NEFİS İLE CİHAT – 2

Abdullah Baba (ks) Aziz Hz. leri bu konu hakkında şöyle buyurmuşlardır.

“Nefisle cihat etmeyi anlayabilmek için, ilk önce nefsin fitnesinin ulaşamayacağı zümreyi bilmemiz gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim de bu konuda nefsin ve şeytanın müdahalesinin en az olacağı zümre olan salihler ve salih amel kavramından bahsedilmektedir.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, nefsi yedi kat cehennemin, her bir tabakasından ayrı ayrı ateş alarak, onu ateş ile nurdan halk etti. Onun içindir ki; nefsin fıtratı, cehenneme meyil eder, nefis kötülükleri ister, içki, kumar ister yalanı ister riyayı, gıybeti, cinayet işlemeyi vs… ister. Nefsin bu isteklerine karşı onunla mücadele eden müminler hakkında Allah-u Teâlâ Hazretleri, ayeti kerimesinde;

“Mü’minler ancak o zâtlardır ki, Allah’a ve O’nun Peygamberine iman etmişlerdir, sonra bir şüpheye düşmemişler ve mallarıyla ve nefisleriyle Allah yolunda savaşanlardır. İşte doğrular da onların ta kendileridir.” (Hucurat /15) buyuruyor.

            Bunun hakkında Peygamber (sav) Hazretleri de ashabı ile birlikte Tebük Gazvesi’nden dönerken;

            – Ey ashabım, dedi. Sağ elini kaldırdı, durdu sonra:

            – Küçük cihat bitti, büyük cihada başlıyoruz, dedi 

            Sahabeler.   

            – Ya Rasulullah, karşımızda Endülüs mü var? Bizans mı var? Kisra mı var, Kayser mi var? Kimler var, demeleri üzerine;

Peygamber (sav) Hazretleri:

            – Nefis var, nefis ile cihat, “Cihad-ül Ekber”dir, buyurmuşlardır.

            Bu hadis-i şerifi Pirimiz Seyyit Abdulkadir-i Geylani (ks) Hz. leri, Gunyet-üt Talibin kitabında, bizim seviyemize göre şöyle anlatıyor;

Bir insan sağ eline kılıcı alır, sol eline kalkanı alır, başına miğfer, üzerine zırh alır, ata biner, kâfirle savaş yapar, öldürür ise bir kâfir öldürmüş olur. Kendisi ölürse şehit olur. Büyük cihatsa, nefis ile olan cihattır. Şeytanla cihat, yalanla, yeminle, zinayla cihat. Kötülüklerle, mal sevgisi ile mülk sevgisiyle, kasa sevgisi ile masa sevgisi ile cihat yapıp, kalbini Allah’ın tevhit nuruyla nurlandırmaktır. Allah’ın nazargâhı kalptir.” buyurmuştur.

Tabi bu nefisle mücadeleyi, insanın kendi başına yapması hemen, hemen imkânsız gibidir. Kişiye bir mürebbi, bir öğretici gerektir.

Talip nefsi ile mücadele ederken, onun en büyük destekçisi üstadıdır. İnsan sürdüğü koyunların çobanıdır, onlardan mesuldür. Nasıl ki, hane reisi evinden, devlet reisi memleketten, bir vali kendi bölgesinden mesul ise, bir mürşid-i kâmil de kendi dervişlerinden sorumludur. Onlara Allah ve Resulü’ne giden yolu göstererek, ikaz ve irşad eder. Haramlara gitmeyin, yalan söylemeyin, yemin etmeyin, diye uyarır. Helal lokma yemesini, başkasına kötülük yapmamasını ve başkasına yapılmış olan kötülüğü de önlemesi gerektiğini, telkin eder. Talibin nefsi ile mücadelesinde nelere dikkat etmesi gerektiğini gösterir ve manen yardımcı olur. Bu şekilde devam ederken, diğer yandan çevresindeki insanlara da faydalı olur. Mesela, Allah’a (cc) ve Resulü’ne iman etmiş, fakat günahı kebair işleyen (İçki, kumar, zina vs…) bir arkadaşlarını gördüğü zaman, bunların elinden tutar. Yardımcı olur, onları hoş görür, irşad eder, onları kazanmaya çalışır.

“Kimler Benim huzurumdan uzaklaşmış, hidayetimden uzaklaşmış insanları, Allah’ın ibadet ve taatına getirir ise, insanların ve cinnilerin yapmış olduğu ibadetten evladır.”

“Kişi bir kötülüğü gördüğü zaman, gücü yetiyor ise eli ile gücü yetmiyor ise dili ile ona da gücü yetmiyor ise kalbi ile buğz etmeli. Muhakkak ki, buğz da imanın en zayıf noktasıdır” buyuruyor.

 Peygamber Efendimiz, “Nefisle olan cihat, cihad-ül ekberdir”, buyurmuştur.

 Allah-u Teâlâ Hazretleri de ayeti kerimesinde;

“Allah’a ve O’nun Peygamberine iman edersiniz ve Allah’ın yolunda mallarınız ile ve nefisleriniz ile cihadda bulunursunuz. İşte bu, sizin için çok hayırlıdır. Eğer bilirseniz,” (Saff /11) buyuruyor.

Yine Süleyman (as) Allah-ü Teâlâ Hz. lerine yalvarırken şöyle diyor;

“Ey Rabb’im! Beni, gerek bana, gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, Beni iyi (salih) kulların arasına kat.” (Neml /19)

“Rabb’im! Bana hikmet ver ve Beni iyiler (salihler) arasına kat” (Şuara /83)

Hakk yolunda kulun en büyük engeli kendi nefsidir. Manevi kirlerden temizlenmeyen nefis, Yüce Allah’tan perdelidir, taattan uzaktır, ilâhî sevgiden mahrumdur. Bu hüküm her devirde geçerlidir. Azgın nefis insanı öyle esir alır ki, Yüce Allah’ı bıraktırır kendisine kulluk yaptırır.

Hevasını kendisine ilâh edinen kimseyi görmedin mi?” (Casiye/ 23) ayeti ve Rasulullah (sav) Efendimizin:

“Yeryüzünde tapılan tanrılardan, Allah-u Teâlâ’nın en çok buğz ettiği heva-i nefs’tir. (Taberani) Hadis-i Şerifi nefsin ne derece azdığını ve onun elindeki insanın ne kadar alçaldığını göstermektedir.

İnsan imanı ve dini için korkacaksa, kendi nefsinden korkmalıdır. Bütün ömrünü nefsi ıslah etmek için harcayan Allah dostlarını Allah yolunda perde görmek veya göstermek de bu azgın nefsin bir vesvesesi, şeytanın hilesidir. Çünkü mürşidi kâmil olan zâtlar kötülüğü emreden nefis ve şeytanın düşmanıdır. Onun için insanın nefsi ile mücadele ederken bir üstada ihtiyacı vardır.

Nuri KÖROĞLU

Nefsin Hastalıkları : ŞÜPHE

“Gerçek müminler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurat; 15)

İslam’ın temelini Tevhid inancı oluşturur. İnsanlık tarihi boyunca bütün peygamberler, insanları Allah (c.c)’ın birliğine inanmaya, yani Tevhid’e çağırmışlardır. İmanın temelinde Tevhid inancı vardır. Kur’an-ı Kerim, insanoğlunu bilerek inanmaya ve bilerek yaşamaya çağırmaktadır. Müslüman insan, neye niçin inandığını, neyi niçin yaptığını çok iyi bilmek durumundadır. İnsan, haklı olarak, inancının ve davranışlarının mantıki temellerini bilmek, öğrenmek istemektedir. İşte bu arzu, beraberinde birtakım şüpheleri getirmektedir.

Şüphe; Tereddüt, kuşku, güvensizlik duygusu, işkillenme anlamlarındadır. Bir şeyin doğru olup olmadığına veya var olup olmadığına dair kati kanaat ve bilgi sahibi olmamak halidir. Bir konuda kesin bilgi veya kanaate varamamaktan doğan tereddüttür. Bir kimsenin mümin sayılması için iman esaslarını şeksiz ve şüphesiz kabul etmesi gerekir. Kalbinde Allah (c.c)’a, elçisine, gönderilen ilahi mesaja ve ahirete ait herhangi bir şüphe bulunan kimse gerçekte tam iman etmiş olmaz.

Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Allah (c.c) şöyle buyurur;
“(Ey Muhammed)! Bu, Rabbin tarafından bir gerçektir. Sakın şüphe edenlerden olma.” (Al-i İmrân, 60)

İbadetlerde şüphe halinde galip zanna göre hareket edilir. Meselâ bir kimse bir vakit namazını kılıp kılmadığında şüphe etse, eğer böyle bir şüphe ilk defa olmuşsa namazını kılması gerekir. Fakat sık sık vuku buluyorsa galip zannına göre amel eder. Yine bir kimse namazında şüphelenerek üç mü yoksa dört rekât mı kıldığını hatırlamasa, eğer yanılma olayı bu kişinin başına ilk defa gelmişse yani bu gibi şüphelenmeler o kişide sürekli bir durum haline gelmemişse namazını yeniden kılmalıdır. Çünkü Hazreti Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Sizden biri namazı kaç rekât kıldığı hususunda şüpheye düşerse namazını yeniden kılsın.”Abdest ve gusül alırken şüphe geldiği zaman, “Acaba guslüm oldu mu, abdestim oldu mu?” diye içimiz kemirilirse, tekrar abdest alınız bu vehimdir, şeytandandır demeliyiz. Onun şerrinden korunmak için Eûzü besmele okuyarak Allah (c.c)’a sığınıp ve Ayetü’l Kürsi’yi okumalıyız. Dikkatlice abdest aldıktan sonra gelen bu vesveseye asla kapılmayıp ve içimizden gelen sese “abdestim abdesttir, guslüm gusüldür” demelidir. Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde ; “Vesvese şeytandandır. Abdest alırken, guslederken ve necaset temizlerken, şeytanın vesvesesinden sakınınız!” buyurmuştur. (Tirmizî)

Hz. Peygamber’in (sav) sahabelerinden bir grup;
“İçimizden öyle şeyler hissediyoruz ki, herhangi birimiz bunu söylemeyi bile büyük günah kabul eder” dediler. Resulallah (sav);
“Gerçekten böyle bir şey hissetiniz mi?” diye sorar. Onların; “Evet” demesi üzerine, Hz. Peygamber (sav);
“Bu imanın ta kendisidir ” cevabını verir.

Yine Hz. Peygamber (s.a.v); “Vesveseden (akla gelen kuruntu, düşünceden)” sordular. Hz. Peygamber (sav): ” Bu, imanın hâlis olanıdır” buyurdu. (Müslim)Yüce Allah (c.c)’ı veya iman konularından birini inkâr etmesi için zorlanan ve inkâr etmemesi durumunda, kendisine zarar gelecek olan bir kişinin, kalbi Allah sevgisiyle ve imanla dopdolu olması şartıyla, diliyle inkâr ettiğini söylemesi imanına zarar vermez. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak; “Kalbi iman ile sükûnet bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah’tan bir gazap gelir ve kendilerine çok büyük bir azap vardır. buyurmuştur. (Nahl;106)
Kişinin aklına gelen şüphe ve sorular onun imanına zarar vermez. Çünkü bu tür vesveselere insanın engel olması mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’de de belirtildiği gibi, Yüce Allah (c.c) her kişiye ancak gücü yettiği kadar sorumluluk yükler.
Düşünceleri önlemek, onlara gem vurmak ise insan gücünü aşan bir olaydır. Bir mü’min aklına gelen soruların cevaplarını ilim sahibi, samimi müminlere sorarak, cevap aramalıdır. Rabbimiz bizleri şüpheli şeylerden muhafaza eyleyip kalbi selimlerden eylesin.

Nuri KÖROĞLU

Nefsin HAstalıkları : VESVESE

مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ

“Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran vesvesecinin şerrinden.”(Nas,4)

      Vesvese; zararlı olan; şüphe, kuruntu demektir. Vesvese esasen fis, hiş demek, yavaş fısıltı yapmak, fiskos etmek gibi gizli sese, gizli fısıltıya denilir. Nitekim Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri bir ayeti kerimesinde:

“Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.”(Kaf,16) buyurmuştur.

    Vesvese insana şeytandan gelir ki o da insanın zayıf anını bekler. Bir hadis-i şeriflerinde Efendimiz (sav) kişinin banyo ettiği yere bevletmesini nehyetti ve dedi ki: “Muhakkak ki vesveselerin geneli bundandır.” (Ebu Davut, Tahare, 15) Bir başka rivayette “Abdestte (vesvese) için şeytan vardır. Ona velehan denilir.” (Tirmizi Kitabul Tahare) buyurmuştur. Bütün vesveseye kapılanlar bundan dolayı kapılmıştır diyemeyiz ama mutlaka bu uyarıyı dikkate almalıyız.  Öncelikle vesvesenin mahiyetini bilmemiz gerekiyor. İnsanın damarlarında dahi dolaşmasına müsaade edilen şeytan, insana en akıl almaz yerlerden bile vesveseler vererek, onu yaptığı ibadetlerden alıkoymaya, kalbine şüpheler düşürmeye ve Allah (cc)’ın huzurundan kaçırmaya çalışır. Vesvese, daha çok kendini canı gönülden dine vermiş, dizginleri şeytanın elinden koparıp almış, Allah’a (cc) karşı kulluğunu az çok yapan ve iman mevzusunda da terakki edip saffete ulaşan bazı Müslümanlarda olur. Kalbî istidadlarıyla iç âleminde ilerleme yolunda olan, manevi mertebeleri aşarak insan-ı kâmil makamına doğru tırmanan mü’minler, yolun puslu noktalarında şeytanın vesvesesi ile yüz yüze gelirler.  Vesvese, kâfirde olmaz.

Vesveseden  kurtulmanın çareleri şunlardır:

-Vesvese, imanın kuvvetindendir: Önce hemen şunu belirtelim ki vesvese çok korkulacak bir şey değildir. Çünkü iman var ki vesvese geliyor. Sahabe-i Kiram’dan Efendimiz (sav)’e gelip, “Ya Rasulullah, vesveseye mübtelâyım” diyen birine, Efendimiz (sav)’in cevabı, “Endişe edilecek bir şey yok; o mahz-ı imandır, imanın kuvvetindendir” (Müslim) şeklinde olmuştur.

-Vesvese, kalbin malı değildir: Kalbin rahatsız ve tedirgin olması şundandır: Kalp, vesveseye razı değil, sahip de değildir. Vesvese ile arasında mânâ ve mahiyet bakımından bir münasebet olmadığı içindir ki kalp vesveseden rahatsız olmaktadır. Vesvese, iradî olmayıp, fiiliyata da dökülmüyorsa insanı mesul etmez.

-Vesvese, insanın ilerlemesine mani olmayan örümcek ağı gibidir: Vesvese, kendine has tutarsızlığıyla bilindiği zaman zararlı olmaz. Kur’an, “Muhakkak, şeytanın hilesi zayıftır” diye ferman etmektedir (Nisa, 4/76).

-Vesvese, üzerinde durulmadığı ve dert haline getirilmediği takdirde hiçbir zarar vermez: Düşüncenize bulaşıp da onu kirletmeyeceğini bildiğiniz zaman vesvese zararlı olmaz. Vesvese, hayal aynasında sönüp gidecek derecede zayıf ve gelip geçici bir iz; leke ve pislik bulaştırmayacak bir görüntü ve çok hafif yansımalardan ibarettir. Akla ve hayale gelen şeyler, hayır kaynaklı ise akıl ve düşünceyi bir derece nurlandırır; fakat şer kaynaklı bir vesvese ise, o zaman da akla, düşünceye ve kalbe tesir etmez. Kir bırakmaz ve zarar da vermez. Şeytanın dışta ya da içte aslî ve zatî bir varlığı ve hüviyeti olsa bile, attığı okların, gönderdiği görüntülerin aslî hüviyeti ve hiç bir zararı yoktur. Üzerinde durmadığınız, merakla üzerine varmadığınız, sahip çıkıp kabullenmediğiniz, küçük görerek şişmesine meydan vermediğiniz ve bir dert haline getirmediğiniz zaman, vesvesenin hiç bir zararı olmaz.

-Vesvese, zararlı tevehhüm edildiği zaman zarar verir: Üzerinde durulup kurcalandığı ve merakla karıştırıldığı zaman zararlıdır. O; büyük görüldükçe, mühimsendikçe büyür ve bir balon gibi şişerek bizi yutacak hale gelir. Bir arı kovanı içinde yüzlerce arı bulunur ama siz önemsemeden kovanın önünden geçer gidersiniz. Vesvese karşısında da yapmamız gereken şey, bundan farklı olmamalıdır. Şeytan, zayıf ve geçici bir görüntü karesini hayalimize atar; biz de cazip bulur ve onu işlettirirsek, o bir karelik manzara, hayal sinemamızda saatleri içine alan bir film şeridi haline gelir de farkına bile varamayız. Hususiyle yalnız kalınca, bilhassa gençlerde ve hele bu suretler, nefsanîliğe bakan, bedeni tesir altına alan suretler olursa… Evet, insan onu alır ve hayalinde maceralı bir film haline getirir. Hâlbuki şeytana ait olan, o ilk sahnedir. Öyleyse, o ilk oltaya sahip çıkmamak, takılmamak ve onu işlettirmemek gerekir ki şeytan da bizi işletmesin ve işlete işlete hayallerimizi gerçeğe dönüştürmesin. Dönüştürmesin ki biz de neticede o bir karelik görüntünün kurbanı olmayalım.

-Hassas ve asabî ruhlar, şeytanın vesvesesine önem verip vehme kapılmamalıdırlar: Vesvese, hassas ve asabî ruhlarda daha da zararlı bir hastalık ve meleke haline gelir. Böyle birisi, vesvese geldiğinde zararlı olacağı endişesiyle telaşa ve vehme kapılır; sonra da bunu kalben, fikren ve iman-ı nazarla büyütüp, kendine mal eder. Derken onu huy haline getirir ve onunla bütünleşir. Bu ise, şeytan karşısında ye’se düşüp, tam zarara uğramanın ifadesidir. Bu hale maruz kalmış biri, ümitsiz bir şekilde “Artık ben mahvoldum” deyip, mağlûbiyeti kabul eder ve böylece, kendisini şeytanın saldırılarına açık hale getirir.

-Vesvesenin manyetik alanından ibadet ile uzaklaşmalı ve psikolojik tesirinden çıkılmalıdır: Bir hadiste de ifade edildiği gibi, böyle bir şey ortaya çıktığında, söz gelimi gazaplandığınızda; ayakta iseniz oturun, oturuyorsanız uzanın veya kalkıp abdest alarak iki rekât namaz kılın ve iç dünyanızda değişiklik yapın. Ayrıca o sisi dağıtacak daha başka meşrû bir kısım davranışlarda bulunun.

-Abdest ve namazda “Eksik mi yaptım?” şeklindeki vesveselere de önem verilmemelidir: Böyle bir vesvese ilk defa vuku buluyorsa, o abdest veya namaz tekrar edilebilir. Ama mükerreren oluyorsa, sözgelimi bir abdest uzvunu yıkayıp yıkamadığından devamlı şüpheye düşen birisi, o zaman hiç vesveseye meydan vermeden, o uzvunu yıkadığını kabul ederek namaza durmalıdır. Ve yine namazı kaç rekat kıldığı mevzuunda vesveseye müptelâ olmuşsa, namazının tamam olduğu kanaatiyle hareket etmelidir. Vesvesenin ilka ettiği şeyin üzerine gidilmelidir. Vesvesenin üzerinde durmak değil, aksine, tam tersi istikamette yürümek lâzımdır.

-Bir diğer vesvese ise kişinin namaza durunca abdestinin bozulduğunu zannetmesidir. Şeytan o kişinin gerisinden üfler, o kişi de namaza her duruşunda kendinden bir şey çıktı zanneder ve namazı bozar. Tekrar tekrar abdest alıp namaz kılar. Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz namazda iken dübüründe bir hareket hisseder (abdestim) bozuldu (mu?), bozulmadı (mı?) şüpheye düşerse namazı bozmasın ta ki sesi duyana veya koku olana kadar.” (Ahmet bin Hanbel, 2/414) Vesveseye kapılmış insanlarda koku da ses de olmaz. O halde namaza devam et. Tabi bu durumda şeytan da boş durmaz. Abdestsiz kılıyorsun, şeklinde ikinci bir vesvese vermeye kalkar. Fakat madem ses ve koku yok o halde insanın abdestsiz de olsa kılıyorum diye namaza devam etmesi gerekir. Şeytan bakar ki bu  adam abdestli de kılıyor, abdestsiz de. O anda cephedeki mağlubiyetini hissedip geri çekilmek zorunda kalır.

Nuri KÖROĞLU