Nefsin Hastalıkları : KÜSLÜK

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin
ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.“
(Hucurât;10)

“Küslük”, bir Müslümanın diğer bir Müslümanla konuşmaması, ilişkilerini kesmesi veya askıya alması, dargın durması ve bu dargınlığın devam etmesi halidir. İslâm’da dargınlık hali, müminler arasında herhangi bir konuda ihtilâf edilebileceği kabul edilerek geçerli sayılmış; ancak bu halin üç günü geçmemesi gerektiği emredilmiştir.

Müslümanlar sürekli olarak birbirleriyle kardeş gibi geçinen ve birbirlerine her zaman her işte maddî ve manevî yardımda bulunan, birbirlerinin elinden tutan ve kardeşlerinin daima iyiliğini, kemalini isteyen kimselerdir. Böyle olunca artık darılmak, küsmek, arka çevirmek, buğzetmek, haset etmek, çekememek, gücenmek ve kırgınlık insanın aklına ve hayaline bile gelmez. Durum böyle iken nerede kaldı aleyhinde bulunmak ve onun zararına en ufak bir teşebbüste bulunmak ve diğer kötü işleri yapmak.

Müslümanlar arasında selâmı ve muhabbeti kesmeyi, küsmeyi, konuşmamayı gerektiren küçük veya büyük olaylar olabilir. Bu bir anlamda kısa bir süre için normal karşılanabilir. Fakat normal olmayan ise Müslümanların bu tür olaylar sebebiyle birbirleriyle alakayı uzun süre kesmeleridir. Gerek fert olarak gerekse toplum olarak Müslümanlar arasındaki küskünlüklerin, kırgınlıkların ve düşmanlıkların ortadan kaldırılması, aralarının bulunması öteki Müslümanların görevidir. Kardeşliğin gereği budur.

Aynı şekilde kardeşliğin bir gereği de kötü işlerde yardımlaşmamaktır. Veya bir kötülük ortaya çıkmışsa onu hemen yok etmeye yönelik çalışmaların yapılmasıdır. Aksi takdirde o kötülük şahsı ve toplumu bir virüs gibi sarar. Sonuçta ise toplumdaki huzur ve refah ortamı kaybolur gider. Onun için bir ayette şöyle buyrulur: “…İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (Maide;2)

Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde; “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et!” buyurmuş. Sahabeler sormuşlar: “Mazluma yardımı anladık, Ey Allah’ın Resulü! Ama zalime nasıl yardım ederiz?” Bunun üzerine Efendimiz (sav); “Onu da zulmünden vazgeçirirsiniz!” (Buhari) buyurmuştur. Buradan anlaşılmaktadır ki günah işlemek ve düşmanlık yapmakta yardımlaşmamak, bu gibi konularda kardeşleri desteksiz bırakmak aslında iyilikte yardımlaşma demektir. Bu da müslümanların her olayda müslümanca yardımlaşmakla yükümlü oldukları anlamına gelmektedir.

Günlük dünyevî işler ve ilişkiler sebebiyle birbirine kırılan iki müslümanın, ciddî bir dini sebep söz konusu olmadığı sürece, en çok üç gün birbirlerinden uzak kalabilecekleri, küs durabilecekleri ilk olarak belirtilmektedir. İkinci olarak belirtilen nokta ise herhangi bir sebeple birbirine küsmüş iki Müslüman karşılaştığı zaman, kim önce selâm verirse, hayırlı olan odur. Müslümanların birbiriyle olan ilişkilerinin yeniden düzelmesini sağlayacak ilk adımı atan, ilk sözü söyleyen ilk kez selâm veren kişi, elbette ötekinden daha hayırlı olacaktır. Çünkü yaptığı iş, toplumun tamamına yönelik ilişkileri onarmak ve iyileştirmek demektir. Müslümanlar arası ilişkiler selâm ile başlar. Onun için de selâmı ilk verenin daha hayırlı olduğu bildirilmiştir.

Dargınlık olsa bile 3 günden fazla sürmemelidir. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki: “Bir müminin din kardeşiyle üç günden çok dargın durması caiz değildir. Üç gün geçtikten sonra, onunla karşılaşırsa, ona selam verip hatırını sormalıdır. O kimse selamını alırsa, birlikte, sevaba ortak olurlar. Selamını almazsa günaha girer. Selam veren de küs durma mesuliyetinden kurtulmuş olur.” (Ebu Davud)

“İki kişi, birbirine dargın olarak ölürse, Cehennemi görmeden Cennete giremez. Cennete girseler de birbiriyle karşılaşamazlar.” (İbni Hibban)

“Din kardeşiyle bir yıl dargın duran, onu öldürmüş gibi günaha girer.” (Beyheki)

“İnsanların amelleri, pazartesi ve perşembe günleri Hak Teâlâ’ya arz olunur. Hak Teâlâ’da, kendisine şirk koşmayan herkesi affeder. Ancak bu mağfiretten birbirine kin tutan iki kişi istifade edemez. Cenab-ı Hak, “O iki kişi barışıncaya kadar amellerini getirmeyin” buyurur.” (İ.Malik)

“Birbirinizle münasebeti kesmeyin! Birbirinize arka çevirmeyin! Birbirinize kin ve düşmanlık beslemeyin! Birbirinizi kıskanmayın! Ey Allah’ın kulları kardeş olun! Bir Müslüman’ın diğer kardeşine darılarak 3 günden çok uzaklaşması helal değildir.” (Buhari)

Üç kimse vardır ki bunların kıldığı namazlar Allah (cc)’a sunulmazlar. Yani kabule şayan değildirler. Bunlardan birincisi; bir toplum onu istemediği halde onlara imam olan bir kimsedir. İkincisi; kocasını kızdırıp, yatağından kaçan kadındır. Üçüncüsü de; birbirlerine dargın, küs, nefret eden ve arkalarını dönenlerdir. Dargınlığın ne kadar çirkin bir durum olduğu burada apaçık görülmektedir. Şu da var ki, buğzu fillâh denilen (yani yalnızca Allah (cc) rızası için kızmak ve küsmek) durumda, Allah (cc)’a ve Resûlüne (sav) isyan edenlere veya kendilerinden Müslümanlara, İslâm’a bir zarar gelme ihtimali olan kimselerle konuşulmamasına ruhsat vardır.

Peygamber (sav) Efendimiz de temiz hanımları validelerimize karşı bir ay dargın durdukları gibi, Hz Ömer (ra)’in oğluyla dargınlığı da, bu gibi sebeplere dayanır. Bu cümledendir ki, Tebük gazasında özürleri olmadığı halde bu gazaya katılmayan üç kişiyle de Müslümanların konuşmamaları için özellikle uyarılmışlardı. Bunlardan biri de Ka’b İbni Malik (ra) idi ki, tam elli gün kimse bunlarla görüşmemişti. Bu durumun kendilerine nasıl ağır geldiğini Kâb İbn Malik (ra) şöyle ifade ediyor: ‘…Sonra Rasulullah (sav) müminlerin bizimle konuşmasını yasakladı. Savaşa katılmamış olan üçümüzle de kimse konuşmuyordu. Herkesten ayrı kalmıştık. Yeryüzü bana çok dar ve manasız gelmişti o zaman…’ Hatta son on günde bu müslümanların hanımlarından bile ayrı kalmaları kendilerine bildirildi. Onlar da hanımlarından ayrılıp yapayalnız kalmıştı. İçlerinden biri fazla ihtiyar olduğundan, onun hanımının yanında kalmasına izin verilmişti. Bu hadise, özür yokken, sırf ağır davranmaları yüzünden, savaşa katılmamanın cezası idi. Bunlar toplum içinde yapayalnız kalınca çok pişman olmuş ve yaptıklarına tövbe etmişlerdi. Nihayet Allah-ü Teâlâ (cc) onları affedip haklarında şu ayeti indirdi: “Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tövbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan (Onun azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.” (Tövbe;118)

Küskünlükler, bir münakaşada kızgınlık sebebiyle ve sarf edilen kelimelerle; eline, beline, diline sahip olmayan şuursuz müminler arasında görülebileceği gibi, bir başkası tarafından taşınan sözler sebebiyle, karşılıklı vuruşma, sövme gibi sebeplerle meydana gelmektedir. Günümüzde mezhep, meşrep vb. görüş farklılıklarının taassup ve fanatizm derecesine varmasından da ümmet fertleri arasında ayrılıklar görülmektedir. Netice itibariyle her kim Rasulullah (sav)’ın en güzel yoluna uymuşsa, cahili, ilkel, kaba yobaz, ham softa tavır ve tutumları bırakmak zorundadır. Buna riayet eden Müslümanlar asla dargın kalmazlar.

Birbirine dargın olanları mutlaka barıştırmak gerekir. Hadis-i şerifte, “Hastanın halini sormak için iki km git, küs olan kimseleri barıştırmak için dört km, bir din kardeşini ziyaret etmek ve ilim adamından bir mesele öğrenmek için de altı km git!” buyruldu.

Hazreti Musa, “Ya Rabbi, dargın olanları barıştırana ne ecir verirsin, diye sordu. Hak Teâlâ; “Kıyamet gününde selamet verir, korktuğu şeylerden emin eder, umduğu şeylerle şereflendiririm” buyurdu.

Dargın olanların, bayramı veya başka bir günü beklemeyip, hemen barışması gerekir.

Nuri KÖROĞLU