Mesneviden : SEVGİLİ, GERÇEK SEVGİLİ ANCAK ALLAH’TIR

Gerçek sevgili; tek olan, benzeri olmayan sevgilidir. Senin bu dünyaya gelişin de ondandır, gidişinde Ondandır. Sen, Ondan geldin, Ona gideceksin.  Onu bulunca, başkasını beklemezsin. O hem apaçık meydandadır, hem de gizlidir, görünmez. Gerçek âşık, hâllerin emiridir; hâllerin hâkimidir. O;hâle kapılıp kalmaz, hâle mahkûm olmaz. Aylarda, yıllarda o ay gibi nurlu, parlak olan varlığa kul, köle olmuşlardır.

O söyleyince, hâl, onun buyruğu altına girer. O isteyince, gölge varlık olan kişi, işin sonuna varmamıştır. Hak yolunda oturup kalmış, hâli beklemekte olan kişi, işin sonuna varmamıştır. Hâle hâkim kişi olan kâmil insanın eli, hâl kimyasıdır. Elini oynatınca bakır, onun sarhoşu olur, yani altına çevirir.

Kâmil insan dilerse, ölüm bile tatlılaşır; diken ile neşter onun elinde nergis ve beyaz gül olur. Hâle bağlı kalan insan ise, hâl gelince yücelir, yükselir; hâl gelmeyince eksilir, aşağılara düşer.

“Sûfi”, “hâle” kavuşup değeri arttığı için “vaktin oğlu” olmuştur. Yâni, geçmişi geleceği düşünmez, bulunduğu vaktin gereğini yapar. Fakat “sâfi” olan kişi, “vakit”ten de,”hâl”den de kurtulmuştur. Hâller, vakitler onun azmine, dileğine; onun isteğine uyarlar ve onun Îsâ’nın nefesine benzeyen nefesi ile dirilirler.

Sevgili aşkına dedi ki: “Sen; benim aşığım değil, hâl âşığısın; hâl ümidi ile benim etrafımda dolaşıp duruyorsun.

Bir an eksilen, bir an kemal bulan hâl; Halil İbrahim (as)’ın mabudu değildir. Çünkü batmaktadır. Bazen batan, bazen şöyle, bazen böyle olan şey; gönül bağlanacak güzel değildir.

Bazen hoş, bazen nahoş olan, bir zaman su, bir zaman ateş olan; böylece değişip duran varlık;  ayın burcudur ama ay değildir. Görünüşte güzeldir, fakat güzelliğinden ve kendini yaratandan haberi bile yoktur.

Gönlü tertemiz olan “sûfi” kişi, vaktin oğludur, ama babası imiş gibi vakti avucu içine almıştır. Onu sımsıkı tutmuştur.

“Safi” olan kâmil insan ise, tamamıyla Allah’ın aşk denizine batmıştır. Aslında o, kimsenin oğlu (yani kimseye bağlı) değildir. Vakitlerden de, hâllerden de kurtulmuştur.

O, doğurmayan bir nura batmıştır. Doğmamak, doğurmamak ise Allah’ın vasfıdır.

Eğer diri isen, git de böyle bir aşkı ara! Yoksa sen, çeşitli (değişip duran) vakitlerin kulusun, kölesisin. Sen kendi şeklinin, bedeninin çirkin ve güzel olmasına bakma da, kendinin aşkına ve isteğine bak!

Ey aziz varlık! Sen kendinin hakir yahut zayıf olmasına değil de, kendi himmetine, kendi gayretine bak!

Sen ne halde olursan ol, istekten vazgeçme ey susamış, dudakları kurumuş kişi, durmadan su ara! Susuzluktan kurumuş olan o dudak, sahibinin çeşme başına erişeceğine şahitlik eder. Dudaklarının kurumuş olması, bu ıstırap, bu çırpınma; seni bize ulaştıracaktır” diye suyun gönderdiği müjdeli bir haberdir.

Bu arayış, mübarek ve kutlu bir harekettir. Bu candan isteyiş, Allah yolundaki bütün engelleri kırar döker. Bu isteyiş, isteklerinin anahtarıdır; senin ordundur, sancakların ve zaferlerindir. Bu isteyiş, sabaha karşı horozun; “Sabah oluyor” diye ötmesine benzer.

Aletin yoksa yani Hakk’a yaklaşmak için iyi işlerin, ibadetin yoksa da, ümitsizliğe kapılma, yine de istekte bulun! Allah yolunda ibadete ihtiyaç yoktur; yalvarış, yakarış ibadete yol açar.

Evladım; her kimi Allah talibi (= Allah’ı isteyen) görürsen, onun dostu ol, onun önünde saygı ile eğil!

Allah’ı isteyenlerin, Allah dostu onların komşusu olursan, sen de Hakk’ı isteyenlerden olursun, onların sayesinde sen de nefis savaşını kazanırsın. Eğer bir karınca Süleymanlık isteğinde bulunursa, şaşma; onun isteğini hor görme! Sen ondaki himmete, gayrete, cesarete imrenerek bak!

Elinde mala, sanata ve hünere dair ne varsa, onları isteyerek, düşünerek, çalışarak elde etmedin mi?

Nuri KÖROĞLU

Nefsin Hastalıkları : IRKÇILIK

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat;13)

Irkıçılık; kişinin bağlı olduğu ulus ya da ırkın üstünlüğüne inanarak onun dışında kalan toplulukları aşağı ve hor görmesine dayanan tutum ve davranıştır. Tarih boyunca üstün sayılan ırkların diğer ırklar üzerinde egemenlik kurma ve sömürme girişimlerinde meşrulaştırıcı bir gerekçe olarak kullanıldı. Toplumlar arasındaki birlik ve dayanışmayı yok etmesi, zulüm ve sömürüye neden olması yüzünden İslam tarafından kesin biçimde yasaklandı. Nitekim Efendimiz (sav) birçok hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır;

“Irkçılık davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden değildir.” (Müslim)

“Ümmetimin helâk olması üç şeyden ileri gelecektir: “Kaderiye (‘kişi kendi fiilinin yaratıcısıdır’ cümlesinde ifadesini bulan, kaderi inkâr davası). Unsuruyet davası (ırkçılık) ve dinî meselelerde gevşeklik etmek.” (Taberanî)

“Kim hevasına uyarak batıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa cahiliye ölümü üzere ölür.” (İbni Mace)

Irkçılık tarihinin ilk temsilcisi şeytantır. Aslıyla övünmeyi, başka asıldan gelenleri hor görmeyi ilk o başlatmıştı. “Onu topraktan yarattın, beni ise ateşten” diyerek Hz. Âdem’e (as) secde etmemişti. “Ateş topraktan üstün. Öyle ise ben kendimden daha aşağı birine nasıl secde edebilirim?” diyerek isyanını müdafaaya kalkışmıştı.

Tarihte eski yunan, roma, mısır toplumlarında egemen uluslar kendilerinin doğal üstünlüklerine inanırlar, kendilerinden olmayan ulusları ikinci sınıf insan, dolayısıyla köle ve hizmetçi olmak üzere yaratılmış topluluklar olarak değerlendirirlerdi. İsrailoğulları gibi kimi toplumlarda ise ırkçılık dini bir nitelik kazanmıştı. Kendilerinin seçilmiş ulus olduklarına inanan israiloğulları, İslam’ın tebliğ edildiği dönemde, sırf kendi uluslarından olmadığı için Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğini kabul etmemişlerdi.

İslam’a göre ırk öğesi insanlara doğal bir üstünlük sağlamadığı gibi medenî bir toplumun oluşmasında da temel etken değildir. Medenî bir toplum, hayvanlar gibi içgüdüleriyle birlikte yaşayan insanlardan değil, özgür iradeleriyle seçtikleri inanç ve idealler çevresinde toplanan insanlardan oluşur. Bu nedenle İslam toplumu İslam’ı bir din, bir hayat düzen ve biçimi olarak benimseyen insanların oluşturduğu toplumdur. Belirleyici tek etkenin inanç olduğu bu toplumun oluşmasında başka hiçbir maddi ya da manevi etkenin katkısı yoktur. Aynı akide çevresinde birleşen insanlar, kan bağları olmasa da kardeştirler. Kur’an’ı Kerim’de; “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz” (El-Hucurât, 10) buyrulmaktadır.

Buna karşılık, aynı inancın paylaşılmaması durumunda, baba oğul arasında bile bir yakınlıktan söz edilemez. İman etmediği için babasının çağrısına uymayan Hz. Nuh’un oğlu onun ailesinden sayılamaz. Hud suresi 46. ayeti kerimede;  “Allah: “Ey Nuh! O kesinlikle senin ehlin (âilen)’den değildir. Çünkü o salih olmayan bir amelin sahibidir” Aynı inancı paylaşan müminler küfrü tercih etmeleri durumunda ne babalarını, ne de kardeşlerini veli edinebilirler (Tevbe,23) Hiçbir mümin, babası, oğlu, kardeşi ya da diğer bir yakını da olsa, Allah’a ve Peygamberine düşman olan kimseye sevgi besleyemez. (Mücadele;22).

İslam ırkı reddetmez, ırkçılığı men eder. Buhari’nin rivayetine göre bir gün ilk Müslümanlardan sayılan Ebu Zerr ile Bilali Habeşi birbirlerine kızmışlar, birbirlerine kötü söz söylemişlerdir. Öfkenin tam şahlandığı sırada Ebu Zerr, Bilal’e: “Siyahın oğlu” demişti. Bilal onu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme şikâyet etti. İslam Peygamberi, Ebu Zerr’e buyurdu ki: “Onu annesiyle mi ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende cahiliyet kokusu vardır.” (Buhari) Ebu Zerr’den rivayetle Hz. Peygamber kendisine şöyle buyurmuştur:

 “İyi bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde; kırmızı veya siyahtan daha hayırlı değilsin.” (Ahmed b. Hanbel)

Bir başka hadiste şöyle buyurmuşlardır: “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem de topraktandır.” (Bezzar)

İslam, Müslüman’ı cahiliyyet devrinde yaptığı gibi neseple, soyla, şan ve şerefle övünmeyi, baba ve atalarla büyüklenmeyi haram kılmıştır. Bu cümleden olarak, “Ben falanın oğluyum ve ben falan nesildenim, sen de falan sülaledensin! Ben beyaz ırktan, sen siyah ırktansın! Ben Arab’ım sen de başka bir millettensin” şeklindeki ifadeleri de haram saymıştır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem baba ve atalarıyla övünen kimselere çok ağır ifadelerle öfkelerini yağdırmış ve şöyle buyurmuştur:

“Öyle milletler gelecek ki ölmüş babaları ile övüneceklerdir. İşte onlar Cehennem’in kömürleridir. Ve onlar, Allah katında pisliği burnu ile yuvarlayan böceklerden daha basittir! Allah sizden cahiliyet devrinin övünmesini ve babalarla büyüklenmeyi kaldırmıştır. İnsanlar iki gruptur; ya muttaki mümin ya da perişan kâfir! Bütün insanlar Âdem’in çocuklarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır.” (Tirmizi) Cahiliyet devri Arapları ve onların derecesindeki firavun ve kisralar seviyesinde bulunan eski atalarıyla iftihar edip övünen kimseler için büyük ibretler vardır. Zira onlar Allah Rasulü’nün diliyle “Cehennem kömürü”nden başka bir şey değildir.

Hz. Peygamber (sav) Veda Haccı sırasında, Veda Hutbesi olarak bilinen ünlü konuşmasında Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyaz renklinin siyaha, siyah renklinin beyaza bir üstünlüğü olmadığını, üstünlüğün yalnızca takva ile olduğunu ilan etmiştir. Mekke’nin Fethi’nde, Kâbe’yi tavaf ettikten sonra yaptığı konuşmada Hz. Peygamber (sav) aynı gerçeği şöyle dile getirmiştir:

“Sizden cahiliye ayıplarını ve büyüklenmesini gideren Allah’a hamd olsun. Ey insanlar, tüm insanlar iki gruba ayrılırlar. Bir grup iyilik yapan, iyi olan ve kötülükten sakınanlardır ki bunlar Allah nazarında değerli olan kimselerdir. İkinci grup ise günahkâr ve isyankâr olanlardır ki bunlar da Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa insanların hepsi Âdem’in çocuklarıdır; Allah Âdem’i de topraktan yaratmıştır.”

Bir başka hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuşlardır: “Allah sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim)

Nuri KÖROĞLU