NEFİS İLE CİHAT – 2

Abdullah Baba (ks) Aziz Hz. leri bu konu hakkında şöyle buyurmuşlardır.

“Nefisle cihat etmeyi anlayabilmek için, ilk önce nefsin fitnesinin ulaşamayacağı zümreyi bilmemiz gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim de bu konuda nefsin ve şeytanın müdahalesinin en az olacağı zümre olan salihler ve salih amel kavramından bahsedilmektedir.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, nefsi yedi kat cehennemin, her bir tabakasından ayrı ayrı ateş alarak, onu ateş ile nurdan halk etti. Onun içindir ki; nefsin fıtratı, cehenneme meyil eder, nefis kötülükleri ister, içki, kumar ister yalanı ister riyayı, gıybeti, cinayet işlemeyi vs… ister. Nefsin bu isteklerine karşı onunla mücadele eden müminler hakkında Allah-u Teâlâ Hazretleri, ayeti kerimesinde;

“Mü’minler ancak o zâtlardır ki, Allah’a ve O’nun Peygamberine iman etmişlerdir, sonra bir şüpheye düşmemişler ve mallarıyla ve nefisleriyle Allah yolunda savaşanlardır. İşte doğrular da onların ta kendileridir.” (Hucurat /15) buyuruyor.

            Bunun hakkında Peygamber (sav) Hazretleri de ashabı ile birlikte Tebük Gazvesi’nden dönerken;

            – Ey ashabım, dedi. Sağ elini kaldırdı, durdu sonra:

            – Küçük cihat bitti, büyük cihada başlıyoruz, dedi 

            Sahabeler.   

            – Ya Rasulullah, karşımızda Endülüs mü var? Bizans mı var? Kisra mı var, Kayser mi var? Kimler var, demeleri üzerine;

Peygamber (sav) Hazretleri:

            – Nefis var, nefis ile cihat, “Cihad-ül Ekber”dir, buyurmuşlardır.

            Bu hadis-i şerifi Pirimiz Seyyit Abdulkadir-i Geylani (ks) Hz. leri, Gunyet-üt Talibin kitabında, bizim seviyemize göre şöyle anlatıyor;

Bir insan sağ eline kılıcı alır, sol eline kalkanı alır, başına miğfer, üzerine zırh alır, ata biner, kâfirle savaş yapar, öldürür ise bir kâfir öldürmüş olur. Kendisi ölürse şehit olur. Büyük cihatsa, nefis ile olan cihattır. Şeytanla cihat, yalanla, yeminle, zinayla cihat. Kötülüklerle, mal sevgisi ile mülk sevgisiyle, kasa sevgisi ile masa sevgisi ile cihat yapıp, kalbini Allah’ın tevhit nuruyla nurlandırmaktır. Allah’ın nazargâhı kalptir.” buyurmuştur.

Tabi bu nefisle mücadeleyi, insanın kendi başına yapması hemen, hemen imkânsız gibidir. Kişiye bir mürebbi, bir öğretici gerektir.

Talip nefsi ile mücadele ederken, onun en büyük destekçisi üstadıdır. İnsan sürdüğü koyunların çobanıdır, onlardan mesuldür. Nasıl ki, hane reisi evinden, devlet reisi memleketten, bir vali kendi bölgesinden mesul ise, bir mürşid-i kâmil de kendi dervişlerinden sorumludur. Onlara Allah ve Resulü’ne giden yolu göstererek, ikaz ve irşad eder. Haramlara gitmeyin, yalan söylemeyin, yemin etmeyin, diye uyarır. Helal lokma yemesini, başkasına kötülük yapmamasını ve başkasına yapılmış olan kötülüğü de önlemesi gerektiğini, telkin eder. Talibin nefsi ile mücadelesinde nelere dikkat etmesi gerektiğini gösterir ve manen yardımcı olur. Bu şekilde devam ederken, diğer yandan çevresindeki insanlara da faydalı olur. Mesela, Allah’a (cc) ve Resulü’ne iman etmiş, fakat günahı kebair işleyen (İçki, kumar, zina vs…) bir arkadaşlarını gördüğü zaman, bunların elinden tutar. Yardımcı olur, onları hoş görür, irşad eder, onları kazanmaya çalışır.

“Kimler Benim huzurumdan uzaklaşmış, hidayetimden uzaklaşmış insanları, Allah’ın ibadet ve taatına getirir ise, insanların ve cinnilerin yapmış olduğu ibadetten evladır.”

“Kişi bir kötülüğü gördüğü zaman, gücü yetiyor ise eli ile gücü yetmiyor ise dili ile ona da gücü yetmiyor ise kalbi ile buğz etmeli. Muhakkak ki, buğz da imanın en zayıf noktasıdır” buyuruyor.

 Peygamber Efendimiz, “Nefisle olan cihat, cihad-ül ekberdir”, buyurmuştur.

 Allah-u Teâlâ Hazretleri de ayeti kerimesinde;

“Allah’a ve O’nun Peygamberine iman edersiniz ve Allah’ın yolunda mallarınız ile ve nefisleriniz ile cihadda bulunursunuz. İşte bu, sizin için çok hayırlıdır. Eğer bilirseniz,” (Saff /11) buyuruyor.

Yine Süleyman (as) Allah-ü Teâlâ Hz. lerine yalvarırken şöyle diyor;

“Ey Rabb’im! Beni, gerek bana, gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, Beni iyi (salih) kulların arasına kat.” (Neml /19)

“Rabb’im! Bana hikmet ver ve Beni iyiler (salihler) arasına kat” (Şuara /83)

Hakk yolunda kulun en büyük engeli kendi nefsidir. Manevi kirlerden temizlenmeyen nefis, Yüce Allah’tan perdelidir, taattan uzaktır, ilâhî sevgiden mahrumdur. Bu hüküm her devirde geçerlidir. Azgın nefis insanı öyle esir alır ki, Yüce Allah’ı bıraktırır kendisine kulluk yaptırır.

Hevasını kendisine ilâh edinen kimseyi görmedin mi?” (Casiye/ 23) ayeti ve Rasulullah (sav) Efendimizin:

“Yeryüzünde tapılan tanrılardan, Allah-u Teâlâ’nın en çok buğz ettiği heva-i nefs’tir. (Taberani) Hadis-i Şerifi nefsin ne derece azdığını ve onun elindeki insanın ne kadar alçaldığını göstermektedir.

İnsan imanı ve dini için korkacaksa, kendi nefsinden korkmalıdır. Bütün ömrünü nefsi ıslah etmek için harcayan Allah dostlarını Allah yolunda perde görmek veya göstermek de bu azgın nefsin bir vesvesesi, şeytanın hilesidir. Çünkü mürşidi kâmil olan zâtlar kötülüğü emreden nefis ve şeytanın düşmanıdır. Onun için insanın nefsi ile mücadele ederken bir üstada ihtiyacı vardır.

Nuri KÖROĞLU

NEFİS İLE CİHAT – 1

Mücahede; insanın nefsinin arzularına, kötü isteklerine ve şeytanın isteklerine karşı direnip savaşması demektir. Bu savaşın silahı ibadetler, zikir, tesbih ve duadır. Allah-ü Teâlâ Hz. leri Kur’an-ı Azimüşşan’da;

“İman edip iyi işler yapanları, muhakkak salihler (zümresi) içine katarız” (Ankebut / 9) buyurmaktadır.

Nefisle cihad etmek için birinci şart; Allah’a ve Resulü’ne itaat etmektir. Allah ve Resulü’ne itaat ederek Onların yolunu takip eden kişi, ancak hareketleriyle örnek, peygamberimizin hakiki varisi, bir mürşid-i kâmil zât bulduğu zaman; manevi feyiz, manevi muhabbet alabilir. Bu aynı, sahabe olanla, olmayan arasındaki fark gibidir. Sahabe, Rasulullah (sav) Hazretlerinin sohbetinden, cemalinden, kemalinden, edebinden, yaşantısından istifade ettiği gibi, bir insanda, mürşid-i kâmile gittiği zaman; onun maneviyatından, sohbetinden, feyzinden, feyiz alır. Bu da nefis ile cihadına yardımcı olur.

Allah-ü Teâlâ Hz. leri buyuruyor ki; 

“Kim Allah’a ve Resulü’ne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır. Bu lütuf Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter.” (Nisa /69,70)

Yine Kur’an-ı Kerim’de iman edip, salih amel işlemekten sık olarak bahsedilmektedir. Zaten Allah ve Resulü’ne itaat etmek budur. Fakat nelerin imandan ve salih amelden olduğunu bilmek ve uygulamak, nefisle cihat etmektir. İşte bu imanın gereği olan salih amelin dozajını ayarlamak için salih bir varis-i nebiye ihtiyaç vardır. Nefis ve şeytanın insana nüfuz ettiği kesindir. Fakat insanın bunu anlaması, anlasa bile çare bulması çok zordur. İnsanda yedi sıfat vardır ki, bunlar; şehvet, gazap, heva, kibir, cimrilik, haset, küfür ve bidattır. Bütün bu sıfatlar, “Nefs-i Emmare”nin özellikleridir. İmam Fahrettin er-Razi tefsir kitabında, nefsin bu yedi sıfatına, Fatiha suresinin yedi ayeti karşı gelmektedir. Bu yedi ayet, yedi nefis meratibine işaret etmektedir ki, o da şöyledir;

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir, Nefs-i Safiye’ye işaret eder. O (Allah) Rahman ve Rahim’dir, Nefs-i Mardiye’ye işaret eder. Din gününün sahibidir, Nefs-i Raziye’ye işaret eder. Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz, Nefs-i Mutmainne’ye işaret eder. Bizi dosdoğru yola ilet, Nefs-i Mülhime”ye, nimet verdiklerinin yoluna, Nefs-i Levvâme”ye, gazaba uğramış ve dalalete uğramışların yoluna değil, Nefs-i Emmare‘ye işaret eder.

Bütün bunlar şunun ispatıdır. Hakiki hamdı ancak “Nefs-i Safiye” de olan idrak eder. Ve buradan çıkarılan en büyük sonuç dervişlik basamağının

“Ancak Sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz” ayetinin işaret ettiği “Nefs-i Mutmainne” makamında olduğudur. Mümin bu makamda, Allah’a kul olduğunun farkına varır.

Fatiha suresi bu şekliyle yaşanırsa, elbette insanı kötü huylardan kurtarır. Fakat her ayette işaret edilen nefis meratiplerini, bir mürşid-i kâmilin eliyle geçirmek lazımdır.

Nefisle cihat etmekten kasıt, nefis meratiplerini atlamak ve Allah’a vasıl olmaksa bunun için iyi bir kalp doktoruna ihtiyaç vardır; onlarda mürşidi kâmillerdir. Çünkü bu görev onlara, Peygamber Efendimiz tarafından verilmiştir. Böyle zâtlar Peygamberimizin (sav) varisi oldukları için, onların şekline şeytan giremez. Dervişlerin nefsiyle cihat ederken gideceği yolu bilir, işinin hâkimidir ve nefisle cihadı en iyi bilen de onlardır. Onun için nefisle cihat ancak mürşidi kâmil ile olur.

Nuri KÖROĞLU

Nefsin Hastalıkları : BAHANECİLİK

Bahane; ileri sürülen, yerinde olmayan sebep ve uygun düşmeyen özre denir. Bahane’nin içeriğinde verilen işi yapmamayı sebepler üreterek, yalan dahi söyleyerek üstünden atmak vardır.

İnsanoğlu, önünde sayısız gibi duran günlere güvenerek; işleri, çalışmaları, hepsinden önemlisi bazı kulluk görevlerini, ibadetlerini erteliyor; sonraya, yarınlara bırakıyor ya da geciktiriyor. ‘Acelesi yok, daha vaktimiz var’ diyor. Örnek olarak diyelim ki: Gerekli olan bir işe, faydalı ve hayırlı olan bir çalışmaya başlanacak yahut kulluk görevlerinden biri îfa edilecek. Fakat içimizden nefis şöyle diyebilir: “Ah, şu anda keyfim hiç yerinde değil, bir şey yapamam!” “Hele şu elimdeki işleri bitireyim, sonra bakarım o işlere.” “Daha buna vakit var, başka zaman yaparım! İşte bunlar, kaçamak ifade eden bahanelerdir. Eğer kendimizi bu şekilde keyfimizin kölesi yaparsak, vicdanımızı rahatlatmak için buna benzer bahaneler uydururuz.

İyi bilmemiz gerekir ki: İnsanı tembelliğe teşvik eden (veya tembelliği insana güzel gösteren) nefse fırsat verme zaafının, başka bir tabirle keyfe göre hareket etmenin, onun kölesi olmaktan başka bir anlamı yoktur.

İnsan nefsi fedakârlıktan, bir dava uğruna vaktini, malını ve canını vermekten kaçmak için en inandırıcı bahaneleri imal etmekte çok ustadır, insan bazen otuz yıl sonra yapacağı bir işin veya yiyeceği bir gıdanın yatırımını şimdiden yapar da akşama yiyecek ekmek bulamayan çaresizleri görmez. Sebebini sorarsanız cevap hazırdır: ‘Ben de geçim sıkıntısı içindeyim.’ Hasta yavrusuna aspirin alamayan babanın derdi de geçim sıkıntısıdır, oğluna yeni model araba alması için para arayan babanın derdi de geçim sıkıntısıdır. Bu ikisini ayırmak için zalim nefsi devreden çıkararak düşünmek lazımdır. Nefis bu iki sıkıntı arasında hiçbir fark görmez. İnsanı nefsin bu zalim pençesinden kurtarmak gerekiyor. Nefsin hâkimiyeti altına giren insan başkasına vermemek için akıl almaz bahaneler bulur, ihtiyaçlar icat eder. Ve öyle korkutur ki yıllarca rahat bir hayatı yaşatacak imknlara sahip olan insan ertesi gün aç kalacak dilenecekmiş gibi bir duygunun esiri olur. Elini cebine sokup bir kuruş çıkaramaz.

Kur’an-ı Kerim’de cihad ibadeti karşısında bahane üreten insanların durumu şu şekilde anlatılmaktadır:

“Allah yolunda cihad edin” diye çağırıldıklarında ” Biz cihadı bilmiyoruz” gibi bahaneler uydururlar.” (Al-i İmran; 166)

Cihad’dan geri kalmak için sıcağı, soğuğu, benzeri şartları bahane olarak gösterirler” (Tevbe; 81)

Kendi canlarını Allah’ın emirlerinden, Peygamber’in getirdiği dinden daha çok severler.” (Tevbe;120)

Cihada çağırıldıklarında ağır ağır davranırlar. Kalpleri şüpheye düşmüş, kuşkular içinde bocaladıkları için cihâda çıkmamak için izin isterler. Savaşa çıkan müminlere ölüm, hapis gibi bir musibet geldiğinde “Allah bana ihsan etti de onlarla beraber olmadım” diye sevinirler. Kimisi de “Bizim gibi yapsalardı başlarına gelmezdi” der. Şayet cihada çıkarlarsa müminler arasında bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar.” (Tevbe; 45-47)

Bütün bu durumlar sebebiyle Allah-u Teâlâ, insanları kendi yolunda hiçbir bahane üretmeden mücadele etmeyi emretmektedir. Bu hususta Allah-u Teâlâ müminleri ilgilendiren ‘muamelat’ (sosyal) işlerinde müminlerin bahane üreterek izin istemesini yasaklamıştır.

Müminler ancak, Allah’a ve Resûlüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar o Peygamber ile birlikte sosyal bir işle meşgul iken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Resulüm!) Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah’a ve Resulüne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah’tan bağış dile; çünkü Allah mağfiret edicidir, merhametlidir. (Ey müminler!) Peygamberin davetini, aranızdan bazınızın bazınıza daveti gibi zannetmeyin. İçinizden, birini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nur; 61-62)

Allah-u Teâlâ müminleri ilgilendiren bütün işlerde mücadele ederken izin isteme alanı oluşturmuştur. Ancak izin isteyenler için Allah Resûlü’nün ayrıca dua etmesini, bağış dilemesini emretmektedir. Çünkü müminleri ilgilendiren işlerde izin alınamayacağını ortaya koymaktadır. İzin alarak giden ve bağışlanma için dua edilen kimseler yine de buna güvenmemelidir. Acı bir azabın onlara isabet etmesinden de sakınmaları gerekmektedir. Bu yüzden bugün bir dava uğruna mücadele eden Müslümanların işlerine bahane üretmeden yardım etmeliyiz ki kurtuluşa erelim.

İslam Allah (c.c)’a iman ve teslimiyettir. İman, Allah (c.c)’a güven ve emniyetin, İslam’da O’na teslimiyetin ifadesidir. Bu yüzden İman ve İslâm’da şüphe, bahane ve taviz yoktur. Bir insanın, Kur’an ve sünnetle ortaya konan İslâmi hayat tarzından uzaklaşarak iman insanı olabileceğini ve müslüman kalabileceğini söylemek, çağdaş çelişki içeren şeytânî bir yargıdır. Yaşanmayan bir dinin, sözde kalacağı da herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu yüzden Yüce Allah (c.c), iman insanına şu uyarıyı yapmaktadır:

“Ey iman değerine erenler, derin bir duyarlılıkla Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun; Müslüman olmanın dışında bir hal üzere sakın can vermeyin” (Al-i İmran; 102)

Sağlam ve kâmil iman, kendini zor zamanda bile salih amel şeklinde gösteren imandır. Tam iman sahibi olmanın gerekli şartı ise, her durumda Allah (c.c.)’a bağlı kalabilmektir.

İnsanın yaşadığı günlerin ve geçirdiği yılların kendi içinde bir anlamı veya her birinin kendine özgü bir kazancı vardır. Eğer yaşanan hayat İslamî olmazsa, sonuç hüsran olur. İnsana gerçek kurtuluş yolunu gösteren Kur’an, bunun için insanı ömür boyu sürecek bir vazifeye, yani Allah (c.c)’a imana ve ibadete çağırır. Çünkü ömür, tek başına hayırlı değildir. İslam’a uygun olarak geçirilen ve Allah (c.c)’ın rızasını kazandıracak emek üreten ömür, hayırlı ve verimlidir. Şu halde insan, zorda kalınca yılmadan, rahata kavuşunca da gevşemeden gerçek bir Müslüman olarak yaşamalı; her zaman Allah (c.c)’ın rızasına muvafık bir noktada bulunmaya özen göstermelidir. Bu da, Allah (c.c)’a tam inanıp O’nun gösterdiği yolda dosdoğru yolda yürümekle mümkündür. Öyleyse ;”Allah’a inandım” de, sonra dosdoğru yürü. Hakikat sana teslim imanından ötürü.” (Necip Fazıl Kısakürek)

Nuri KÖROĞLU

Muhyiddin Arabi (ks) Hz. den Nasihatler – 3

GÜZEL AHLÂK SAHİBİ OLMAK

Kardeşim! Güzel ahlâk sahibi olmanı tavsiye ederim. Huyun güzel olsun. Çirkin şeylerden uzak dur. Çünkü Efendimiz (s.a.v): “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Hüsnü’l Hulk,8) buyuruyor.

Yine O Şâh-ı Resul, ahlâkı güzel oan kimse için cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine kefil olmuştur. (Ebu Davud) Güzel ahlâk demek, halk ile muamele ve muaşerette ilişki kurduğun kimselerle onların da razı olacağı bir davranış içinde olmandır. Fakat şu bir gerçektir ki, insanların muhtelif gayeleri olduğundan herkesi memnun etmek zor, hatta imkânsız gibidir. Meselâ birinin razı etsen ona düşman olan öbürünü kızdırmış olursun. Durum böyle olunca yapılacak iş, insanlarla olan muamelede insanların rızasını değil, Hakkın rızasını hedeflemektir. Zira hakkı ve rızâsı en çok gözetilmesi gereken O’dur.Hak Teâlâ Hazretleri kendi zât-ı uluhiyetini tekrimen ve tenezzülen beraberlikte kulları arsında sayıyor. Nitekim bu beraberlik, Efendimiz (s.a.v)’in duasında şöyle ifade ediliyor:

Ya Rabbi! Seferde benim yoldaşım sahibim sensin. Aile efradımı da görüp gözeten vekilim ve Mevlâm sensin.” (Müslim)

Ayet-i Kerime’de de : “Nerede olursanız olun O (Allah) sizinle beraberdir. (Hadid,4)

Bir diğer âyeti kerimede: “Hani onlar (Sevr adı verilen) mağarada bulunurlarken, (Ebu Bekir Sıddık’ın endişelenmesi üzerine) Resulallah o zaman arkadaşına: Mahzun olma Allah bizimle beraberdir” diyordu” (Tevbe,40) Bir başka yerde de Musa ve Harun aleyhisselam’a hitaben şöyle buyruluyor: “Ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.” (Taha;46)

Bu açıklamalar muhavecesinde tavsiye olarak deriz ki; Özellikle Hak Teâlâ’nın beraberliğinin şuurunda olarak güzel ahlâktan ayrılma.Yüce Allah’ı razı edecek her türlü edeple edeplenmeye bak. O’nu hoşnut etmeyen huylardan da vazgeç. Yani Hakk’a ve halka karşı muamele ve davranışlarında ahlâkın güzel olsun. Daima halkın rızasını değil Hakk’ın rızasını gözet. Başkasına olan davranışında Hakk’ın rızasını gözetince, bu hareketinde Cenab-ı Hakk’ı hoşnut eden amellerden sayılır. Rızay-ı ilâhî için yaptığın işlerde, başkalarının razı olup olmaması, yanında müsavi olsun. Çünkü şayet o kimse mümin ise Allah’ın razı olduğu şeyden razı olacaktır; ama Allah düşmanı ise O’nun kızıp darılmasına itibar edecekk değiliz. Rabbimiz Teâlâ ve tekaddes hazretleri; “Ancak müminler birbirleriyle (dinde) kardeştirler.” (Hucurat;10) buyuruyor. Bir başka âyet-i kerîmede ise: “Ey müminler! Benimde düşmanım, sizinde düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine,1) buyurmuştur.

Güzel ahlâk, ancak Allah’ın razı olduğu şeylerde olur. Artık halk ve Hakk’a karşı davranışlarında “ihsan” duygusu içinde daima Allah’ı gözet. Her işinde Allah’ı gözeten hem müslümanlar hem de müslüman olmayanlar faydalanır. Bu kişi kimseye zarar vermez. Çünkü mahlukat ile muamelede bulunan mümin kul üzerinde Allah-u Teâlâ’nın bir hakkı vardır. Bu mahlukat içine melekler ve cinler girdiği gibi, mümin kâfir bütün insanlar, hayvanlar hatta bitkiler ve cansız gibi görünen cemâdât dahi girer.

Kötü ahlâktan da kaçın.İyi ahlâkı kötü ahlâkı kötü kötü ahlâktan ayırt etmek ince bir meseledir. Bunu başarmanın yolu nerede nasıl davranacağını bilmeye bağlıdır. Bu ince ve değerli bir bilimdir. Bunu elde etmeye çalış. Çünkü insanların halleri değişik olduğu için herkese karşı davranış farklı farklı olur.

SOHBET MECLİSLERİNDE EDEB

Yanınızda üçüncü bir şahıs varken arkadaşına gizlice bir şey söyleme. Böyle yapmak o şahsı korkutur.

Allah-u Teâlâ’nın kullarından istediği, kalplerinin birbirine ülfet edip muhabbet duymasıdır. Yüce Allah, Efendimiz (s.a.v)’in ashabının kalplerini kendi katından bir ihsan ile ülfet ettirmiştir. Bu durum âyeti kerîmede şöyle beyan olunur: “(Ey habibim) sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı.” (Enfal;63)

Üçüncü bir şahsın bulunduğu yerde onun bilmediği bir dil ile de arkadaşınla konuşma. Böyle yapmak da gizli konuşmanın bir çeşididir.Sözünde ve işinde doğruluktan ayrılma. Her hâlükârda sıdka sarıl. Bu sayede görüş bakımından insanların en doğrusu olursun.

Daima Allah’a karşı O’nun razı olacağı bir niyet üzere bulun. Her an salih bir amel ile meşgul ol. Özellikle fesadın yaygınlaştığı durumlarda salih ameli çoğalt. Zira hiç belli olmaz, Allah-u Teâlâ iyileri ve kötüleri kuşatan bir azap gönderiverir. Herkes öldüğü hâl üzere diriltileceği için sende salih âmel işleyenler zümresi içinde haşrolunursun. Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: “Öyle bir fitneden sakının ki o fitne, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı pek şiddetlidir.” (Enfal;25)

Aksırıp ta elhamdülillah diyerek Allah’a hamdetmeyen kişiye “Yerhamükellah=Allah sana merhamet etsin” diye karşılık verme. Fakat hamdetmesi gerektiğini hatırlat. Sonra da “yerhamükellah” dersin. Esnemeye engel olamayacaksan hiç olmazsa ses çıkararak esneme. Mümkün mertebe esnememeye çalış.

Kimseye yüzüne karşı methedip de utandırma. Birisi seni yüzüne karşı överse nezaketli bir biçimde onun yüzüne toprak at. Bunu yapmanın şekli şudur: Bir avuç toprak alır ve onun önüne atarsın. Sonra da ona şöyle dersin : “Topraktan yaratılanın hali ne olabilir ki? Böyle yapmakla kendini levmetmiş aynı zamanda methediciye de kendinin ve onun kıymetini bildirmiş olursun. Anlatıldığı şekilde her meddahın yüzüne toprat at. Sela şehrinde ikâmet eden Şeyhimiz Abdülhalim el-İmadi, insanların ata binmiş şerlli birisine tazim ve hürmet gösterdiklerini gördü de onlara:Toprak üstüne binmiş bir toprak, diyerek yanlarından ayrıldı ve şu mealde bir şiir söyledi:

“Ne zamana kadar daha gevşeklik göstereceksin

Sen tembelliğinin tamamının unutkanlık olduğunu mu zannediyorsun.”

Bu zât çoğu zaman hüzünlü olurdu.

Küçük çocuğun varsa, gece karanlığı çökünce onun dışarı çıkmasına engel ol. Çünkü o vakit şeytanlar yeryüzüne dağılırlar. Dolayısıyla cinlerden bir tâife ona musallat olabilir. Hem Efendimiz (s.a.v)’in emri de böyledir.Evin hizmetçisi yemeği önüne getirip sununca, beraber yemek için onu yanaına oturt. Şayet çekinip edep gösterirse getirdiği yemekten bir lokma olsun tatmasını sağla. Seninle beraber yemediği halde sana bakan kimsenin gözü önünde yemek yeme.

Cuma günü hatip hutbede iken konuşan birisini işitirsen ona “sus” dahi deme. Zira böyle yapmak da “lağv” yani lüzumsuz söz ya da iş sayılır. Hutbe vaktinde çakıl ya da benzeri bir şeyle de oynama. Bu da “lağv” sayılır.

Oruçlu isen, iftarını, bulabilirsen hurma ile aç. Bulamaz isen tek sayıda olmak şartıyla bir kaç yudum su ile aç. İftar etmekle acele et. Sonra da akşam namazını kıl. Fakat yemek hazır ise mutlaka yemen de gerekiyorsa önce yemeğini ye.

Bir adam sana bir şey konuşurken sağına soluna bakınarak konuşuyorsa, onun sözü sana emanettir. Onu ifşa ederek ihanette bulunma.

Halk içinde iken daima kalbini murakabe et. Müminlerden biri hakkında gönlüne bir suizan düşerse, onu izale etmenin yolunu ara. Onun hakkında hayır düşün. Gönlünü değiştiren halden dolayı onu mazur görmeye çalış.

Yolda yürürken arkadaşınla aranıza bir ağaç ya da duvar girerse, tekrar bir araya gelince ona selam ver ki ona karşı önceki sevgi ve muhabbetinin devam ettiğini bilmiş olsun.

Nuri KÖROĞLU