılan gün ve vakitlerde onlar gibi hareket etmek dinimizce bid’at (Küfür Olan Bid’at) kabul edilir. Nitekim cahil Müslümanlardan birçoğu hıristiyanların en büyük bayramı olan paskalya da ve noel (yılbaşı)de ateş yakmak, kadayıf ve mum gibi şeyler hazırlamak suretiyle hıristiyanlara katılır, yaptıklarını yapmaya özenirler.

Paskalya töreninde yumurta boyamak, çörek yapmak, tütsü satın almak, bebek, kadın ve çocukların kına yakınması, yeni giysiler satın alınması ve buna benzer hıristiyanların kendilerince kutsal addedilen günlerde yapılan diğer şeyler…

Gayri Müslimlerin kutsal addettiği gün ve bayramların adedi pek çoktur. Bunları araştırmak ve tanımaya çalışmak Müslüman’a vazife değildir. Onlar tarafından hürmet gösterilmesi sebebiyle yaptıklarından her hangi birini veya böyle günlerden bir günü veya bir yeri tanıması ona kâfidir. Çünkü bunların İslam dininde yeri yoktur.

Diğer yandan hıristiyanlar inanırlar ki Yahya (as) İsa (as)’yı doğumundan bir müddet sonra vaftiz suyunda vaftiz etmiştir. Bundan dolayı onlar, yani hıristiyanlar bu vakitte vaftiz olunurlar ve bunu vaftiz töreni diye isimlendirirler. Müslüman cahillerden birçoğu bu vakitte çocuklarını hamama sokarak bunun çocuğa faydalı olacağını sanırlar. Hâlbuki bu tür davranışlar haram kılınmış, en çirkin münkerattan olup, hıristiyanlara has adetlerdir.
Manevi ilimlerden nasipsiz kalmış birçok Müslüman’ın kâfirlere ait gün ve bayramlardaki onlara benzeme gayretlerine günümüzde şahit olmaktayız. Oysa Nebi (sav) Efendimizin mevzu ile ilgili birçok açıklama ve tavsiyeleri mevcuttur. O (sav) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyururlar:

“Kıyamet günü insanların azap bakımından en şiddetlisi, Allah’ın kendisini ilmiyle faydalandırmadığı âlimdir.” (Taberani)

Onlarla aynı gayeyi, aynı amacı paylaşmasa bile Müslüman’ın onlara benzemesi özenmesi İbni Ömer’in Rasulullah (sav)’dan naklettiği delille haramdır; “Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır.” (Ebu Davud)

Amr b. Şuaybin babasından, onun da dedesinden yaptığı rivayete göre Rasulullah (sav) Efendimiz;

“Bizden başkasına benzemeye çalışan, bizden değildir” (Tirmizi) buyururlar.

Dolayısıyla yahudi ve hıristiyanlar bizden olmadıklarına göre onlara benzemeye özenmemeliyiz. Ebu Hureyre’nin naklettiği bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav) şu şekilde buyurur: “Yahudi ve hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz.” (Tirmizi)

Buhari ve Müslim’in İbni Ömer’den ortaklaşa naklettikleri bir hadiste ise Peygamber Efendimiz (sav) şunları buyurur:

“Müşriklere muhalefet ediniz. Bıyıkları kazıyınız, sakalları koyuveriniz.” (Buhari)

Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz (sav) mutlak olarak müşriklere benzememeyi, onlara muhalefeti emretmektedir.

Ömer bin Hattab Hazretleri bu meydanda müminlere şöyle tavsiyede bulunur:

“Müşriklerle sıkı ilişkiler içerisine girmekten ve kiliselerindeyken yanlarına gitmekten sakının.”

Rivayetlere göre Hz. Ömer Müslüman beldelerinde, gayri Müslimlerin törenlerini açıktan yapmamalarını onlara şart koşmuştur. Müşriklere tören ve geleneklerini (başkalarını etkileyecek şekilde) açıktan icra etmeleri yasaklanmışken Müslüman nasıl olur da onların yaptıklarını yapar? Diğer taraftan Müslümanların onlara benzeme gayretleri, tören ve bayramların açıktan yapılması konusundaki onların arzu ve cesaretlerini arttırmıştır. Hâlbuki müşriklerin söz konusu törenlerini alenen yürütmekten men edilişlerindeki sebep, bunların bozulmaya yol açabileceği, yani Müslümanlar üzerinde kötü tesir bırakabileceği endişesinden kaynaklanmıştır. Çünkü bu tip adet ve gelenekler ya bir masiyet ya da bir küfrün sembolü mesabesindedir. Müslüman ise bu hareketlerin tamamından men edilmiştir.

Ömer bin Hattâb Hz.leri şunları söyler:

“Dinleriyle ilgili konularda Allah düşmanlarından uzak durun. Zira Allah’ın gazabı onların üzerine iner.”

Kutsal günlerinde (onların yaptıklarını yaparak) onlara refakat etmek gazabullaha sebep olur. Çünkü böylesi adet ve hareketler ya onlarca sonradan icad edilmiş (uydurulmuş) ya da işlerliği kaldırılmış (mensuh) hükümlerden ibarettir. Hakiki ilimse bunların hiç birini benimsemez. Nitekim onlarca kutsal gün ve zamanlarındaki yaptıklarını yaparak onlara benzemek helal değildir. Diğer yandan böyle konularda onlara benzeyen Müslüman yardım ve tasvip görmez, bilakis ondan nehy edilir.

Bilinmelidir ki küffara benzememe konusunda hassasiyet göstermek Allah (cc)’ın bir emridir. Zira küfür demek kalbin hasta düşmesi demektir. Belki daha da kötüdür. Kalp sıhhatini yitirdiği zaman, hiç bir organ huzur bulmaz. Her şeyin sıhhat ve dirliği ancak o şey için kalp vazifesi gören unsurun sıhhat ve salahıyla mümkün olur.

Bilinmelidir ki selefi salihin devrinde Müslümanlardan bu tür rezaletlerden herhangi birini yapan veya bunlar gibi hareket eden kimse olmamıştır. Zaten hakiki mümin selefi salihinin yoluna süluk eden, Peygamberlerin Efendisi Hz. Muhammed (sav)’in izinden yürüyen, nebilerden, sıddıklardan şehitlerden, salihlerden Allah’ın kendilerine in’amda bulunduğu kimselere uyan kişidir. İhsan ve keremiyle Allah bizi o müminlerden kılsın. Zira O, cömerttir, kerem sahibidir.

Nuri KÖROĞLU

Niçin Bir Mürşid-i Kamil’e İhtiyaç Vardır?

Kulun yüksek makamlara erişmesi, ancak şu iki şeyden birisi ile mümkün olur: Ya İlahi bir cezbe ya da Sadıklardan olan şeyhlerden birinin elinde sülûk etmekledir. Hususi bir cezbe herkes için söz konusu olmayabilir. Fakat diğeri için bir engel yoktur. Bir Mürşidi-i Kâmil ‘in elini tutup hizmetine girildiği, emirleri tutulup canla, başla çalışılmaya başlandığı zaman, salik, sanki annesinden yeni doğmuş gibi olur. Artık Mürşidi onun manevi babası ve terbiyecisidir. Allah ‘a giden yolda yegâne vasıtadır.

Tasavvuf yolunun büyükleri, Allah ‘a giden yolda kendisine yol gösterecek, rehberlik edecek Şeyhin, Allah ‘ın kapılarından bir kapı olduğuna işaret etmişlerdir. Bu yola giren bir kimsenin, Şeyhini böyle görmesi, müritliğin ilk basamağıdır demişlerdir. (Adab) İmam-ı Şa‘rani‘den yapılan bir açıklamaya göre; “Ehli tarik, insanı Allah‘ın huzuruna kalp huzuru ile çıkmaktan men eden kötü sıfatlardan temizlenmeye irşat edecek bir Mürşid-i kâmile intisap etmenin mutlaka zaruri olduğunda icma ve ittifak etmişlerdir” diye bildirilmiştir. (Adab)

Mürşidi Kamile bir Peygamber gibi vahiy gelmiyor ve bir Peygamber gibi vahiy teminatı altında da değildir. Bundan kasıt, bir Peygamber gibi mucize ortaya koymak mecburiyetinde görülemezler. Bununla beraber onlar Allah ‘ın ordularından bir ordudur. Allah ‘ın orduları ise, O ‘nun bilgisi dâhilindedir. Nitekim:

“Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Ve o insan için ancak bir öğütten ibarettir. (Müddesir /31) buyurulur.

Bazı bilginlerin açıklamasına göre “Rabbin Ordu’larından” maksat bunlar Allah ‘ın Velilerini oluşturan topluluktur. Asırlardır onların İslam toplumundaki Şerefli yerini ve faziletlerini, gerçek ilim adamlarından kimse inkâr etmemiştir. Rabbimiz (cc) buyurur ki:

Dikkat ediniz! Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar‖ (Yunus /62)

Öyleyse, kendini boş şeylerle oyalama. Bu yolun yol kesicilerine takılarak, gerçek sadetten mahrum olma. Bilgisi kendisine fayda sağlamayan, İslam’ın edep kültüründen mahrum ve nasipsiz kimselerin telkinleri seni oyalamasın. Faziletine inandığın bir mürşidin himmetine erişmek için acele etmelisin.

Peygamberler ile (Allah cümlesine salât etsin) Evliyaullah’ın ‘ın meslekleri aynıdır. Aralarındaki tek fark, Peygamberlerin ihtisas sahibi olmaları, delil ve hüccet getirmede mucizeye kadir olmaları ile Evliyaullah’ın onlara bağlı bulunmalarıdır. Nasıl ki peygamberlerin yolunu kesen yol kesiciler varsa, Allah dostlarının kapısına giden yolu kesenler de eksik olmayacaktır. Mevlâna Halid el-Bağdadi (ks) der ki:

“Kalp ehli tarafından gözetilmek isterseniz, inkâr ehlinin sözlerine kulak asmayınız. Allah (cc) ‘un bir kulundan yüz çevirdiğinin alametlerinden biri de O kulun velilerin haysiyet ve şereflerine dil uzatmasıdır. Bu söz büyüklerin kelamıdır. Kim velilerin aleyhinde konuşulan sözlere kulak verirse, o da onlardan sayılır.”

Yeryüzü kıyamete kadar Allah ‘ın evliyası ile şereflenecektir. Evliya Velinin çoğuludur. Veli ise, araya isyan karışmamak üzere taatı devam eden kimsedir. Bir başka manada ise Veli, kendisine “Allah ‘ın ihsanı aralıksız olarak devam eden kimsedir”. Bir kimsenin hakikatte Veli olabilmesi için, bu iki vasfın gerçekleşmesi lazımdır. Peygamber nasıl masum ise, Velinin de Allah tarafından korunmuş olması lazımdır. (Reddü‘l-Muhtar )

Mürşid-i Kâmil olan zâtlar hakkında söylenmesi gereken söz; onların vasıflarının Allah Teâlâ ‘nın koruması altında olduğunu kabul etmektir.

Mürşid-i Kamiller Allah ‘ın yeryüzündeki eminidirler. Onlarla beraberlikte çok hayır ve bereket vardır.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun” (Tövbe/119)

Mürşid-i Kamiller kalp mütehassısıdırlar. Kötülüğü emreden nefsin hile ve desiselerine karşı geliştirdikleri metotla, kalpleri tamir etmede Allah onlara kabiliyet vermiştir. Sen, dinin emrettiği farzları, vacipleri ve diğer hususları, bir fıkıh âliminden alıp öğrenebilirsin. Mesela İslam akaidini bir kelam âliminden ya da İlm-i Kelama ait bir eserden öğrenebilirsin. Ama kalbinde oluşan fırtınaları, Kâmil bir Mürşidin vereceği bir reçeteyle durdurabilirsin. Alimlerin ihtisas alanları değişik değişiktir. Nasıl ki kalp doktoru, ameliyat doktorunun sahasına karışmazsa, bilginler de kendi ihtisas alanlarını aşan hususlara girmezler, girmemelidirler. Çünkü bu Fizik ilmi değildir. Din ilmidir. Bu bakımdan, asrın getirdiği birtakım tereddütler, kalplerde olumsuz etkiler meydana getirmektedir. Bu tereddütleri gidermek için, mutlaka bir mürşide ihtiyaç vardır. Efendim böyle bir zamanda bunlara ne gerek var! Denilemez. Gerçek saadete, ilim ve amel bütünlüğü ile ulaşılır. Bu bütünlük, kalpte gelişmedikçe, bedene tesiri olmaz. Öyleyse, vasıflarını belirttiğimiz Mürşid-i Kamillere giderek, bu ihtiyaç giderilmelidir.

Asrımızın mana sultanı yolumuzun ışığı Üstadımız Abdullah Baba (ks) Aziz Hz.leri Mürşidi Kâmile olan ihtiyacın önem ve ehemmiyeti hakkında şöyle buyurdular.

“Bazı âlimler, ulemalar Kuran‘a ve sünnete bağlı olduğu müddetçe ehli tasavvuf gibi yaşayanlarda da Cenabı-ı Zül celal Hazretlerinin evliyası olur, diyorlar evet doğrudur. Fakat bu nadirattandır. Tarikata girenler ile girmeyenlerin arasındaki fark dağdaki olan meyveyle bahçedeki olan meyvenin arasındaki fark gibidir, çünkü bahçede yetişen meyvenin bir bahçıvanı olur. Toprağını havalandırır, temizler gübresini atar suyunu verir, aşısını yapar. Çiçeklendiği zaman onun flitini verir, haşerelerden korur. Mümbit bir şey olur.

Ama diğer taraf da kendi başına zikreden ne nefsi levvamede olduğunu bilir ne mülhimede olduğunu bilir. Oda meyvedir ama bu meyve kendiliğinden olur, sahibi olan meyve gibi olmaz. Doktoru olan hastayla doktoru olmayan hasta gibidir. Doktoru olan hasta ilaçlarla ameliyatla tedavi olur. Doktoru olmayan da sabır Allah sabır Allah der. O hastalığı çeker. Yine de Allah ‘a dost olur ama çeke çeke gider.

Mürşidi Kamile bağlı olan ise sıhhatli gider. Başka bir misal verecek olursak; nasıl devletin askeriyesi varsa nasıl orduda bir çavuşun, onbaşının, başına bir sıkıntı gelse bir tehlike olsa o ordunun generali hemen emir verir ve birden o sıkıntı çözülür. Sivilde ise kahvede birini öldürseler onun katilini bile bulamıyorlar. Niye, sahiplenen yok değil mi. İşte Tarikata giren insanda manevi askerdir. Manevi askerinde bir arayanı olur. Maneviyat, evliyaullah da onları arar, onları kollar ve gelecek hadiseleri onlara bildirir ve uyarır aradaki fark budur.

Yunus Emre Hz. leri “Şeyhi Olmayanın Şeyhi şeytandır” buyuruyor.

Bu sözün manası budur. Müslüman eline bir mecmua alıyor, kalbin açılması için bin defa Ya Fettah çekeceksin ve yahut işinin olması için şu kadar Esma çekeceksin diye okuyor. Bu arada ruhi sultani genişliyor ama bu seferde nefis ve şeytan daralıyor. Daraldığı içinde Allah ‘ın varlığına birliğine şek şüphe yaptırmaya başlıyor. Aklı fikrine, fikride kalbine diyor ve konuşmaya başlıyor. Şeytan ve cin bu insana musallat oluyor. Onun için insana bir rehber gerekiyor. Bizlere Fıkıh ilmi ile ışık tutan mezhep sahibi büyük imamlarımız dahi bu manevi ihtiyacın gerekliliğini anlamışlar. İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, Bu mübarek, Cafer-i Sadık Hz. lerine intisap etmiş ve şu sözleri söylemiştir: “Ömrümün son iki senesinde, Cafer-i Sadık Hazretlerine intisap etmeseydim, hüsrandaydım” buyurmuştur. Buradaki, hüsran olmak manası, yanlış anlaşılmasın, ahiretini kaybetmiş anlamında değildir. Ancak buna şu şekilde bir örnek verebiliriz.

Nasıl ki, askeriyede, bir asteğmen, albaylığa kadar yükselebiliyor, ondan sonra general olabilmesi için kurmaylık sınavına girmesi gerekir. Yoksa general olamaz, albaylıktan emekli olur. Aynı bunun gibi, maneviyatta da erinden generalliğe kadar gidilir, işte manevi general olabilmek için, Allah ‘a vuslat bulmak için, illaki bir gönül dostu, bir mürebbi şarttır. işte, İmam-ı Azam Hazretleri de, bir gönül dostu olan, Cafer-i Sadık Hazretlerine intisap edip, tabi olmuş. Kendisine manevi haller, keşif ve kerametler verilmiş, o neşe ve muhabbet ile Hakk ‘a âşık olmuştur. O ‘na, dost, Muhammed-il Mustafa ya yar olmuştur. Kendisi bu güzellik ve hakikati, ancak Cafer-i Sadık Hazretlerine intisap ettikten sonra, ona tabi olduktan sonra, yakalamış ve onun için bu aşk ve vecd halinden uzak geçen ömrünü, hüsrana uğramış olarak nitelendirmiştir.

Aynı şekilde, yine, mezhep sahibi olan, İmam-ı Şafi Hazretleri ve İmam-ı Ahmet bin Hanbel-i Hazretleri de Ümmi bir zât olan, Şeyban-i Rai (ks) Hazretlerine müntesip olmuşlardır.

Yine büyük Âlim ve Müfessir olan İmam Şarani Hz. leri de Ümmi bir zât olan Ali Havas (ks) Hz. lerine intisap etmiştir. Hem Mezhep imamlarımız da, hem de diğer büyük ilim sahibi imamlarımızda da tarikata suluk edenler çoktur. Çünkü Tarikat şeriat ‘tan ayrı bir şey değildir. Beraberlerdir.

Hakikate ve Marifetullaha ulaşabilmek için ancak gerçek bir Mürşidi Kâmilin terbiyesinden geçmek gerektir.

Nuri Köroğlu