Muhyiddin Arabi (ks) Hz. den Nasihatler – 3

GÜZEL AHLÂK SAHİBİ OLMAK

Kardeşim! Güzel ahlâk sahibi olmanı tavsiye ederim. Huyun güzel olsun. Çirkin şeylerden uzak dur. Çünkü Efendimiz (s.a.v): “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Hüsnü’l Hulk,8) buyuruyor.

Yine O Şâh-ı Resul, ahlâkı güzel oan kimse için cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine kefil olmuştur. (Ebu Davud) Güzel ahlâk demek, halk ile muamele ve muaşerette ilişki kurduğun kimselerle onların da razı olacağı bir davranış içinde olmandır. Fakat şu bir gerçektir ki, insanların muhtelif gayeleri olduğundan herkesi memnun etmek zor, hatta imkânsız gibidir. Meselâ birinin razı etsen ona düşman olan öbürünü kızdırmış olursun. Durum böyle olunca yapılacak iş, insanlarla olan muamelede insanların rızasını değil, Hakkın rızasını hedeflemektir. Zira hakkı ve rızâsı en çok gözetilmesi gereken O’dur.Hak Teâlâ Hazretleri kendi zât-ı uluhiyetini tekrimen ve tenezzülen beraberlikte kulları arsında sayıyor. Nitekim bu beraberlik, Efendimiz (s.a.v)’in duasında şöyle ifade ediliyor:

Ya Rabbi! Seferde benim yoldaşım sahibim sensin. Aile efradımı da görüp gözeten vekilim ve Mevlâm sensin.” (Müslim)

Ayet-i Kerime’de de : “Nerede olursanız olun O (Allah) sizinle beraberdir. (Hadid,4)

Bir diğer âyeti kerimede: “Hani onlar (Sevr adı verilen) mağarada bulunurlarken, (Ebu Bekir Sıddık’ın endişelenmesi üzerine) Resulallah o zaman arkadaşına: Mahzun olma Allah bizimle beraberdir” diyordu” (Tevbe,40) Bir başka yerde de Musa ve Harun aleyhisselam’a hitaben şöyle buyruluyor: “Ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.” (Taha;46)

Bu açıklamalar muhavecesinde tavsiye olarak deriz ki; Özellikle Hak Teâlâ’nın beraberliğinin şuurunda olarak güzel ahlâktan ayrılma.Yüce Allah’ı razı edecek her türlü edeple edeplenmeye bak. O’nu hoşnut etmeyen huylardan da vazgeç. Yani Hakk’a ve halka karşı muamele ve davranışlarında ahlâkın güzel olsun. Daima halkın rızasını değil Hakk’ın rızasını gözet. Başkasına olan davranışında Hakk’ın rızasını gözetince, bu hareketinde Cenab-ı Hakk’ı hoşnut eden amellerden sayılır. Rızay-ı ilâhî için yaptığın işlerde, başkalarının razı olup olmaması, yanında müsavi olsun. Çünkü şayet o kimse mümin ise Allah’ın razı olduğu şeyden razı olacaktır; ama Allah düşmanı ise O’nun kızıp darılmasına itibar edecekk değiliz. Rabbimiz Teâlâ ve tekaddes hazretleri; “Ancak müminler birbirleriyle (dinde) kardeştirler.” (Hucurat;10) buyuruyor. Bir başka âyet-i kerîmede ise: “Ey müminler! Benimde düşmanım, sizinde düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine,1) buyurmuştur.

Güzel ahlâk, ancak Allah’ın razı olduğu şeylerde olur. Artık halk ve Hakk’a karşı davranışlarında “ihsan” duygusu içinde daima Allah’ı gözet. Her işinde Allah’ı gözeten hem müslümanlar hem de müslüman olmayanlar faydalanır. Bu kişi kimseye zarar vermez. Çünkü mahlukat ile muamelede bulunan mümin kul üzerinde Allah-u Teâlâ’nın bir hakkı vardır. Bu mahlukat içine melekler ve cinler girdiği gibi, mümin kâfir bütün insanlar, hayvanlar hatta bitkiler ve cansız gibi görünen cemâdât dahi girer.

Kötü ahlâktan da kaçın.İyi ahlâkı kötü ahlâkı kötü kötü ahlâktan ayırt etmek ince bir meseledir. Bunu başarmanın yolu nerede nasıl davranacağını bilmeye bağlıdır. Bu ince ve değerli bir bilimdir. Bunu elde etmeye çalış. Çünkü insanların halleri değişik olduğu için herkese karşı davranış farklı farklı olur.

SOHBET MECLİSLERİNDE EDEB

Yanınızda üçüncü bir şahıs varken arkadaşına gizlice bir şey söyleme. Böyle yapmak o şahsı korkutur.

Allah-u Teâlâ’nın kullarından istediği, kalplerinin birbirine ülfet edip muhabbet duymasıdır. Yüce Allah, Efendimiz (s.a.v)’in ashabının kalplerini kendi katından bir ihsan ile ülfet ettirmiştir. Bu durum âyeti kerîmede şöyle beyan olunur: “(Ey habibim) sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı.” (Enfal;63)

Üçüncü bir şahsın bulunduğu yerde onun bilmediği bir dil ile de arkadaşınla konuşma. Böyle yapmak da gizli konuşmanın bir çeşididir.Sözünde ve işinde doğruluktan ayrılma. Her hâlükârda sıdka sarıl. Bu sayede görüş bakımından insanların en doğrusu olursun.

Daima Allah’a karşı O’nun razı olacağı bir niyet üzere bulun. Her an salih bir amel ile meşgul ol. Özellikle fesadın yaygınlaştığı durumlarda salih ameli çoğalt. Zira hiç belli olmaz, Allah-u Teâlâ iyileri ve kötüleri kuşatan bir azap gönderiverir. Herkes öldüğü hâl üzere diriltileceği için sende salih âmel işleyenler zümresi içinde haşrolunursun. Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: “Öyle bir fitneden sakının ki o fitne, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı pek şiddetlidir.” (Enfal;25)

Aksırıp ta elhamdülillah diyerek Allah’a hamdetmeyen kişiye “Yerhamükellah=Allah sana merhamet etsin” diye karşılık verme. Fakat hamdetmesi gerektiğini hatırlat. Sonra da “yerhamükellah” dersin. Esnemeye engel olamayacaksan hiç olmazsa ses çıkararak esneme. Mümkün mertebe esnememeye çalış.

Kimseye yüzüne karşı methedip de utandırma. Birisi seni yüzüne karşı överse nezaketli bir biçimde onun yüzüne toprak at. Bunu yapmanın şekli şudur: Bir avuç toprak alır ve onun önüne atarsın. Sonra da ona şöyle dersin : “Topraktan yaratılanın hali ne olabilir ki? Böyle yapmakla kendini levmetmiş aynı zamanda methediciye de kendinin ve onun kıymetini bildirmiş olursun. Anlatıldığı şekilde her meddahın yüzüne toprat at. Sela şehrinde ikâmet eden Şeyhimiz Abdülhalim el-İmadi, insanların ata binmiş şerlli birisine tazim ve hürmet gösterdiklerini gördü de onlara:Toprak üstüne binmiş bir toprak, diyerek yanlarından ayrıldı ve şu mealde bir şiir söyledi:

“Ne zamana kadar daha gevşeklik göstereceksin

Sen tembelliğinin tamamının unutkanlık olduğunu mu zannediyorsun.”

Bu zât çoğu zaman hüzünlü olurdu.

Küçük çocuğun varsa, gece karanlığı çökünce onun dışarı çıkmasına engel ol. Çünkü o vakit şeytanlar yeryüzüne dağılırlar. Dolayısıyla cinlerden bir tâife ona musallat olabilir. Hem Efendimiz (s.a.v)’in emri de böyledir.Evin hizmetçisi yemeği önüne getirip sununca, beraber yemek için onu yanaına oturt. Şayet çekinip edep gösterirse getirdiği yemekten bir lokma olsun tatmasını sağla. Seninle beraber yemediği halde sana bakan kimsenin gözü önünde yemek yeme.

Cuma günü hatip hutbede iken konuşan birisini işitirsen ona “sus” dahi deme. Zira böyle yapmak da “lağv” yani lüzumsuz söz ya da iş sayılır. Hutbe vaktinde çakıl ya da benzeri bir şeyle de oynama. Bu da “lağv” sayılır.

Oruçlu isen, iftarını, bulabilirsen hurma ile aç. Bulamaz isen tek sayıda olmak şartıyla bir kaç yudum su ile aç. İftar etmekle acele et. Sonra da akşam namazını kıl. Fakat yemek hazır ise mutlaka yemen de gerekiyorsa önce yemeğini ye.

Bir adam sana bir şey konuşurken sağına soluna bakınarak konuşuyorsa, onun sözü sana emanettir. Onu ifşa ederek ihanette bulunma.

Halk içinde iken daima kalbini murakabe et. Müminlerden biri hakkında gönlüne bir suizan düşerse, onu izale etmenin yolunu ara. Onun hakkında hayır düşün. Gönlünü değiştiren halden dolayı onu mazur görmeye çalış.

Yolda yürürken arkadaşınla aranıza bir ağaç ya da duvar girerse, tekrar bir araya gelince ona selam ver ki ona karşı önceki sevgi ve muhabbetinin devam ettiğini bilmiş olsun.

Nuri KÖROĞLU

Muhyiddin Arabi (ks) Hz.den Nasihatler – 2

ALLAH TEKTİR TEKİ SEVER

Ey kardeşim! Sana tavsiyem vitir namazını kılmadan uyuma. Çünkü insan uyuyunca Allah onun ruhunu bir şekilde kabzeder. Rüya gören kimse, cesedinden ayrı olarak kendisini değişik durumlarda görebildiği gibi… İşte insanın görünen o mahiyeti, cesedinden ayrı olarak Allah tarafından bilemediğimiz bir tarzda alınır. Uykudan sonra, ömrü olanın ruhu geri gönderilirken, eceli gelmiş olanın ise bu uykusu ölüm uykusu olmuş olur. Ayeti kerime’de bu durum şöyle ifade edilir: “Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki bunda iyi düşünecek bir kavmim için ibretler vardır.” (Zümeri,42) Durum böyle olunca akıllı kişi ihtiyatlı davranıp vitri kıldıktan sonra uyumalı. Vitirden sonra uyursa Allah’ın razı olacağı bir ameli yapmış olarak uyumuş olur. Hadis-i şerifte buyrulmuştur ki:

“Allah tektir (vitr) teki sever” (Buharî)

“Vitir” de kelime olarak “tek” demektir. Yani Allah ancak kendisini sever. Yaptığın bu işlerde bu tekliğe riayet edersen Allah’ın muhabbetini kendi üzerine çekmiş, yüce bir dereceyi üzerine çekmiş olursun. Öyle bir derece ki sevgide Cenab-ı Hak seni kendi menzilesine yükseltmiş oluyor. Zira vitir namazını kılmakla ilâhî muhabbete mazhar olmuş olacaksın. Yüce Allah, Resulü’nün diliyle şöyle emrediyor: “Ey Kur’an ehli! Vitir namazınızı kılınız” (Tirmizi) Kur’an ehli Allah ehlidir. Hakkın seçkin kullarıdır.

Gözlerine sürme çekince de tek sayıya riayet et. Ya bir ya da üç kere sür. Her bir göz müstakil bir uzuvdur. Yediğin ve içtiğin şeylerde bu hususu göz önünde bulundur. Su içerken nefes vermeden içeceksen yedi yudum susuzluğunu giderir. Ben bunu tecrübe ettim. Ama nefes alacaksan üç nefeste iç. Nefesini verirken bardağı ağzından uzaklaştır. Peygamberimiz (sav) böyle emretmiş ve böyle içmenin hem daha kolay hem de daha doyurucu olacağını belirtmişlerdir. Konuştuğun zaman dinleyenin iyi anlayabilmesi için sözünü üç defa tekrar et ki anlaşılmış olasın. Nitekim Efendimiz (sav) de böyle yaparlardı. Sana yaptığım bu tavsiyelerde riayet ettiğim husus, değişmeyen ilahi kanunlara (Sünnetullah’a) uymaktır. Sünnetullah ne ise ben sana onu tavsiye ediyorum. Bu tavrım, Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de şu ayette emrettiği “ittiba”nın (Hz. Peygamber’e tâbiyetin) ta kendisidir: “(Resulüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız Bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran; 31)

Burada bahsedilen ilahî muhabbet, Habibi Ekrem Efendimize uymanın karşılığıdır. Fakat ilâhî muhabbetin ezeli olanı ise bir şeyin karşılığı olmayıp sırf lütfu ilâhidir. Seni Efendimize tabi olmaya sevk eden muhabbet işte bu ezeli muhabbettir. Senin Allah’a olan muhabbetin ise bu iki ilâhi muhabbet arasında lütfedilen üçüncü bir muhabbettir. İşte böylece seninle Allah arasındaki muhabbet de tek olmuş olur. Allah-ü Teâlâ’nın sana olan sevgisi O’nun şu ayette ortaya koyduğu ilâhî şeriatına tabi olmanın bir karşılığıdır: “Andolsun ki Rasulullah da sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek (üsve-i hasene) vardır.” (Ahzab;21) Bu ayet Efendimiz (sav)’in “ismet” (günahtan korunmuşluk) sıfatına delâlet eder. Çünkü “masum” olmamış olsaydı O’nu örnek almak doğru olmazdı. Durum böyle olunca bize düşen O’nu her hal ve harekette izlemek, her sözüne kulak verip haliyle hâllenmeye çalışmaktır. Ancak O’na has olan ve o konuda taklit edilmemesi kitap ya da Sünnet’te sabit olmuş hususlarda tâbiyete yönelmemek gerekir. Mesela bir kadın kendini mehirsiz olarak Rasulullah’a nikâhlayabilir. O da O’nu nikâhlayabilirdi. Fakat diğer müminler için bu hüküm geçerli olmayıp mehirsiz nikâh sahih olmaz. Peygamberimiz (sav)’e gece namazı teheccüd farz olduğu halde biz ümmetine sünnettir. Yani Efendimiz (sav) teheccüdü farz olarak eda ettiği halde biz O’na uymuş olmak için nafile bir şekilde yerine getirmiş oluruz. Gece kalkmak ve ibadet yapmakla aynı işi yapıyor olsak da, yaptıklarımız aynı değildir. Ebu Hureyre (ra) şöyle der: “Dostum olan Habibi Ekrem (sav) Bana üç şeyi tavsiye etti. Bunlardan biri de vitri kılmadan uyumamam tavsiyesi idi. (Ebu Davud) dikkat edilirse tavsiyeyi de tek sayı (üç) olarak yapmıştır. Yine hadisi şerifte şöyle bildirilmiştir: “Muhakkak ki Allah-ü Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları hıfzederse Cennet’e girer.” (Buhari)

ABDESTİ GEREĞİ GİBİ ALMAK

Her türlü olumsuzluğa rağmen abdestini güzelce al. Farzına, sünnetine, edebine riayet ederek kemâl üzere bu vazifeyi yerine getir. Özellikle soğuk kış günlerinde bu hususta gevşeklik gösterme. Yaz günlerinde serinlemek gayesiyle değil, öyle gerektiği için güzel abdest almaya gayret et. Kış günlerinde hızlı hızlı geçiştirerek abdest alıp ta, sıcak günlerde nefsin öyle arzuladığı için kemâl üzere abdest alır görünmen, seni ibadette edebe dikkat eden biri yapmaz. Önemli olan bunu devamlı yapıp âdet haline getirmektir. Efendimiz (sav): “Hayır âdettir.” (İbni Mace) buyurmuşlardır. Yani gerçek hayırlı amel, meleke haline gelmiş güzel huylardır. Artık sıcak günde dahi, niyetin serinlemek değil, abdesti güzel almak olsun. Şayet nefsin galebe çalar da sıcak günde abdest alırken azalara bolca su kullanmanı isterse bil ki bu, nefsine sıcaklığın verdiği elem sebebiyledir. Bu durumda nefsinden bu elemi gidermeye niyet et. Böyle yaparsan kendinden bir zararı giderdiğin için ecre nail olursun. Çünkü kendi kendini öldürüp intihar eden kişiye Cenab-ı Hak Cennet’i haram kılmıştır. Kişinin kendi nefsinin hakkı, başkasının hakkından daha büyüktür. Durum böyle olunca kendi nefsinden elemi giderdiğin için ecir kazanırsın.

Kul abdestini edebine riayet ederek güzelce alırsa Allah-ü Teâlâ onun derecesini yükseltip, hatalarını giderir. Efendimiz (sav) şöyle buyurur:

“Allah-ü Teâlâ’nın kendisiyle hataları giderip, dereceleri yükselteceği şeyi size haber vereyim mi? O, abdesti tastamam almak, mescitlere adımları çoğaltmak, bir namazdan sonra diğer namazı beklemek. İşte ribât budur, işte ribât budur, işte ribat budur.” (İbni Mace) “Ribat” bir şeye sıkı sarılmak demektir.

Hataları silip süpüren şey abdesttir, dereceleri yükselten, mescitlere giderken atılan adımlardır. Namazdan sonra diğer namazı beklemek de ribattır, denilmiştir ki “sınırda nöbet beklemek” gibidir manası da vardır. Çünkü namazı vaktinde eda etmek için bekleyen kişi nefsine bu beklemeyi gerekli kılıyor ve böylece namazı namaza ekliyor demektir. Hangi şey bundan daha önemli olabilir? Çünkü bir gün beş vakit namaza bölünmüştür. Bir vakit kılınca diğerini bekliyor. Böylece bütün gün namaz duygusuyla dolu oluyor. Ertesi gün yine aynı şekilde devam ediyor. Bu sebepledir ki Efendimiz, (sav) üç defa “işte ribat budur” diye önemine dikkat çekmiştir.

Efendimiz (sav)’in amellerin hakikatine olan vukufuna ve ilmine bir bak. Dünyadaki amellerin ahirette olan karşılığını nasıl görüp de hükmünü ve derecesini haber veriyor. Abdest almayı, mescide yürümeyi ve namazı beklemeyi zikrediyor ve bunların karşılığı olarak da, hataların silineceğini, derecenin yükseleceğini ve ribat sevabı verileceğini söylüyor. İşte bu, O’nun müşahedesinin ne derecede olduğunu, mârifetinin kemâliyle her türlü hüküm ve hikmete aşina olduğunun delilidir. Bunun içindir ki Efendimiz (sav) kendisinden bahsederken:

“Bana cevâmiü’l kelim olma nimeti bahşedilmiştir.” (İbni Mace)

Yani kısa sözlerle birçok mânâyı ifade edebilme gücü vermiştir, buyurmuştur.

Nuri KÖROĞLU

MUHYİDDİN ARABİ (ks) Hz. NASİHATLER

Allah’a Yaklaştıracak Taatler

İçinde bulunduğun hal ve durum neyi gerektiriyorsa bütün gücünle seni Hak Teâlâ’ya yaklaştıracak taat (İbadet etmek. Allah’ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek) lerde bulunmaya devam et. Allah-u Teâlâ içinde bulunduğun zaman ve hal lisanıyla hangi taati işlemeni murad ediyorsa onu yapmaktan geri durma! Sen gerçekten iman etmiş ve imanın tadını tatmış isen, işlediğin her günahın peşinden bir de taat işlemeyi kendine vazife bil. Çünkü o amelin günah olduğuna imanın vardır. Masiyetin ardından işlediğin taate bir de tevbe ve istiğfar eklersen taat üstüne taat yapmış olursun. Böylece de taatler günahlara galip gelmiş olur.

Allah’a yaklaştıran taatlerin en yücesi ve en değerlisi imandır. Çünkü iman, bütün taatlerin üzerine bina edildiği bir temeldir. Allah-u Teâlâ’nın kendi Zât-ı uluhiyeti hakkında şu sahih haberde verdiği hükme iman etmek gerekir:

“Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım, o bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım o bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim.” (Bûharî, Tevhid, 15)

Cenâb-ı Hakk’ın kulun ameline ziyadesiyle karşılık vermesinin sebebi şudur:

Kulun yaptığı her işte Allah’a yakınlaşma niyetini koruması, gerekmektedir. Zira kul yaptığı her işi şeriat terazisiyle ölçüp onun haricine çıkmamakla emrolunmuştur. Kulun yaptığı işlerden acele etmesinden murad, amellerini şeriat terazisiyle ölçmede acele etmesidir, yoksa amelin bizzat kendisini yerine getirme sürati değildir. Zira şer’i mizan (ölçü) muamelatın sıhhati için zaruridir. Allah’ın kula yakınlaşması ise bir mizana muhtaç değildir. Hakk’ın katındaki geçerli ölçü, senin Hakk’a yakınlık niyetiyle işlediğin amelini kendisiyle ölçtüğün şeriat ölçüsüdür.

Amellerine mizan gerekmeyen Allah (c.c)’ın sana yakın olması, elbette senin O’na yakınlığından daha kuvvetli ve fazladır. Hak Teâlâ Hazretlerinin yakınlığını belirtirken kendi zatını senin O’na yaklaşma ölçülerinin katlarıyla vasfetmesinin sebebi ise senin hakikatinin O’nun suretinde yaratılmış olması ve sana lütfedilen; “Hakk’ın halifesi olma nimetinin, öncelikle kendi zatın üzerine terettüp etmesidir. Çünkü sen kendi beden mülkünde O’nun halifesisin. Yönetime tevdi edilen varlıklar ise, azaların zahirî ve bâtını kuvvetlerindir. Artık açıkça ortaya çıkmıştır ki, O’nun sana olan yakınlığını ve daha fazlasını ifade eder. Bu fazlalık hadiste “arşın” ve “koşma” gibi uzunluk ölçüleriyle ifade edilmiştir. Çünkü bir arşın iki karış; bir kulaç iki arşın uzunluğunda olduğu gibi normal bir koşma da yürümenin iki katıdır. Birinci olarak senin O’na yaklaşmanda yaklaşan O’dur, O’nun sana yaklaşmasında yaklaşan yine O’dur. Yani yaklaşanda (Evvel) yaklaşılan da (Âhir) O’dur. Bu kula özgü hususî bir yakınlıktır. Fakat eşyanın tümüne olan ilahî yakınlığa gelince bu farklı bir yakınlıktır ve işte şu ayet, bu yakınlığı ifade eder;

“Biz o (insan)a şah damarından daha yakınız.” (Kaf; 16)

Biz burada umumî yakınlığı değil kulun yaklaşma çabasına Cenab-ı Hakk’ın ne şekilde bir yakınlıkla karşılık verdiğini izaha çalıştık. Şurası da iyice bilinmelidir ki; kul Allah’a ve O’nun katından gelenlere iman etmedikçe ve O’nun tarafından ilahi bir lütfa eriştirilmedikçe Allah’a yaklaşması mümkün değildir.

Münakaşadan Kaçınmak

Kardeşim dini hususlarda cedel ve münakaşadan sakın. Çünkü cedelde kişi ya hakkı savunur veya hak olan bir şeyi iptal için çalışır. Münazara toplantılarında günümüzün fakihlerinin yaptıkları budur. Bunu yaparken de niyetleri bir nevi zihin jimnastiği yapıp, düşünceleri düzene sokmaktır. Yani doğru düşünce şekline ulaşmak. Bu durumda münazaracı inanmadığı bir görüşü iltizam edip (taraftarlık etmek), arkadaşının hak olan fikrine karşı çıkar. O fikrin hak olduğuna kendisi de inanır. Bu durumda nefsi onu şöyle diyerek hile ile aldatır: “Biz bunu ancak birbirimizin düşünce şeklini düzene sokmak için yapıyoruz yoksa bâtılın doğruluğunu ispat için yapmıyoruz. Bilmez ki Yüce Allah (cc) her konuşanın yanındadır. Hem avamdan olan kimseler onların konuşmalarını dinleyip bâtılın galip geldiğini görür ve bunun savunucusunu da fakih bir kimse olarak tanır da burada duyduğu ile amel ederse, bu durum bâtılı savunan kimse için günah olmaz mı? Elbette olur. İşte bu sebepledir ki Efendimiz (sav);

“Haklı da olsa münakaşayı terk edene Cennet’in köşesinde bir köşk verilmesine ben kefilim. Yine şaka da olsa yalanı terk edene Cennet’in ortasında bir köşk verilmesine kefilim” buyurmuşlardır. (Ebû Davûd, Edeb,8)

Bâtıl bir şeyi savunmak da bir nevi yalan konuşmaktır. Peygamber Efendimiz (sav)’de latife yapardı; fakat doğruyu konuşurdu.

Allah’ı zikretmeye Hassasiyet Gösterin

Taharatte de suyu fazla israf etme. Abdest azalarını üçer defa yıka. Kur’an’ı düşünerek oku. O, zikirlerin en yükseğidir. Bir sureye başlayınca, bitirinceye kadar konuşma. İbadetlere neşeli olarak başla. Eğer ağırlık gelirse, onu bırak başka ibadete geç. Amma, farzlar böyle değil. Onların vakti geldi mi ister neşeli, isterse neşesiz ol, farzlar derhal işlenir. Birisi, sen ibadet ederken, o ibadeti güzelce ifa ederken o da öğrensin diye niyet et. Riyadan kurtulursun. İhlâsına dikkat et. Halk içinde güzel namaz kılıp da tenhada felfes kılan, Allah’a hakaret etmiştir. Elinden geldiği kadar gayret et, güzelce ibadetlerine devam et. Sakın Allah beni şaki yazdıysa şakiyim, said yazdıysa saidim deme. Hayırlı ibadetler ve hayırlı işler yapıyorsan, said olduğuna Allah tarafından bir müjdedir. Allah güzel ameller işleyenlerin ecrini zayi etmez.

“Allah, ” İsmi şerifine devam et. Allah lâfzı şerifinin faydası hiçbir zikirde yoktur. Başından elifi kaldırırsan (Lillâhu لله ) kalır. Yine Esmâ-ül Hüsna’dandır. Birinci lâm’ı kaldırırsan (Lehû له ) olur. O da Esmâ-ül Hüsna’dandır ikinci Lâm’ı da kaldırırsan (Hû هو) kalır ki, o da Esmâ-ül Hüsna’dandır. Başka kelimelerde bu yoktur. Din de güzel şeylerle iftihar edilir.

Nuri KÖROĞLU