Sultanımdan Gönüllere : CENNETİ BU DÜNYADA KAZANACAĞIZ

Sahabeler iki türlüdür.

Bir kısmı mucize ile iman etmiştir; yani mucize görüp öyle iman etmişlerdir.

Bir kısmı da; “Bu Muhammed-ül Emîn’dir” deyip, ahlâkı ile edebi ile sözleri ile Muhammed-ül Mustafa’ya inanmışlar ve iman etmişlerdir.

“Lâ İlâhe İllâllah el Melik-ül Hakk-ül Mübîn Muhammed-ür Resulullah Sadıgûl Vadiûl Emîn” deyip,  öyle bir emin ki başka sadık, emin yoktur, diyerek bağlananlardır. İşte bu sahabeler hayatta cennetle müjdelenmişlerdir.

O zaman ki Allah (cc) ile şimdiki Allah (cc) ayrı mı? Hâşâ sümme hâşâ…

Ne yazık ki aramızda ki fark şu; Onlar, cennette Cemalullah için gece gündüz sây-ü gayret ettiler. Allah’ı (cc) zikrettiler. Bütün dünyaya kelime-i tevhidi yayabilmek için gayret sarf ettiler. Kim ki dalalete düşmüş, sapmış, sarhoş, berduş, kumarcı, ayyaş, nefsine uymuş; onları hidayet yoluna sokmak için çalıştılar. Allah için böyle hizmet eden kişinin sevabı, tüm insanların ve cinlerin yapmış olduğu ibadetlerden daha evlâdır.

Sahabeler Mekke’de namaz kılıyorlardı. Mekke’de iki rekât namaz kılmak iki yüz bin rekât namaza bedel sayılır. Ravzay-ı Mutahhara’da iki rekât namaz kılmak ise yüz bin rekât namaz kılmaya muadildir. Mescidi Aksa’da ise yarısına muadil sayılır. Bir insanın hidayetine vesile olmak, Ravza’da kılınan beş yüz bin rekât namaza muadildir. Sahabeler, bu sevap için yarış yaptılar. Dünyaya haris olmayıp, ahirete haris olalım diye yarışa başladılar.

Bir hadis ile söylersek;

“Bir insanın hidayetine vesile olmak, dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır”.”       

Dünyamızda altı milyar insan var, on misli cin taifesi var; altmışaltı milyar oluyor. Bu altmışaltı milyar insan iki rekât namaz kılacak, ama sen bir tane berduşu, sarhoşu, bir tane Allah’ın  (cc) yolundan sapmış insanın hidayetine vesile olursan,  onlardan daha çok sevap alacaksın. Ne güzel sevap, şu sevaba bak…

Rabb’imiz o denli merhametli ki kalbimizden geçen kötülüklere günah yazılmaz ama “Ya Rabbi! Ben bir mescid yaptırsam. Ya Rabbi! Şu fakirin karnını doyursam. Ya Rabbi! Şu fakire bir ayakkabı alsam. Ya Rabbi! Şu öksüzü sevindirsem, bunun kış günü odununu, kömürünü alsam…” deyip, yapamasak dahi kalbimizden geçirdiğimiz için, derhal Cenab-ı Allah (cc) bize sevap yazar. Ama kalbimizden günah geçer de dilimizden dökülmezse ya da fiiliyata geçmezse günah yazılmaz.

Şu rahmete bak, şu sevgiye bak, şu nimete bak ve şükret…

Yaradan bize akıl nimetini verdi. Şöyle aklınızı bir düşünün. Bir de tımarhaneye gidin; o güzelim, müşekker, babayiğit kimselere insan bakmaya kıyamaz. Böyle delikanlı yiğidin aklı olmadığı için, piyasada geçerli olmayan parayı eline verince sevinir. Sigara bekler. Eliyle, değişik hareketler yapar, kendi kendine sevgilim der, ne yaptığını bilmez.

İşte akıl bu kadar güzel bir nimettir, iman bu kadar güzel bir nimettir, vücut sıhhatimiz bu kadar güzel bir nimettir; konuşmamız, işitme, görme, yürüme, tutma bu duygularımız ne büyük nimetlerdir. Ne kadar ibadet yapsak da bunların şükrünü eda etmemiz mümkün değildir.

Rasulullah (sav) Hazretleri;

“Benim öyle ümmetlerim var ki, Allah (cc) onlara; dünya kadar cennet verecektir” buyurmaktadır.

Bu hadisi okuyan insanlar şaşırıyorlar, “Nasıl olur, dünya kadar bir cennet olur mu?” diye soruyorlar.

Ey bre gafil!

Şu yıldızlara baksan, yıldızın bir tanesi bizim dünyamızdan kat kat büyük. Bu yıldızlar dünyamızdan çok büyük olduğu halde, milyonlarca  km uzak mesafede oldukları için, hepsi de bize iğnenin bir ucu gibi görünmüyor mu? Dünyamızdan çok büyükler ama hepsi dünyamıza aittir. Böyle bir yaratılış ile yaratılmış olan dünyamız, seyr-ü sülukunu yapmaktadır. Dünya, “Gayyum” ismi ile Ebedi ve Ezeli olan Allah’ın (cc), hikmeti ve kudreti ile seyr-ü sülukuna devam etmektedir. Allah’ı (cc) zikretmektedir. Her seyyarenin, yani gökte dolaşan yıldızların içerisinde, Allah’ın (cc) melekleri bulunmaktadır. Onlarda hiç durmadan Allah’ı (cc) zikretmektedirler.

İşte bunlar yaşadığımız dünyamıza ait… Bu dünyamızı böyle düşünürsek; ya cennet nasıldır?

Yaşadığımız dünyamızda, henüz bir memleketten bir memlekete gitmek için uçakları kullanıyoruz. Buradan Hollanda’ya, Almanya’ya uçakla gidiyoruz. Ankara’dan İstanbul’a otobüsle gidiyoruz. Nasıl bir yerden başka bir yere ulaşmak için vesaite ihtiyaç varsa,  işte cennete de gidebilmek için de bize bir binek lazım, yolculuk için azık lazım. En önemlisi, oraya doğru bir yolculuk lazım. Nereye?

Ebedî âleme!

Cennete bir yolculuk lazım bizlere… Bu cennete gidebilmek için de bize bir binek lazım. Bu binekte ancak burada kazanılacaktır; burada sây-ü gayret sarf edilecektir. Kimisinin çalışması karşılığında taksisi, kimisinin kamyonu ya da helikopteri olacaktır; sonsuz âleme ulaşabilmek için… Herkes çalışıp, sây-ü gayret edip, ameline göre cennette gezinti yapacaktır.

Burada gâfillerden olmayalım, her an Allah’ı (cc) zikredelim ki hiçbir engele takılmadan, en hızlı vesaitlerle cennete ulaşabilelim.

Otururken, yatarken, yanları üzere, yazda, kışta, seferde, seherde, hastalıkta, sıhhatta, her an; “Aklımda Sen! Fikrimde Sen! Ruhumda Sen! Canımda Sen Ya Allah! (cc)” demek lazım…

“Aklım Allah! Fikrim Allah! Dâim Allah! İllallah!”, demek lazım…

Çünkü kapısında veziri yok, Ehad’dir hiç nazîri yok, Tabib-i Mihriban Allah (cc).

Bugün bir belediye reisine gidiyorsunuz da kapısında özel kalemi, odacıları, kâtipleri var. Başkanın odasına kimseyi sokmuyorlar. Ancak randevun varsa girebiliyorsun değil mi? Bir başkanın yanına giremiyorsun ama Allah’ın (cc) yanına…

O’na hiç kimse mani olamaz. Her gün, her an ve her yerde seninle beraberdir. Hiç kimse ambargo koyamaz O’na ulaştıran yollara.

Böyle Halik-ı Zülcelâl olan bir Padişah’a ne kadar çok kulluk etsek, yine de az değil midir?

Çünkü O, “Halîk-ı Zülcelal’dir. O Ganî’dir. O Cömerttir. O Zengindir. O Rezzak’tır.” Çünkü O, “Sabır İsmi ile Sabreden”dir.

Ne zaman ki ecel gelip de;

Biz ona şah damarından daha yakınızdır” (Kaf, 50/16) ayet-i kerimesi zuhur ettiğinde, Azrail gelip şah damarından tuttuğu zaman, Yüce Yaradan;

“Seni kim kurtaracak?  Senin ilâhın kimse ona git!” derse…

Aman Ya Rabbi!  Nice olur halimiz?

Onun için kardeşlerim, burada fırsat elimizde iken bu günlerimizi değerlendirelim. Ailelerimizle iyi geçinelim. Bizi yozlaştırdılar, bize dinimizi öğretmediler. Dinimizde anamızın, babamızın, görmüş olduğu, yapmış olduğu taklidi imanda kaldık. Hâlbuki takrir-i iman gereklidir. Bilerek ibadet yapmak gereklidir. Her şeyi bilerek, sebebine vakıf olarak yapmamız gerekir.

Nuri KÖROĞLU