Nefsin Hastalıkları : HURAFE

İslam dini yüce bir dindir. Geldiği günden bu güne, bu günden de kıyamete kadar değişmemiş ve değişmeyecektir. Tahrif etmeye kimse muvaffak olamamıştır, olamayacaktır da. Çünkü onun şanlı kitabı Kur’an-ı Kerim’i Allah (cc), muhafaza edeceğini vaat etmiş ve buyurmuştur ki; “Kur’an-ı biz indirdik ve onu biz koruyacağız” (Hicr/9) Bu hakikatten hareketle Kur’an’ın ve İslam’ın koruyucusu bizzat Allah (cc) olduğuna göre değişikliğe uğraması ve uğratılması mümkün değildir.

Kur’an-ı Kerimde; “Allah katında gerçek din İslam’dır” (Al-i İmran/19) buyrulurken bir başka ayetinde de “Kim İslam’dan başka din ararsa bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecektir.” (Al-i İmran/85)  buyrulmaktadır. Bu ayeti kerimeler göstermektedir ki İslâm son dindir. Bundan başka din de gelmeyecektir. Onda ne eksiklik, ne de fazlalık vardır. Böyle bir dine mensup olduğumuz için Allah’a ne kadar hamd etsek azdır.

Kur’an-ı Kerim’in emir ve yasakları zamanla mukayyet değildir. Kıyamete kadar geçerlidir. Zaman aşımına uğraması da imkânsızdır. Geldiği günkü gibi tazeliğini muhafaza etmektedir. Yüce Rabbimiz; “Bugün size dininizi ikmal ettim. Üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak da İslam’ı beğendim.” (Maide/3) buyururken İslam’ın ve Kur’an’ın mükemmelliğine işaret etmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde;

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldıkça katiyen yolunuzu sapıtmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Benim sünnetimdir.” (Hakim-El Müstedrak,1/93) Bir başka hadis-i şerifte de; “Benim sünnetimden yüz çeviren Benden değildir.” (Müslim) buyurmaktadır.

İslam dininde olmayan, tamamen uydurma ve gerçek dışı olan inançlara hurafe denir. Hiçbir Müslüman bunlara itibar etmemelidir ki bunların bazıları insanı şirke (Allah’a ortak koşma) kadar götürür.

Hurafecilik, ilk bakışta hurafeleri benimsemek gibi görünüyor olsa da, boyutları bununla sınırlı değildir. Tabiin devrinden itibaren, camilerde halka öğüt verenlerden kimileri daha çok dinleyici bulup, çıkar sağlamak için anlattıklarını hikâyelerle süslemeye başlamışlar ve bu arada İsrailiyata başvurmakla yetinmeyip, kendileri de kimi hikâyeler uydurur olmuşlardır. Gerek hadis ve gerekse tefsir tarihlerinde kendilerinden ‘kıssacılar’ olarak söz edilen bu kişiler, halkın dinin özünü unutarak hikâyelerle oyalanmasına yol açtıkları için dine büyük zarar vermişlerdir. Hurafecilik, işte o günden bu yana sürüp gelmiştir.

Hurafe örneklerine bakıldığında özellikle uğursuzluk konusunda sayılamayacak kadar hurafe vardır. Fakat dini anlayışımıza göre hiçbir şeyde uğursuzluk bulunmamaktadır. Bu tip inanışlar tamamen halkın zan ve kuruntularından ibarettir. Baykuş ötmesi, köpek havlaması, kara kedinin bir kişinin önünden geçmesi, merdiven altından geçmek, sabunlu suyun üstünden geçmek, salı günü işe başlamak veya yola çıkmak, gece aynaya bakmak veya tırnak kesmek vb. gibi pek çok şeyde uğursuzluk bulunduğuna inanmak batıldır. ‘Nikâhı kıyılan çiftlerin akşam dışarı çıkması uğursuzluk getirir’ sözü de bunlardan biridir.

Uğursuzluk konusunda Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Uğursuzluk yoktur, en güzel şey iyiye yormaktır.” (Buhari)

 Hurafelerin bazıları şöyledir: Çocuğu olmayanlara deve dili yedirmek, konuşamayan çocukların konuşabilmesi için cuma namazından sonra müezzin tarafından cami anahtarını çocuğun ağzına sokup çıkarmak, çocuğun dindar olması için göbek bağını cami avlusuna bırakmak, açık seccade üzerinde şeytanın namaz kılacağını düşünmek, kırkı çıkmamış çocuğun tırnakları kesilirse çocuğun hırsız olacağına inanmak, nazar boncuğunun nazardan koruyacağını düşünmek, baykuş ötüşünün uğursuzluk getirmesi, iki bayram arasında nikâh ve düğün yapmamak, ezan okunurken köpeklerin ulumasını kötüye yormak, merdiven altından geçmeyi uğursuzluk saymak, cenazelerde mutlaka sala vermek, mezara çelenk koymak, yola çıkanın arkasından su dökmek, türbe etrafında bulunan mermerlere madeni para yapıştırmaya çalışmak, başı ağrıyan kişinin evden getirdiği süpürge ile cami süpürmesi, gökten yıldız kaydığında birinin öleceğine inanılması. Bütün bunlar dinimiz öğretileriyle ilgisi olmayan temelsiz uydurmalardan ibarettir.

Modernlik tarafından beslenen hurafelerden birisi de bilime olan sonsuz inanç ve güvendir. Bilimin bütün dertlere deva olacağı, bütün problemleri çözeceği yönündeki düşünceler hurafe olmanın ötesine geçmez. Özellikle türbe ziyaretlerinde de hurafeler yer bulmaya başlamıştır. Türbelere bez ve çaput bağlamak, adakta bulunmak, türbe etrafında eğlence düzenlemek bunun örnekleridir.

Ne yazıktır k; hurafelere ve batıl inançlara kendini kaptıranların bunlardan kurtulmaları pek mümkün olmamaktadır. Sahip olunan batıl inançlara yönelik eleştirel fikirler kabul edilmemekte, adeta hayatın bu tür hurafelerde gizli olduğuna inanılabilmektedir. Bu tür insanlara ne yapılırsa yapılsın fayda vermez, hayatlarını süsleyen hurafeler onlar için vazgeçilmezdir. Yüce kitabımızın duruma ilişkin açıklaması şöyledir: “Sen onları bırak, uyarıldıkları günlerine kavuşuncaya kadar batıl inançlarına dalsınlar ve oynasınlar.”  (Mearic;42)

Bu yapıdaki insanlar o gün geldiğinde ancak gerçekleri görecek ve anlayabileceklerdir.

Hurafe bir yönüyle Allah (cc)’a karşı yalan uydurmaktır. Çünkü kişi hayatında yer bulan hurafeyi adeta dini bir fiil veya ibadetmiş gibi, Allah (cc)’ın zannıyla yapmaktadır. İşte bu Allah (cc)’a karşı yalan uydurmaktır ve ayette konunun ifade ediliş biçimi şöyledir: “Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, ‘Şu helâldir’ ‘Şu haramdır’ demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.” (Nahl;116)

Bu durumda olan, kendilerini hurafelerin içine atanlar kurtuluş şerbetini içemeyecek, büyük bir felakete sürükleneceklerdir.

“Ant olsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri yükleneceklerdir. Uydurmakta oldukları şeylerden de kıyamet günü şüphesiz, sorguya çekileceklerdir.” (Ankebut;13)

Dine hurafe katmaya çalışanlar kıyamet günü ağır sorgudan kendilerini kurtaramayacaklardır. İşte bu sebeple din adına konuşma yaparken son derece dikkatli olunmalı, söylenen sözler temel kaynak olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te dayanak bulmalıdır. Kimi insanlar vardır ki; akıllarına geleni dini bir mahiyetle sunmak istediklerinden öyle olmadığı halde ‘peygamberimiz buyuruyor ki’ diyebilmektedirler. Hâlbuki bu taşınması mümkün olmayan ağır bir yüktür. Hurafelerin temelinde de bu davranış tarzı vardır. Cahil insanlar, bir kısım fiilleri dinden olmadığı halde dindenmiş gibi göstermişler ve bunu da bir kısım uydurma delillerle desteklemeye çalışmışlardır. Neticede kimi insanlar kandırılmış ve hurafe girdabına düşürülmüştür.

Yüce dinimiz sağlam aklın sağlıklı işleyişiyle çelişki arz etmez. Tam tersine din ve sağlam akıl birbirini destekleyen iki temel unsurdur. Bu uyumu tarihi süreç içerisinde dine hizmet eden üstün akılların varlığından ve dini değerlere bağlanan birçok aklın üstünlük kazanmış oluşundan da anlamak mümkündür. Ne akıl dine engel olmuş ne de din akla engel olmuştur. Ancak kimi zaman yanlış yorumlamalardan kaynaklanan meselelerin ortaya çıktığı da bilinmektedir.

Aklın burada yer alma sebebi ve konumuzla ilgili olan kısmı, hurafelerin ekseriyetle akılla bağdaşmaması, aklın sağlam işleyişiyle hurafe türü olayların kabul edilemeyecek olmasıdır. Örneğin, akılla çelişince hurafelerden kazanç sağlayan çevreler, kazanç kapılarının kapanmasını engellemek için bir dayanak aramak zorunda kalmışlar ve uydurma tatbikatları dine dayandırma gayreti içerisine girmişleridir. Dini alanda aklın ötesinde olmak üzere inanç alanına dâhil olan melek gibi görülmeyen başka varlıklara ilişkin inançlar var olduğundan, hurafelerin temellendirilmesi için çok müsait bir zemin bulunmuş olmaktadır.

Böyle bir yaklaşımla dini kötü niyetlerine alet eden, Allah (cc) adına yalan uyduran, hurafeleri dindenmiş gibi göstermeye çalışan insanların acıklı bir azapla cezalandırılacakları, hüsrana uğrayacakları yüce kitabımız bizlere göstermiş olduğu açık bir hakikattir.

Nuri KÖROĞLU

Nefsin HAstalıkları : VESVESE

مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ

“Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran vesvesecinin şerrinden.”(Nas,4)

      Vesvese; zararlı olan; şüphe, kuruntu demektir. Vesvese esasen fis, hiş demek, yavaş fısıltı yapmak, fiskos etmek gibi gizli sese, gizli fısıltıya denilir. Nitekim Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri bir ayeti kerimesinde:

“Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.”(Kaf,16) buyurmuştur.

    Vesvese insana şeytandan gelir ki o da insanın zayıf anını bekler. Bir hadis-i şeriflerinde Efendimiz (sav) kişinin banyo ettiği yere bevletmesini nehyetti ve dedi ki: “Muhakkak ki vesveselerin geneli bundandır.” (Ebu Davut, Tahare, 15) Bir başka rivayette “Abdestte (vesvese) için şeytan vardır. Ona velehan denilir.” (Tirmizi Kitabul Tahare) buyurmuştur. Bütün vesveseye kapılanlar bundan dolayı kapılmıştır diyemeyiz ama mutlaka bu uyarıyı dikkate almalıyız.  Öncelikle vesvesenin mahiyetini bilmemiz gerekiyor. İnsanın damarlarında dahi dolaşmasına müsaade edilen şeytan, insana en akıl almaz yerlerden bile vesveseler vererek, onu yaptığı ibadetlerden alıkoymaya, kalbine şüpheler düşürmeye ve Allah (cc)’ın huzurundan kaçırmaya çalışır. Vesvese, daha çok kendini canı gönülden dine vermiş, dizginleri şeytanın elinden koparıp almış, Allah’a (cc) karşı kulluğunu az çok yapan ve iman mevzusunda da terakki edip saffete ulaşan bazı Müslümanlarda olur. Kalbî istidadlarıyla iç âleminde ilerleme yolunda olan, manevi mertebeleri aşarak insan-ı kâmil makamına doğru tırmanan mü’minler, yolun puslu noktalarında şeytanın vesvesesi ile yüz yüze gelirler.  Vesvese, kâfirde olmaz.

Vesveseden  kurtulmanın çareleri şunlardır:

-Vesvese, imanın kuvvetindendir: Önce hemen şunu belirtelim ki vesvese çok korkulacak bir şey değildir. Çünkü iman var ki vesvese geliyor. Sahabe-i Kiram’dan Efendimiz (sav)’e gelip, “Ya Rasulullah, vesveseye mübtelâyım” diyen birine, Efendimiz (sav)’in cevabı, “Endişe edilecek bir şey yok; o mahz-ı imandır, imanın kuvvetindendir” (Müslim) şeklinde olmuştur.

-Vesvese, kalbin malı değildir: Kalbin rahatsız ve tedirgin olması şundandır: Kalp, vesveseye razı değil, sahip de değildir. Vesvese ile arasında mânâ ve mahiyet bakımından bir münasebet olmadığı içindir ki kalp vesveseden rahatsız olmaktadır. Vesvese, iradî olmayıp, fiiliyata da dökülmüyorsa insanı mesul etmez.

-Vesvese, insanın ilerlemesine mani olmayan örümcek ağı gibidir: Vesvese, kendine has tutarsızlığıyla bilindiği zaman zararlı olmaz. Kur’an, “Muhakkak, şeytanın hilesi zayıftır” diye ferman etmektedir (Nisa, 4/76).

-Vesvese, üzerinde durulmadığı ve dert haline getirilmediği takdirde hiçbir zarar vermez: Düşüncenize bulaşıp da onu kirletmeyeceğini bildiğiniz zaman vesvese zararlı olmaz. Vesvese, hayal aynasında sönüp gidecek derecede zayıf ve gelip geçici bir iz; leke ve pislik bulaştırmayacak bir görüntü ve çok hafif yansımalardan ibarettir. Akla ve hayale gelen şeyler, hayır kaynaklı ise akıl ve düşünceyi bir derece nurlandırır; fakat şer kaynaklı bir vesvese ise, o zaman da akla, düşünceye ve kalbe tesir etmez. Kir bırakmaz ve zarar da vermez. Şeytanın dışta ya da içte aslî ve zatî bir varlığı ve hüviyeti olsa bile, attığı okların, gönderdiği görüntülerin aslî hüviyeti ve hiç bir zararı yoktur. Üzerinde durmadığınız, merakla üzerine varmadığınız, sahip çıkıp kabullenmediğiniz, küçük görerek şişmesine meydan vermediğiniz ve bir dert haline getirmediğiniz zaman, vesvesenin hiç bir zararı olmaz.

-Vesvese, zararlı tevehhüm edildiği zaman zarar verir: Üzerinde durulup kurcalandığı ve merakla karıştırıldığı zaman zararlıdır. O; büyük görüldükçe, mühimsendikçe büyür ve bir balon gibi şişerek bizi yutacak hale gelir. Bir arı kovanı içinde yüzlerce arı bulunur ama siz önemsemeden kovanın önünden geçer gidersiniz. Vesvese karşısında da yapmamız gereken şey, bundan farklı olmamalıdır. Şeytan, zayıf ve geçici bir görüntü karesini hayalimize atar; biz de cazip bulur ve onu işlettirirsek, o bir karelik manzara, hayal sinemamızda saatleri içine alan bir film şeridi haline gelir de farkına bile varamayız. Hususiyle yalnız kalınca, bilhassa gençlerde ve hele bu suretler, nefsanîliğe bakan, bedeni tesir altına alan suretler olursa… Evet, insan onu alır ve hayalinde maceralı bir film haline getirir. Hâlbuki şeytana ait olan, o ilk sahnedir. Öyleyse, o ilk oltaya sahip çıkmamak, takılmamak ve onu işlettirmemek gerekir ki şeytan da bizi işletmesin ve işlete işlete hayallerimizi gerçeğe dönüştürmesin. Dönüştürmesin ki biz de neticede o bir karelik görüntünün kurbanı olmayalım.

-Hassas ve asabî ruhlar, şeytanın vesvesesine önem verip vehme kapılmamalıdırlar: Vesvese, hassas ve asabî ruhlarda daha da zararlı bir hastalık ve meleke haline gelir. Böyle birisi, vesvese geldiğinde zararlı olacağı endişesiyle telaşa ve vehme kapılır; sonra da bunu kalben, fikren ve iman-ı nazarla büyütüp, kendine mal eder. Derken onu huy haline getirir ve onunla bütünleşir. Bu ise, şeytan karşısında ye’se düşüp, tam zarara uğramanın ifadesidir. Bu hale maruz kalmış biri, ümitsiz bir şekilde “Artık ben mahvoldum” deyip, mağlûbiyeti kabul eder ve böylece, kendisini şeytanın saldırılarına açık hale getirir.

-Vesvesenin manyetik alanından ibadet ile uzaklaşmalı ve psikolojik tesirinden çıkılmalıdır: Bir hadiste de ifade edildiği gibi, böyle bir şey ortaya çıktığında, söz gelimi gazaplandığınızda; ayakta iseniz oturun, oturuyorsanız uzanın veya kalkıp abdest alarak iki rekât namaz kılın ve iç dünyanızda değişiklik yapın. Ayrıca o sisi dağıtacak daha başka meşrû bir kısım davranışlarda bulunun.

-Abdest ve namazda “Eksik mi yaptım?” şeklindeki vesveselere de önem verilmemelidir: Böyle bir vesvese ilk defa vuku buluyorsa, o abdest veya namaz tekrar edilebilir. Ama mükerreren oluyorsa, sözgelimi bir abdest uzvunu yıkayıp yıkamadığından devamlı şüpheye düşen birisi, o zaman hiç vesveseye meydan vermeden, o uzvunu yıkadığını kabul ederek namaza durmalıdır. Ve yine namazı kaç rekat kıldığı mevzuunda vesveseye müptelâ olmuşsa, namazının tamam olduğu kanaatiyle hareket etmelidir. Vesvesenin ilka ettiği şeyin üzerine gidilmelidir. Vesvesenin üzerinde durmak değil, aksine, tam tersi istikamette yürümek lâzımdır.

-Bir diğer vesvese ise kişinin namaza durunca abdestinin bozulduğunu zannetmesidir. Şeytan o kişinin gerisinden üfler, o kişi de namaza her duruşunda kendinden bir şey çıktı zanneder ve namazı bozar. Tekrar tekrar abdest alıp namaz kılar. Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz namazda iken dübüründe bir hareket hisseder (abdestim) bozuldu (mu?), bozulmadı (mı?) şüpheye düşerse namazı bozmasın ta ki sesi duyana veya koku olana kadar.” (Ahmet bin Hanbel, 2/414) Vesveseye kapılmış insanlarda koku da ses de olmaz. O halde namaza devam et. Tabi bu durumda şeytan da boş durmaz. Abdestsiz kılıyorsun, şeklinde ikinci bir vesvese vermeye kalkar. Fakat madem ses ve koku yok o halde insanın abdestsiz de olsa kılıyorum diye namaza devam etmesi gerekir. Şeytan bakar ki bu  adam abdestli de kılıyor, abdestsiz de. O anda cephedeki mağlubiyetini hissedip geri çekilmek zorunda kalır.

Nuri KÖROĞLU