MUHYİDDİN ARABİ (ks) Hz. NASİHATLER

Allah’a Yaklaştıracak Taatler

İçinde bulunduğun hal ve durum neyi gerektiriyorsa bütün gücünle seni Hak Teâlâ’ya yaklaştıracak taat (İbadet etmek. Allah’ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek) lerde bulunmaya devam et. Allah-u Teâlâ içinde bulunduğun zaman ve hal lisanıyla hangi taati işlemeni murad ediyorsa onu yapmaktan geri durma! Sen gerçekten iman etmiş ve imanın tadını tatmış isen, işlediğin her günahın peşinden bir de taat işlemeyi kendine vazife bil. Çünkü o amelin günah olduğuna imanın vardır. Masiyetin ardından işlediğin taate bir de tevbe ve istiğfar eklersen taat üstüne taat yapmış olursun. Böylece de taatler günahlara galip gelmiş olur.

Allah’a yaklaştıran taatlerin en yücesi ve en değerlisi imandır. Çünkü iman, bütün taatlerin üzerine bina edildiği bir temeldir. Allah-u Teâlâ’nın kendi Zât-ı uluhiyeti hakkında şu sahih haberde verdiği hükme iman etmek gerekir:

“Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım, o bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım o bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim.” (Bûharî, Tevhid, 15)

Cenâb-ı Hakk’ın kulun ameline ziyadesiyle karşılık vermesinin sebebi şudur:

Kulun yaptığı her işte Allah’a yakınlaşma niyetini koruması, gerekmektedir. Zira kul yaptığı her işi şeriat terazisiyle ölçüp onun haricine çıkmamakla emrolunmuştur. Kulun yaptığı işlerden acele etmesinden murad, amellerini şeriat terazisiyle ölçmede acele etmesidir, yoksa amelin bizzat kendisini yerine getirme sürati değildir. Zira şer’i mizan (ölçü) muamelatın sıhhati için zaruridir. Allah’ın kula yakınlaşması ise bir mizana muhtaç değildir. Hakk’ın katındaki geçerli ölçü, senin Hakk’a yakınlık niyetiyle işlediğin amelini kendisiyle ölçtüğün şeriat ölçüsüdür.

Amellerine mizan gerekmeyen Allah (c.c)’ın sana yakın olması, elbette senin O’na yakınlığından daha kuvvetli ve fazladır. Hak Teâlâ Hazretlerinin yakınlığını belirtirken kendi zatını senin O’na yaklaşma ölçülerinin katlarıyla vasfetmesinin sebebi ise senin hakikatinin O’nun suretinde yaratılmış olması ve sana lütfedilen; “Hakk’ın halifesi olma nimetinin, öncelikle kendi zatın üzerine terettüp etmesidir. Çünkü sen kendi beden mülkünde O’nun halifesisin. Yönetime tevdi edilen varlıklar ise, azaların zahirî ve bâtını kuvvetlerindir. Artık açıkça ortaya çıkmıştır ki, O’nun sana olan yakınlığını ve daha fazlasını ifade eder. Bu fazlalık hadiste “arşın” ve “koşma” gibi uzunluk ölçüleriyle ifade edilmiştir. Çünkü bir arşın iki karış; bir kulaç iki arşın uzunluğunda olduğu gibi normal bir koşma da yürümenin iki katıdır. Birinci olarak senin O’na yaklaşmanda yaklaşan O’dur, O’nun sana yaklaşmasında yaklaşan yine O’dur. Yani yaklaşanda (Evvel) yaklaşılan da (Âhir) O’dur. Bu kula özgü hususî bir yakınlıktır. Fakat eşyanın tümüne olan ilahî yakınlığa gelince bu farklı bir yakınlıktır ve işte şu ayet, bu yakınlığı ifade eder;

“Biz o (insan)a şah damarından daha yakınız.” (Kaf; 16)

Biz burada umumî yakınlığı değil kulun yaklaşma çabasına Cenab-ı Hakk’ın ne şekilde bir yakınlıkla karşılık verdiğini izaha çalıştık. Şurası da iyice bilinmelidir ki; kul Allah’a ve O’nun katından gelenlere iman etmedikçe ve O’nun tarafından ilahi bir lütfa eriştirilmedikçe Allah’a yaklaşması mümkün değildir.

Münakaşadan Kaçınmak

Kardeşim dini hususlarda cedel ve münakaşadan sakın. Çünkü cedelde kişi ya hakkı savunur veya hak olan bir şeyi iptal için çalışır. Münazara toplantılarında günümüzün fakihlerinin yaptıkları budur. Bunu yaparken de niyetleri bir nevi zihin jimnastiği yapıp, düşünceleri düzene sokmaktır. Yani doğru düşünce şekline ulaşmak. Bu durumda münazaracı inanmadığı bir görüşü iltizam edip (taraftarlık etmek), arkadaşının hak olan fikrine karşı çıkar. O fikrin hak olduğuna kendisi de inanır. Bu durumda nefsi onu şöyle diyerek hile ile aldatır: “Biz bunu ancak birbirimizin düşünce şeklini düzene sokmak için yapıyoruz yoksa bâtılın doğruluğunu ispat için yapmıyoruz. Bilmez ki Yüce Allah (cc) her konuşanın yanındadır. Hem avamdan olan kimseler onların konuşmalarını dinleyip bâtılın galip geldiğini görür ve bunun savunucusunu da fakih bir kimse olarak tanır da burada duyduğu ile amel ederse, bu durum bâtılı savunan kimse için günah olmaz mı? Elbette olur. İşte bu sebepledir ki Efendimiz (sav);

“Haklı da olsa münakaşayı terk edene Cennet’in köşesinde bir köşk verilmesine ben kefilim. Yine şaka da olsa yalanı terk edene Cennet’in ortasında bir köşk verilmesine kefilim” buyurmuşlardır. (Ebû Davûd, Edeb,8)

Bâtıl bir şeyi savunmak da bir nevi yalan konuşmaktır. Peygamber Efendimiz (sav)’de latife yapardı; fakat doğruyu konuşurdu.

Allah’ı zikretmeye Hassasiyet Gösterin

Taharatte de suyu fazla israf etme. Abdest azalarını üçer defa yıka. Kur’an’ı düşünerek oku. O, zikirlerin en yükseğidir. Bir sureye başlayınca, bitirinceye kadar konuşma. İbadetlere neşeli olarak başla. Eğer ağırlık gelirse, onu bırak başka ibadete geç. Amma, farzlar böyle değil. Onların vakti geldi mi ister neşeli, isterse neşesiz ol, farzlar derhal işlenir. Birisi, sen ibadet ederken, o ibadeti güzelce ifa ederken o da öğrensin diye niyet et. Riyadan kurtulursun. İhlâsına dikkat et. Halk içinde güzel namaz kılıp da tenhada felfes kılan, Allah’a hakaret etmiştir. Elinden geldiği kadar gayret et, güzelce ibadetlerine devam et. Sakın Allah beni şaki yazdıysa şakiyim, said yazdıysa saidim deme. Hayırlı ibadetler ve hayırlı işler yapıyorsan, said olduğuna Allah tarafından bir müjdedir. Allah güzel ameller işleyenlerin ecrini zayi etmez.

“Allah, ” İsmi şerifine devam et. Allah lâfzı şerifinin faydası hiçbir zikirde yoktur. Başından elifi kaldırırsan (Lillâhu لله ) kalır. Yine Esmâ-ül Hüsna’dandır. Birinci lâm’ı kaldırırsan (Lehû له ) olur. O da Esmâ-ül Hüsna’dandır ikinci Lâm’ı da kaldırırsan (Hû هو) kalır ki, o da Esmâ-ül Hüsna’dandır. Başka kelimelerde bu yoktur. Din de güzel şeylerle iftihar edilir.

Nuri KÖROĞLU

Nefsin hastalıkları : AŞIRILIK (İFRAT VE TEFRİT)

“Aşırı giden helak olur.” (Müslim)

İslamiyet, aşırılıklardan uzak vasat (orta) bir dindir. Allah-ü Teâlâ ayeti kerimede: “Sizi vasat bir ümmet kıldık.” (Bakara 143) buyurmaktadır.  İfrat ve tefritin ikisi de kötüdür. Hak, ortadadır. İfrat ve tefriti anlatan Türkçe bir kelime yoktur. Aşırılık denebilir. Tefrit de ifratın zıddıdır. İfrat normalden fazla, tefrit de normalden az demektir. Biri, diğerinin zıttıdır. Mesela, çok uyumak ifrat, çok az uyumak tefrittir. Her işin uygun olanı, aşırılıklardan uzak, vasat [orta] olanıdır. İfrat işi yapana müfrit denir. İleri giden, haddini aşan demektir.

Dünya ile ahiretini birlikte yürütebilen kişi, orta yolda gidenlerdendir. Dünya işlerinde de, orta yol üzere bulunmak, kişinin izzet ve şerefini arttırır. Her işte ifrat ve tefritten yani aşırılıklardan uzak olmak ve vasat yani orta yolu tutmak gerekir. Dinimiz, aşırılıklardan uzak, orta yolda olmayı emretmektedir. Rasulullah (sav) Efendimiz hadisi şeriflerde şöyle buyurmuştur;

“İfrat ve tefritten uzak durun”  (Buharî)

“İşlerin en iyisi vasat olanıdır” (Deylemî, Beyhekî)

“Din kolaylıktır. Vasattan ayrılıp aşırı gideni din mağlup eder.” (Nesâî)

İfrat, tefrit ve vasata birkaç örnek verelim:

1- Cimrilik tefrit, israf ise ifrattır. Cömertlik ise vasattır. Bir ayeti kerimede:

“Harcarken, israf ve cimrilik etmezler; ikisi arasında bir yol tutarlar.” (Furkan; 67) buyrulmaktadır.

2- Tembellik tefrittir, acele ise ifrattır. Tembellik, şimdi yapılması gereken bir işi geciktirmek, daha sonraya bırakmak demektir. Bir hadis-i şerifte; “Yarın yaparım diyenler, helak oldu.” (Berika)

Acele edip düşünmeden o işi yapmak ise, ifrattır. Acele edende gevşeklik ve bezginlik hâsıl olur. Hayırlı bir işin olması için, acele eden, gecikince, bezginliğe, ümitsizliğe düşer. Dua eder, hemen duasının kabul olmasını ister. Duası gecikince, duayı bırakır, isteğinden mahrum kalır. Acele edenin ihlâsı, takvası bozulabilir. Şüpheli şeylere, hatta haramlara dalabilir. Bazı şeylerin istisnası olduğu gibi, acele etmenin de istisnası vardır. Bazı yerlerde acele etmek sünnettir.

3- İnsan bir şeye kızabilir. Bunun da, ifratı ve tefriti vardır. Öfkenin aşırı olmasına, saldırganlık denir. Saldırgan kimse, hiddetli olur, kendine ve başkasına zarar verir, bu hâl, küfre götürebilir. Hadis-i şerifte, “Aşırı öfke, imanı bozar” buyruldu. (Beyheki)

Öfkenin normal olanına şecaat (kahramanlık, yiğitlik), lüzumundan az olmasına da korkaklık denir. Şecaat orta yoldur. Şecaat halindeki öfke, iyidir. İmam-ı Şafii Hazretleri, (Şecaat gereken yerde, korkan kimse, eşeğe benzer) buyurdu. İki ayeti kerimede; “Kâfirlere ve münafıklara sert davran.” (Tevbe; 73) “[Eshab-ı kiram] kâfirlere karşı çetindir.” (Fetih; 29) buyrulmaktadır.

Düşmanlara karşı korkaklık, caiz değildir. Korkarak kaçmak, Allah-ü Teâlâ’nın takdirini değiştirmez. Korkak kimse, karısına, kızına karşı gayretsizlik ve hamiyetsizlik gösterir, onları koruyamaz. Zillete ve zulme boyun eğer, hainlik yapanı görünce susar.

4- Çok yemek ifrattır, gerekenden az yemek tefrittir. İhtiyaç kadar yemek vasattır. Bir hadis-i şerifte: “Çok yiyip içmek hastalıkların başıdır.” (Dare Kutni) buyrulmuştur.

Dayanamayan kimsenin, açlık çekmesi de caiz değildir. Açlık çekmenin tahrimen mekruh olması, buna dayanamayanlar, bedenine ve aklına zarar verecek olanlar içindir. Çünkü kendini tehlikeye düşürmek haramdır. Açlığın da, tokluğun da zararı bulunduğu için, yiyip içmekte aşırılıktan kaçmak, orta yolu tutmak gerekir. İmam-ı Rabbani Hazretleri buyuruyor ki: “İnsanlar, riyazet çekmek deyince, açlık çekmeyi ve nafile oruç tutmayı anladılar. Hâlbuki dinimizin emrettiği kadar yemek için dikkat etmek, binlerce sene nafile oruç tutmaktan daha güç ve daha faydalıdır. Bir kimsenin önüne lezzetli, tatlı yemekler konsa, iştahı olduğu halde ve hepsini yemek istediği halde, dinimizin emrettiği kadar yiyip, fazlasını bırakması, şiddetli bir riyazettir ve diğer riyazetlerden çok üstündür.”

5- Havf, Allah (cc)’tan korkmak, reca da Allah (cc)’ın rahmetini ümit etmek demektir. Allah (cc)’ın rahmetinden ümit kesmek veya Allah (cc)’tan korkmayıp, kendini garanti Cennetlik bilmek ifrattır. Rasulullah (sav) Efendimiz: “Her istediğini yapıp, rahmete kavuşacağını ümit eden ahmaktır.” (Tirmizi)

Bir ayeti kerimede Rabbimiz: “Rabbinin rahmetinden ancak sapıklar ümit keser.” buyurmuştur. (Hicr; 56)

Vasat yol ise ikisi arasında olmaktır. Bir hadis-i şerifte;

“Havf ve reca [korku ile ümit] arasında bulunan mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur.” (Tirmizi) buyrulur.

6- Kibirlenmek ifrat, aşırı tevazu (temelluk) da tefrittir. Tevazu ise vasattır. Kendinden aşağı olanlara karşı tevazu göstermek iyi ise de, bunun ifrata kaçmaması, yani aşırı olmaması gerekir. Aşırı olan tevazua, temellük denir. Temellük, ancak üstada ve âlime karşı caizdir. Başkalarına karşı caiz değildir. Bir hadis-i şerifte: “Temellük, Müslüman ahlâkından değildir.” (İ. Maverdi) buyruldu.

7- Hazreti İsa’yı aşırı sevmek ifrat, sevmemek tefrittir. Hazreti İsa’ya Allah ve Allah’ın oğlu diyen Hıristiyanlar ifrattadır, onu sevmeyen, anasına iftira eden yahudiler ise, tefrittedir. Dinimizin bildirdiği gibi, İsa Aleyhisselamı, Allah (cc)’ın kulu ve peygamberi bilmek ise, vasat yolda olmaktır.

8- Hazreti Ali’ye de aynı aşırılığı gösterenler vardır. Hazreti Ali’yi sevmeyen hariciler (Yezidiler) tefrit ehlidir. Hazreti Ali’ye peygamber veya ilah diyen ibni sebeciler, ifrat ehlidir. Ehl-i Sünnet ise, Hazreti Ali’yi kendisinin ve Rasulullah Efendimiz (sav)in bildirdiği gibi sever, bu ise vasat yoldur. Hazreti Ali anlatır:

Rasulullah Bana buyurdu ki: “Ya Ali, Sen İsa gibisin! Yahudiler, O’na düşman oldular. Mübarek annesi Meryem’e iftira ettiler. Hıristiyanlar da, O’nu aşırı yükselttiler. O’na yakışan dereceden daha yukarı çıkardılar.” (İ. Ahmed)  Hazreti Ali bu hadisi şerifi haber verdikten sonra, “Benim yüzümden iki aşırı grup insan helak olur. Birisi, Beni aşırı severek, Bende olmayan şeyleri Bana takarlar. Ötekiler de Bana düşman olup, birçok iftira yaparlar” buyurdu. Bu hadisi şerifte, hariciler, yahudilere; ibni sebeciler de, hıristiyanlara benzetilmiştir.

9- Bir kimseyi aşırı sevip, bütün sırlarını ona vermek ifrattır. Arkadaşına sevgisini belirtmemek, her şeyini ondan gizlemek de tefrittir. Düşmanlıkta da, aşırı gitmek ifrattır. Dostlukta da ve düşmanlıkta da, aşırı gidilmemelidir. Peygamber Efendimiz (sav) buyurdu ki: “Bir kimseyi günün birinde, aranızın açılabileceğini hesaba katarak sev. Buğzettiğine de günün birinde dost olabileceğini düşünerek buğzet.” (Tirmizi)

10- Kaderi inkâr etmek tefrit suçu kadere yüklemek de ifrattır. Mutezile, “İnsan kendi kaderini kendi çizer” diyerek, Allah (cc)’ın takdirini inkâr eder. Cebriye de, “İnsan kaderine mahkûmdur. Allah her işi zorla yaptırır” diyerek suçu kadere yükler. Vasat olanı ise Ehl-i Sünnet itikadıdır.

İmam-ı A’zam, üstadı İmam Cafer-i Sadık’a, “Allah-ü Teâlâ, insanların istekli işlerini, onların arzularına bırakmış mı?” diye sordu. O da, “Allah-ü Teâlâ, yaratmak ve her istediğini yapmak büyüklüğünü kullara bırakmaktan münezzehtir. Ancak cebir de yoktur. Yaratmayı kullara bırakmak da yoktur. İkisi arası olagelmektedir” buyurdu. Yani, hayır ve şer, Allah-ü Teâlâ’nın yaratması iledir. Sevap ve günah işlemek, kulların ameline, yani insanın iradeyi cüzziyesine bağlı kılınmıştır ki buna kesb denir. Kesb, yani bir şeyi yapmayı istemek kuldan, yaratmak Allah (cc)’tandır. Allah-ü Teâlâ, insanlara zorla günah işletmediği gibi, bunu tamamen onların arzusuna da bırakmaz. Bu işler, ikisi arası olagelir.

11- İbadet yapmakta da, ifrat ve tefrit olur. İbadet etmemek veya az ibadet etmek, tefrittir. Gece gündüz, gücünün yetmediği şekilde ibadet etmeye çalışmak, mesela geceleri hiç uyumadan namaz kılmak, gündüzleri hep oruç tutmak, hanımından uzak kalmak, et, süt, tatlı gibi şeyleri hiç yememek, tefrit olur. Nitekim bir hadis-i şerifte:

“Dinimizde ruhbanlık yoktur. Et yiyin, hanımlarınızla mübaşeret edin! [Nafile] oruç da tutun! Tutmadığınız günler de olsun! [Nafile] namaz da kılın! Uyuyun da. Ben bunlarla emrolundum.” (Taberani) buyrulmuştur.

Nuri KÖROĞLU

Kelime-i Tevhidin Fazileti, Zikir Hakkında Fetvalar

Cabir (ra) demiştir ki;

Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Zikrin en faziletlisi ‘La ilahe illallah’ (demek) tir. Duaların en faziletlisi ise ‘Elhamdülillah’ (demek) tir.” (Nesai ve İbn-i Hıbban)

Ebû Said El Hudri (ra) Hz.leri demiştir ki; Rasulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurdular:

Musa (as) (Cenabı Hakka) dedi ki;

─Ya Rab! Bana kendisiyle seni zikredeceğim ve sana dua edeceğim bir şey öğret.

Hak Teâlâ buyurdu ki; “La İlahe İllallah” de.

Hz. Musa (as):

─ Ben, ancak bana mahsus olan bir şey istiyorum dedi.

Cenabı Hak şöyle buyurdu:

“Ey Musa, eğer yedi kat gökler ve yedi kat yerler terazinin bir kefesine ’La İlahe İllallah’ sözü diğer kefesine konsaydı, ‘La İlahe İllallah’ sözü ağır basardı.” (Tergib – Nesai)

Abdullah Bin Amr (ra) der ki;

Rasulullah (sav) şöyle buyurdu;

“Tesbih (sübhanallah) mizanın yarısını, Elhamdülillah ise tamamını doldurur. ‘La İlahe İllallah’ (sözüne gelince) onun sevabı hiçbir maniye takılmadan doğruca Allah’a gider.” (Tirmizi)

Ebu Hureyre (ra)’den rivayet olunmuştur.

Hz. Peygamber (as) şöyle buyurdular: “Bir kul ihlâsla ‘La İlahe İllallah’ deyince derhal semaların kapıları açılır ve işlediği büyük günahlar yok olup (La İlahe İllallah) sözü arşa çıkar.” (Tirmizi).

ZİKİR HAKKINDA FETVALAR

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim de:

“Eğer bilmiyorsanız Zikir (Kur’an) ehli (alimlere) sorun” (Nahl/44)

Yine, Bir Ayette;

“Eğer (şüphede kaldıkları meseleleri) Resule (sav) veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi. Onların arasında işin iç yüzünü anlayanlar, onun (o meselenin) ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve rahmeti olmasaydı pek azınız müstesna şeytana uyup giderdiniz.” (Nisa /83) buyurarak

Meselelerimizi Kur’an ehli âlimlere götürüp, onlardan aldığımız cevapla amel etmemiz isteniyor.

Öyleyse âlimlerimizin zikir hakkındaki fetvalarından birkaç nakil yapalım da konu iyice aydınlansın.

Meşhur Şeyhülislam ve büyük âlim Hanefi müctehidlerinden Ebussuud Efendiye soruldu ki;

“Bir adam yüksek sesle, oturarak yahut ayakta zikrullah yapsa caiz olur mu?

El cevap: Edep ve zikre hürmet ederek olursa caizdir. (Ebussud Ef. Fetvaları)

Yine soruldu ki;

Halka olup bel ve başlarını sağa sola hareket ettirerek cehri (yüksek sesle) zikrullah eden kimselere şer‘an ne lazım gelir?

El cevap: Bellerini değil de sadece başlarını hareket ettirmekte yetinselerdi daha hoş idi. Zikri şerifin edebine daha uygun idi. Amma beli hareket ettirmekte dahi hiçbir zarar yoktur. Ayaklar yerden kalkmadıkça.” (Fetva S,83)

Meşhur fetva kitabı Fetavayı Hindiyye de şöyle deniliyor:

“Büyük bir cemaat yapıp, sesleri yükselterek, hep birlikte tesbih (Sübhanallah demek) Tehlil (La ilahe illallah demek), salâvat ve sair zikirleri söylemekte bir beis (zarar) yoktur. Ancak (Mahzurlu bir durum varsa) sessiz söylemek daha iyidir.” (Fetavayı Hindiyye C.5 Sh.315 Arapça)

Meşhur ve son devir Hanefi müctehidlerinden İmam Tahtavi Dürr‘ül Muhtar haşiyesinde mekruhlar faslında diyor ki:

“Mescitte halka olup yüksek sesle zikretmekten (dervişleri) kimse menedemez. Zira mescitlerde zikrullahı men edenler Cenab-ı Hakk’ın:

“Kim Allah’ın mescitlerinde Allah’ın isminin zikredilmesinden mâni olanlardan daha zalim olabilir” (Bakara /114) ayeti kerimesindeki hükme dâhildirler. İşte bu en zalimler arasına katılmamak korkusundan kimse mescitlerde zikri yasaklayamaz.” (Nimet-i İslam)

İmam Birgivi Hazretleri Tarikat-ı Muhammediye isimli kitabında şöyle buyuruyor:

“Edepsizlik yapmadan Allah’ı oturarak veya ayakta zikretmekten hiçbir beis yoktur. Tevhidin (La ilahe illallah) manasını kuvvetlendirmek kastıyla başı sağa sola oynatmaktaysa, zannı galiple caizlik hatta kesinlikle müstehaplık vardır.” (Arapça İst. Hacı Hüseyin Ef. Mat. Sh.185)

Bir kişi zikir yaparken sesini yükseltince, oradan birisi dedi ki:

─ Keşke sesini tutsaydı daha iyi olurdu”.

O zaman Hz. Peygamber (sav):

“Bırak onu! Zira o (yüksek sesli zikir yapan) Allah için çok ah eden bir kimsedir.”

Bu hadisin benzeri, İbn-i Diri ve Zülbecadeyn (ra) Hazretlerinin hadisleridir ki bunları Beyhaki rivayet etmiştir.

İmam Suyuti (ra) Neticetül Fiker isimli kitabında şöyle diyor:

“Allah’a hamd seçilmiş kullarına selam olsun. Allah sana ikram etsin. Sofilerin adet ettikleri üzere mescitlerde zikir halkaları kurmaları ve yüksek sesle zikir yapmaları mekruh mu, değil mi?” diye soruldu.

Cevap; Bunda mekruh olmayı gerektirecek bir şey yoktur. Zikrin yüksek sesli olmasının güzel bir şey olduğunu ifade eden çok hadisi şerifler varid olmuştur. Çok hadiste zikri gizli yapmanın güzel olduğu anlatılmıştı. Bu iki hadislerin bir araya getirilmesi şöyle olur:

Zikrin gizli veya açık olması; hallerin ve şahısların durumuna göre değişir. (Fetavayı Ömeriye S. 43,44)

Araştırmacı Yazar Nuri KÖROĞLU