Sultanımdan Gönüllere : DERVİŞ NASIL OLMALI

Üstadımız Nevşehirli Hacı Abdullah Gürbüz Hz.leri bir sohbetinde şöyle buyurdu;

Şimdi ise derviş nasıl olmalı ondan bahsedelim, inşâallah…

Derviş iseniz abdestli, abdestsiz, hayızlı, nifaslı, her halinizde Allah’ı (cc) zikredin. Ayet-i kerimede Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri;

“O gerçek akıl sahipleri, ayakta, otururken ve yanları üzere yatarken (yani bütün hal ve zamanlarında) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler.” (Âl-i İmran, 191)

“Onlar inanmışlar, kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. (Rad/28) buyurmaktadır.

Her yerde ibadetinizi taatinizi yapın, kaza namazlarınızı kılın, tesbihatınızı iyi yapın. Tesbihatı yaparken de namazı kılarken de “Allah (cc) beni görüyor, işitiyor, biliyor, her halime vakıftır, her halimden haberdardır.” diyerek, kendinizi hiç olaraktan düşünüp, ibadetinizi yapın.

Evliyanın birine soruyorlar;

“Sen nasıl namaz kılıyorsun?” Şöyle cevap veriyor;

“Ben Allah-ü Teâlâ Hazretlerini göremiyorum ama O, Beni görüyor, derim. Beytullah’ı karşıma alırım. İbrahim Halilullah’ın makamını iki kaşımın ortasına getiririm, ayaklarım sırat köprüsünde olur, sağ tarafım cennet, sol tarafım cehennem, acep ola hangi tarafa düşeceğim diye korkarım. Ensemde de Azrail’in (as) nefesini hissederim. Şimdi ruhumu alıverirse, diye haşyet-i İlahiye’den korkarak, Allah’ı (cc) severek, ibadet ve taat yaparım.”

Sizler de zikir yaparken, rabıta yaparken, Allah (cc) bizi gören, işiten, bilendir; diyerek, Muhammed-ül Mustafa’ya salâvat-ı şerife getirirken, O’nun yanındaymışsınız gibi edeplice salâvatı şerife getireceksiniz, tesbihatı yapacaksınız, makamlara bağışladıktan sonra istediğinizi yaparsınız.

Tesbihatı parça parça da yapabilirsiniz, yolda yürürken Besmele-i Şerife’yi, öğle namazını kıldıktan sonra Estağfirullah el-aziym, çekersiniz. İkindi vakti meşguliyet olur, çünkü çocukların bakımı, evde yemek yapılması gerekir. Erkeklerin de işi çok olur. Akşam namazında da yapamazsanız, yatsı namazından sonra salâvatı şerifeyi, kelime-i tevhidi çekersiniz. Parça parça da olur ama en efdali yatarken yahut seher vaktinde yapılanıdır.

“Seher yeli erken eser, çok uyuma gaflet basar,

Seni ibadetten keser, uyan ağla seherlerde”

Seherlerde kapılar açılır, Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri seherlerde; “Ey Kulum! Hacetiniz varsa gelin! Derdiniz varsa gelin! Derman isterseniz gelin! Borcunuz varsa gelin! Benden hacetinizi isteyin, elinizi kaldırın, gözyaşı dökün…” buyurur.

Bütün evliyaullaha makamlar seher vakti verilir. Keşifler kerametler seher vaktinde olur.

Ne keşif ne keramet ne cennet ne cehennem, sırf Allah (cc) rızası için ibadet. Cennet de onun cehennem de. İsterse bizi cehennemine atar, isterse cennetine atar. Bizim yapacağımız kulluk vazifesi, biz O’nu seveceğiz. O’nu sevebilmek için say-ü gayret edeceğiz, nefsimize fırsat vermeyeceğiz.

Şimdi size vereceğim misal anlatmak istediklerimi özetleyecektir inşâallah:

Bahaddin Nakşibendî (ks) Hazretleri Mürşid-i kamil şeyhine hasret duyduğu zamanların birinde çok uzun ve meşakkatli yolları aşarak şeyhinin dergâhına gelir. Uzun zaman yalınayak yürüdüğü için ayaklarına dikenler batmıştır. Şeyhine duyduğu hasretle, gözleri yaşlarla dolu bir şekilde içeri girer. Bakar ki Emir Külal Hazretleri sohbet ediyor. Hemen kenara oturur. Emir Külal Hazretleri Bahaddin’i görür. Bildiği halde:

– Şu son gelen kimdir, diye sorar. Diğer dervişler:

– Bahaddin, deyince, Emir Külal Hazretleri:

– Atın onu dergâhtan dışarı, der.

Bahadddin Hazretlerini dergâhtan dışarı atarlar. Dışarıda da kış kıyamet, her tarafta tipi fırtına, kar, felaket, buz, bela, öyle bir hal vardır ki dayanılmaz.

O mübarek ise; “Benim nefsim nerdeyse serkeşlik yapacaktı, Allah’ın (cc) lütfu kerameti yetişti, nefsime fırsat vermedi. Hemen Emir Külal Hazretlerinin dergâhının eşiğine kafamı koydum. Üzerime kar yağıyordu ama içimden zikir yapıp, terliyordum. Bu arada üzerimi de kar doldurdu”, diyor.

Emir Külal Hazretleri, gece üçte teheccüd namazına kalktığında kapıyı açınca, bakıyor ki biri var kapının eşiğinde Hanımı:

– Bu kim? diye sorunca, Emir Külal Hazretleri:

– Bahaddin’dir, diyor, ardından da:

– Ey Bahaddin! Ben seni kovmadım mı? Niye geldin buraya, şu kışta, her tarafın kar olmuş, bak üstün de donmuş, deyince, Bahaddin Hazretleri ise:

“Başka kapımı var sultanım? Başka kapım mı var gidecek?” diyor.

 Bu cevap üzerine Emir Külal Hazretleri:

– İşte evladım Sana Allah’ın (cc) rahmeti, bereketi, in’amı, ihsanı yetişti; her insana bu mürüvvet hâsıl olmaz, gel içeriye; deyip mübareği içeri alırlar. Üzerinde ki karları atarlar. Anne ile baba başlarlar, Bahaddin’in ayaklarındaki dikenleri iğneyle çıkartmaya. Ayaklarını sararlar. İşte Bahaddin böyle Bahaddin Nakşibendî olur. Sizler de böyle dervişlerden olursanız, dergâhınıza, şeyhinize sadakatle bağlanırsanız Allah (cc) sizi de sever inşaallah.

Nuri KÖROĞLU

Kelime-i Tevhidin Fazileti, Zikir Hakkında Fetvalar

Cabir (ra) demiştir ki;

Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Zikrin en faziletlisi ‘La ilahe illallah’ (demek) tir. Duaların en faziletlisi ise ‘Elhamdülillah’ (demek) tir.” (Nesai ve İbn-i Hıbban)

Ebû Said El Hudri (ra) Hz.leri demiştir ki; Rasulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurdular:

Musa (as) (Cenabı Hakka) dedi ki;

─Ya Rab! Bana kendisiyle seni zikredeceğim ve sana dua edeceğim bir şey öğret.

Hak Teâlâ buyurdu ki; “La İlahe İllallah” de.

Hz. Musa (as):

─ Ben, ancak bana mahsus olan bir şey istiyorum dedi.

Cenabı Hak şöyle buyurdu:

“Ey Musa, eğer yedi kat gökler ve yedi kat yerler terazinin bir kefesine ’La İlahe İllallah’ sözü diğer kefesine konsaydı, ‘La İlahe İllallah’ sözü ağır basardı.” (Tergib – Nesai)

Abdullah Bin Amr (ra) der ki;

Rasulullah (sav) şöyle buyurdu;

“Tesbih (sübhanallah) mizanın yarısını, Elhamdülillah ise tamamını doldurur. ‘La İlahe İllallah’ (sözüne gelince) onun sevabı hiçbir maniye takılmadan doğruca Allah’a gider.” (Tirmizi)

Ebu Hureyre (ra)’den rivayet olunmuştur.

Hz. Peygamber (as) şöyle buyurdular: “Bir kul ihlâsla ‘La İlahe İllallah’ deyince derhal semaların kapıları açılır ve işlediği büyük günahlar yok olup (La İlahe İllallah) sözü arşa çıkar.” (Tirmizi).

ZİKİR HAKKINDA FETVALAR

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim de:

“Eğer bilmiyorsanız Zikir (Kur’an) ehli (alimlere) sorun” (Nahl/44)

Yine, Bir Ayette;

“Eğer (şüphede kaldıkları meseleleri) Resule (sav) veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi. Onların arasında işin iç yüzünü anlayanlar, onun (o meselenin) ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve rahmeti olmasaydı pek azınız müstesna şeytana uyup giderdiniz.” (Nisa /83) buyurarak

Meselelerimizi Kur’an ehli âlimlere götürüp, onlardan aldığımız cevapla amel etmemiz isteniyor.

Öyleyse âlimlerimizin zikir hakkındaki fetvalarından birkaç nakil yapalım da konu iyice aydınlansın.

Meşhur Şeyhülislam ve büyük âlim Hanefi müctehidlerinden Ebussuud Efendiye soruldu ki;

“Bir adam yüksek sesle, oturarak yahut ayakta zikrullah yapsa caiz olur mu?

El cevap: Edep ve zikre hürmet ederek olursa caizdir. (Ebussud Ef. Fetvaları)

Yine soruldu ki;

Halka olup bel ve başlarını sağa sola hareket ettirerek cehri (yüksek sesle) zikrullah eden kimselere şer‘an ne lazım gelir?

El cevap: Bellerini değil de sadece başlarını hareket ettirmekte yetinselerdi daha hoş idi. Zikri şerifin edebine daha uygun idi. Amma beli hareket ettirmekte dahi hiçbir zarar yoktur. Ayaklar yerden kalkmadıkça.” (Fetva S,83)

Meşhur fetva kitabı Fetavayı Hindiyye de şöyle deniliyor:

“Büyük bir cemaat yapıp, sesleri yükselterek, hep birlikte tesbih (Sübhanallah demek) Tehlil (La ilahe illallah demek), salâvat ve sair zikirleri söylemekte bir beis (zarar) yoktur. Ancak (Mahzurlu bir durum varsa) sessiz söylemek daha iyidir.” (Fetavayı Hindiyye C.5 Sh.315 Arapça)

Meşhur ve son devir Hanefi müctehidlerinden İmam Tahtavi Dürr‘ül Muhtar haşiyesinde mekruhlar faslında diyor ki:

“Mescitte halka olup yüksek sesle zikretmekten (dervişleri) kimse menedemez. Zira mescitlerde zikrullahı men edenler Cenab-ı Hakk’ın:

“Kim Allah’ın mescitlerinde Allah’ın isminin zikredilmesinden mâni olanlardan daha zalim olabilir” (Bakara /114) ayeti kerimesindeki hükme dâhildirler. İşte bu en zalimler arasına katılmamak korkusundan kimse mescitlerde zikri yasaklayamaz.” (Nimet-i İslam)

İmam Birgivi Hazretleri Tarikat-ı Muhammediye isimli kitabında şöyle buyuruyor:

“Edepsizlik yapmadan Allah’ı oturarak veya ayakta zikretmekten hiçbir beis yoktur. Tevhidin (La ilahe illallah) manasını kuvvetlendirmek kastıyla başı sağa sola oynatmaktaysa, zannı galiple caizlik hatta kesinlikle müstehaplık vardır.” (Arapça İst. Hacı Hüseyin Ef. Mat. Sh.185)

Bir kişi zikir yaparken sesini yükseltince, oradan birisi dedi ki:

─ Keşke sesini tutsaydı daha iyi olurdu”.

O zaman Hz. Peygamber (sav):

“Bırak onu! Zira o (yüksek sesli zikir yapan) Allah için çok ah eden bir kimsedir.”

Bu hadisin benzeri, İbn-i Diri ve Zülbecadeyn (ra) Hazretlerinin hadisleridir ki bunları Beyhaki rivayet etmiştir.

İmam Suyuti (ra) Neticetül Fiker isimli kitabında şöyle diyor:

“Allah’a hamd seçilmiş kullarına selam olsun. Allah sana ikram etsin. Sofilerin adet ettikleri üzere mescitlerde zikir halkaları kurmaları ve yüksek sesle zikir yapmaları mekruh mu, değil mi?” diye soruldu.

Cevap; Bunda mekruh olmayı gerektirecek bir şey yoktur. Zikrin yüksek sesli olmasının güzel bir şey olduğunu ifade eden çok hadisi şerifler varid olmuştur. Çok hadiste zikri gizli yapmanın güzel olduğu anlatılmıştı. Bu iki hadislerin bir araya getirilmesi şöyle olur:

Zikrin gizli veya açık olması; hallerin ve şahısların durumuna göre değişir. (Fetavayı Ömeriye S. 43,44)

Araştırmacı Yazar Nuri KÖROĞLU

Nuri Köroğlu ALLAH TEALA'YI ANMAK ; ZİKRULLAH

ALLAH TEALA’YI ANMAK ; ZİKRULLAH

Zikir; ıstılahta kelime olarak ezberleme, anma, anımsama, hatırlama, söylenmesi tavsiye edilen hamd, sena ve dua anlamlarında kullanılır.

Tasavvuf ıstılahında çok geniş yer tutan zikir, Allah-u Teâlâ’nın yüceliğini dile getirmek ve manevi olgunluğa ulaşmak gayesiyle belli bir isim ya da sözcükleri tekrarlamaktır.

Yüce Allah’ın (cc) bilinen güzel isimleri ve tevhid-i şerifle yapılan zikir, “zekere” fiilinin mastarıdır. Aslı zikirdir. Türkçe de zikir şeklinde kullanılır. “Zükr” kelimesi ile aynı anlamdadır. Çoğulu “ezkar” ve “zükür” olarak gelir. Zikra kelimesi de zikrin mübalağası olup çok zikretmek demektir. Zikir aynı kökten gelen kelimelerle birlikte, Kitabımız Yüce Kur’an da üç yüze yakın yerde geçmektedir

Allah-ü Teâlâ Hz. leri, Kuran’ı Kerim’in birçok ayetinde, kendisini zikretmemizi bize emretmiştir. Cenab-ı Hakk’ın beyan olunan bu emirleri ayetlerinde şu şekilde zikredilmektedir:

Allah (cc) Hz. leri buyuruyor ki;

“Ey İnananlar! Allah (cc) Hz. lerini türlü tespihler çekerek çok zikrediniz ve O’nu (cc) sabah akşam tesbih ediniz. Zira o sizi karanlıklardan nura çıkarandır.” (Ahzab /41,42)

“Rabbinin ismini sabah ve akşam zikret habibim. Allah’ın (cc) zikrine bütün vakitlerde devam et.” (İnsan / 25)

“Allah’ı (cc) çok zikredin, ta ki umduğunuza kavuşasınız.” (Cuma – 10)

“Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin” (Bakara /152) buyurmuştur.

Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz.leri, kendisini Allah-ü Teâlâ‘ ya adayan, O’nu her zaman ve her yerde zikreden, aynı zamanda insanların da zikretmesine vesile olan müstesna bir şahsiyetti.

Kendisi; Allah’ü Teâlâ Hz.lerini zikretmenin en büyük ibadet olduğunu söyler. Bu meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için gerek yüce Kuran’a, gerekse Rasulullah Efendimizin hadis-i şeriflerine müracaat edilmesi gerektiğini bizlere anlatırdı.

Kur’an-ı Kerim ve hadislerde, zikrin faziletlerinden sıkça bahsedilmesine rağmen, günümüzdeki insanların zikrin hikmetini tam olarak idrak edemedikleri için zikrullah’tan uzak kalmışlar, ya da gerek görmeyerek kendilerini zikirden alıkoymuşlardır…!

Üstadımız Abdullah Baba Hz.leri;

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri’ne vasıl olmanın iki yolu olduğunu; bu yollardan birisi ‘Hafi zikir’ diğerinin ise ‘Cehri zikir’ olduğunu söyler. İki şekilde yapılan zikrullahı, şöyle ifade etmişlerdir;

Peygamber (sav) Hazretleri, Mekke’den, Medine’ye hicret ederlerken, Sevr Mağarası‘na müşrikleri aldatma maksadıyla sığındıklarında, yanında yol arkadaşı, can dostu olan Ebubekir Sıddık (ra) vardı. Ebubekir Sıddık (ra) Efendimiz mağara içerisinde, müşriklerin Rasulullah Efendimize zarar vereceği endişesiyle, korkuya kapılmıştı. Onun bu halini gören Sevgili Peygamberimiz:

“Korkma Ya Ebubekir.! Dilini damağına yapıştır. ‘La ilahe illallah’ de. Üzülme! Allah (cc) Habir ismi şerifi ile haberdardır. Basir ismi şerifi ile bizi görür. Bize bizden yakın olan O’dur. (Veli ismi şerifi ile dostlarına yardım edendir. Âlim ismi şerifi ile bilendir. Semi ismi şerifi ile işitendir. Selam ismi şerifi ile selamete ulaştırandır…) Sen dediğimi yapbuyurdu.

Hz. Ebubekir-i Sıddık (ra) Efendimiz dilini damağına yapıştırarak, bir nefeste yirmi bir defa ‘La ilahe illallah’ kelime-i tevhidi zikredince, üzerindeki korku geçti. Ve kalp aynası açıldı. Hafi zikri, Peygamber (sav) Efendimiz bu şekilde Ebubekir Efendimize telkin etmiş oldu.

Diğer bir Hadis-i şerifte:

Hz. Ebubekir-i Sıddık (ra.)’ın komşusu bir gün Peygamber (sav) Efendimize gelerek;

─ Ya Rasulullah, Ebubekir’in evinden ciğer kokuları geliyor. Komşusu olduğum ve kaç gündür aç olduğum halde bize ikram etmedi diye söyler.

Bunun üzerine Peygamber (sav) Hazretleri kalkar ve Ebubekir-i Sıdık (ra)’ın evine gelir. Fakat evin içerisinde yiyecek hiçbir şey yoktur.

Ebubekir Sıddık (ra) Hazretleri, Rasulullah (sav) Efendimiz’e:

─ Buyur, Ya Rasulullah! Anam, babam sana feda olsun! Sizi buraya getiren sebep nedir? diye sorar.

─Ya Ebubekir! Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir. Komşun, senin ciğer yediğini söylüyor. Evinden ciğer kokuları geliyormuş ve sen ona ikram etmemişsin. Bu doğru mu?

─Ya Rasulullah! Hâlim, Allah-u Teâlâ Hazretlerine ve size malumdur. Ben günlerdir ağzıma bir şey koymadım! Sadece Allah’ı zikrediyordum! dedi ve dilini damağına yapıştırıp; ‘La İlahe İllallah’ demeye başladı.

Biraz sonra evin içerisinde ciğer kokusu gibi bir koku meydana geldi. Peygamber (sav) Hazretleri, Hz. Ebubekir’in komşusuna dönerek:

─ Bahsettiğin koku bu muydu? diye sordu.

O da: ─ Evet, Ya Rasulullah! Bu kokuydu. Ben anlayamadım. Allah’ım beni affetsin! Sen de affet! Meğerse Ebubekir’in ciğeri Allah aşkından püryan olmuş, gelen koku buymuş dedi.

Ebubekir Sıddık (ra) Hazretleri, Serveri Kâinat Efendimize:

─ Ya Rasulullah! Hafi zikre devam ettikçe, bende acayip garaip haller oldu. Nereye baksam sizi görüyorum. Hacete gitmeye dahi utanıyorum. Zevcemle münasebete bile hayâ ediyorum. Bundan dolayı çok mahcubum. Bunda bir hata var mı? diye sordu.

Peygamber (sav) Hazretleri:

─ Hayır, Ya Ebubekir! ‘Fenafir-Resül’ makamına gelmişsin, dedi.

Ebubekir Sıddık Hazretlerinin yapmış olduğu esmaları değiştirdi ve Hazreti Ebubekir Fenafillâh makamına geldi. O makama ulaştığında;

─ Ya Rabbi! Ne olur benim bedenimi öyle büyüt ki; ‘La İlahe İllallah Muhammedun Resülullah’ diyen hiçbir mü’min cehenneme girmesin, diye dua etti.

İşte Peygamber (sav) Hazretlerinin terbiyesi altında hafi zikir yapan o mübarek sahabe Allah’ü Teâlâ Hazretlerine vasıl oldu.

“Bunlar (hidayete ulaşan kişiler) iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak Allah ı zikretmekle huzur bulur.” (Rad /28)

Cenab-ı Zülcelâl Hazretlerine vasıl olmanın ikinci yolu ise; Cehri zikir ile olur.

Hz. Ali (ra) Efendimiz, bir gün Rasulullah (sav) Hazretlerinin hane-i saâdetlerine gelir.

─ Ya Rasulullah! Allah’a varan yolların en kısa olanını, kullarına en kolay gelenini, nezdinde en üstün olanını bana bildir, diye istekte bulunmuş. Bunun üzerine Peygamber (sav) Hazretleri:

─ Ya Ali! Ben ve benden önceki Peygamberlerin söylediği sözlerin en kabule şayanı; ‘La İlahe İllallah’ Kelime-i Tevhid’tir. Yedi kat yer ile yedi kat gök terazinin bir kefesine konsa, ‘La İlahe İllallah’ Kelime-i Tevhid de diğer kefesine konsa ‘La Ġlahe Ġllallah’ hepsinden ağır gelir, buyurdu.

Hz. Ali (ra) Hazretleri:

─ Ya Rasulullah, Allah’ı nasıl zikredeyim?

Hz. Peygamber (sav) Hazretleri:

─ Ya Ali! Dizini dizime daya. Alnını da alnıma koy. Gözlerini kapa ve üç defa söyleyeceğimi dinle. Sonra sende üç defa söyle, ben dinleyeyim.

Akabinde, Peygamberimiz gözünü yumup, yüksek bir sesle, üç kere ‘La İlahe İllallah’ dedi. Hz. Ali (ra) Efendimizde dinledi.

Hz. Ali (ra) Efendimiz gözünü yumup, sesini yükselterek üç defa ‘La İlahe İllallah’ dedi.

Bu şekilde Peygamber (sav) Hazretleri, Hz. Ali (ra) Efendimize cehri zikri telkin etti. (El İnayetür-Rabbaniye)

Mekke Fethi’nde, Kâbe’nin içerisindeki putları sahabeler yıkmaya başladılar. O anda Hz. Ali (ra) Efendimiz, Peygamber (sav) Hazretlerinin yanına gelerek;

─ Ya Rasulallah! İçerideki Lat ve Uzza putları çok ağır ve yüksek yapılmış, omzuma çıkın da, yıkalım, dedi.

Peygamber (sav) Hazretleri:

─ Ya Ali! Bende nübüvvet mührü var. Benim ağırlığımı küre-i arz zor tartıyor. Sen beni taşıyamazsın. Onun için, sen benim omzuma çık, buyurdular.

Hz. Ali (ra) Efendimiz:

─ Aman, Ya Rasulullah! Sizin omzunuza çıkmaya, hayâ ederim! dedi.

Peygamber (sav) Efendimiz, tekrar:

─ Çık Ya Ali, deyince

Hz. Ali Efendimiz:

─Affet Ya Rabbi! diyerek, Rasulullah (sav) Hazretlerinin mübarek omuzlarına çıktılar. Put çok ağır ve yüksek olduğundan, Hz. Ali Efendimiz putu iterken dengesini bir an kaybedip aşağıya bakınca, Rasulullah Efendimiz de kendisine baktığını gördü. O anda Hz. Ali (ra) Efendimiz on sekiz bin âlemde Peygamber (sav) Hazretleri’nin cemalini gördü ve Fenafir Resül makamına ulaştı.

Peygamber (sav) Hazretlerinin terbiyesi altında cehri zikre devam eden, Hz. Ali (ra) Efendimiz de en sonunda fenafillâh makamına geldi. Ve bu makamda;

―Ben görmediğim Rabbime iman etmem, buyurdu.

Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin zâtında değil, sıfatlarında fani oldu. Hz. Ali ya da O’nun gibi gerçek, samimi bir şekilde Hakk’a vasıl olup, teslim olan tüm müminlere bakınız. Yüce Kur’an nasıl müjdelemektedir.

“Sen ancak zikre uyan ve görmeden Rahmandan korkan kimseleri uyarabilirsin. İşte böylesini mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.” (Yasin / 11)

Cehri olsun, hafi olsun, ferden olsun, cemaatle olsun; Allah’ı zikir caizdir. Aynı zamanda pek kuvvetli bir sünnettir. Her kişinin ömründe en az bir defa ‘La İlahe İlallah Muhammedür Rasulullah’ demesi ve yüksek sesle söylemesi farzdır.

Hafi ve cehri zikrin ilk öğreticisi Peygamber (sav) Efendimizdir. Rasulullah Efendimiz hem hafi hem de cehri zikri bizzat yapmış ve sahabelerine de tavsiye edip, yaptırmıştır.

Üstadımız Abdullah Baba (ks) Hz. leri, bu konuyla alâkalı yukarıda detaylı bir şekilde, sahabe hayatından örnekler vererek bizleri aydınlattılar. (Allah Makamlarını Ali kılsın, Âmin!) Biz de bu konuyla ilgili bazı ayet, hadis ve fetvalardan bir nebze sizlere aktarmak istedik.

Cehri Zikir ile ilgili Cenabı Zül Celal Hz. leri:

“Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı (bağırarak) zikrettiğiniz gibi, hatta daha kuvvetli bir şekilde Allah’ı zikredin.” (Bakara / 200) buyurmaktadır.

El-Esas Fit-Tefsir‘de Said Havva merhum şöyle diyor:

“Kurban Bayramı ve teşrik günlerinin (Arefe ve Kurban Bayramının dördüncü gününün) özelliklerinden birisi de hac farizasını eda edenlerle, etmeyenlerin (yani bütün Müslümanların) toplu olarak cehri (yüksek sesli) bir şekilde tekbir ile Allah’ı zikretmeleridir. Hz. Ömer (ra) ın (Hacda) bulunanlarla (adeta Mina tekbirlerle sallanırcasına) beraber tekbir getirdikleri sabittir. (İsmail Hakkı Bursevi – C.1,S.531)

Âraf Suresi 205. Ayetinde geçen;

“Kendi kendine yalvararak, ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an, gafillerden olma.”

Emrini delil gösterenler; bu ayete göre cehri zikrin uygun olmadığı görüşünü ileri sürmektedirler. Bu son derece yanlıştır. Zira bütün müfessirlerin ortak görüşüne göre bu ayet, Mekke’de zulmün en şiddetli olduğu devirde inmiştir. Açıktan, Ben Müslümanım diyenlerin en ağır işkencelere uğradıkları bir zamanda, Rabbimiz gizli zikri tavsiye etmiştir. Fakat ne zaman ki Medine’de İslam devleti kurulup, hürriyet sağlanmış, işte o vakit cehri zikir de pek çok misali ile tatbik oluna gelmiştir. Müfessirlerin ortak görüşüne göre ayetin;

“Yüksek olmayan bir sesle an” kısmının, yüksek sesle zikretmenin mahzurlu olduğu anlamına gelmeyeceği hususunda fikir birliği etmişlerdir.

Nasıl ki; “İhramdan çıkınca avlanın” ayetinde, ihramdan çıkan kişinin avlanması farz kılınmıyorsa, bundan dolayı vuslatta esas olan usuldür.

Şimdi de Rasulullah (sav)’ın ve O’nun ashabının cehri zikir yaptıklarına dair bazı rivayetleri nakledelim.

Hadis kitaplarının en sahihi olan Buhari’den naklediyoruz.

İbni Abbas (ra) şöyle buyurmuştur:

“İnsanların farz namazlarından çıktıktan sonra yüksek sesle zikretmesi; ta, Hz. Peygamber (sav) zamanında vardı. Hatta ben namazın bittiğini onların sesini duyunca anlardım.” (Buhari)

Yine bir başka Hadisi şerifte Ya‘la Bin şeddad diyor ki:

“Babam şeddad bin evs şu hadisi anlattığı sırada, yine sahabeler den Ubade bin Samit (ra)’de orada bulunuyor ve tasdik ediyordu. Babam şöyle diyordu:

Bir gün yanında oturduğumuz bir sırada, Hz. Peygamber (sav) ehli kitabı (yani Yahudi ve Hıristiyanları kastederek)

İçinizde yabancı kimse var mıdır? Buyurdular.

Hayır, dedik.

Bunun üzerine kapının kapatılmasını emrettiler ve sonra da;

Ellerinizi kaldırınız ve “La İlahe İllallah” deyiniz, buyurdular.

Bizde ellerimizi kaldırdık ve uzun bir müddet “La İlahe İllallah” diyerek zikrettik. Sonunda Hz. Peygamber (sav) şöyle dua etti:

Allah-ü Teâlâ’ya hamd olsun. Ey Rabbim! Sen beni bu kelime ile gönderdin ve bu kelimenin karşılığında cenneti vaat ettin. Sen vaadinden dönmezsin, buyurdular.

Sonrada Hz. Peygamber (sav) bize dönüp:

“Sizi müjdelerim, Allah hepinizi affetti” buyurdular.” (Hayatüs-sahabe)

Bu konuda daha pek çok hadisi şerif zikredebiliriz. Ancak mevzunun anlaşılması için yeterli olduğunu düşünüyoruz.

İşte cehri zikir ve hafi zikrin hak oluşunu ve Allah-ü Teâlâ Hazretlerine vasıl olabilmenin metotlarını, Hz. Peygamber (sav) Sahabe-i Kiram’a, onların durumlarını gözeterek kendilerine cehri zikri ya da hafi zikri telkin etmişlerdir. Cehri zikrin veya hafi zikrin birbirine karşı herhangi bir üstünlüğü yoktur.

Şimdi de âlimlerimizin konuyla alakalı fetvalarından nakiller yapalım. Bu mesele üzerindeki şüphe ve tereddüt karanlığı zikir nuru ile kaybolsun.

İbn-i Abidinde şöyle deniliyor:

Hadiste sesli zikrin efdal olduğunu belirten hadisler vardır. Mesela; “Her kim beni cemaat içinde anarsa, ben kendisini daha hayırlı bir cemaat içerisinde anarım” buyrulmuştur. (Buhari)

Bununla beraber gizli zikrin efdal olduğunu beyan eden hadislerde vardır. Bu iki tür hadislerin anlaşılması şu şekilde olmalıdır: Sesli ve sessiz zikrin ikisi de efdaldir. Ancak bunu uygulayanların haline ve bulunduğu vakte göre değişir.

Nitekim namazda gizli ve aşikâr olmayı gerektiren hadislerin anlaşılması bu şekilde olmuştur.

Zikrin hayırlısı gizli olanıdır. Cehri olanı da buna aykırı değildir. Çünkü bu hadis; riyadan korkulduğu, uyuyanlar uyandığı yahut namaz kılanlar rahatsız olduğu zamana mahsustur.

Böyle bir durum yoksa âlimler sesli zikrin efdal olduğunu söylemişlerdir. Zira bunda amel daha çoktur. Dinleyenlere de faydası dokunur. Zikreden şahsın kalbini uyandırır, onu düşünmeye sevk eder. Uykusunu düzenler ve neşesini artırır… Meselenin tamamı Fetavayi-Hayriyyededir.

Hamevi Haşiyesinde İmam Şaraniden naklen denilmektedir:

Gelmiş geçmiş bütün ulema cemaat halinde zikrin, mescitlerde ve diğer yerlerde müstehap olduğunda ittifak etmişlerdir. Meğerki onların aşikâr zikri uyuyan veya namaz kılan yahut Kur’an okuyan bir kimseyi rahatsız etmemiş ola… (İbn-i Abidin)

Yine aynı kitapta; “Cehri zikri hoş karşılamayan birkaç fetva nakledildikten sonra şöyle deniyor. Bu mesele (sesli zikir meselesi) Hayriyede yazılmış ve “kadıların fetvasındaki (cehri zikir men eden hüküm) zarar verici sesli zikre hamdedilmiştir” demiş ve şunu eklemiştir.

“Bu konuda birtakım hadisler. Bu hadisler sesli zikri emreder. Bazı hadisler de vardır ki gizli zikri gerektirir. Bu iki grup hadisin arasını şöyle bulmak mümkündür; yani bu meselede hüküm şahısların ve hallerin değişmesiyle değişir. Riyadan korkulduğu, namaz kılanlar eziyet görecekler ve uyuyanlar rahatsız olacaklar diye korkulduğu vakit gizlice söylemek efdaldir. Eğer bu engeller yoksa sesli söylemek daha efdaldir. Çünkü sesli söylemek daha fazla ameli gerektirir. Birde onun faydası onu dinleyenlere sirayet eder. Zikredenin kalbi uyanır, gayreti tamamen (Hakkı) düşünceye yönelir. Benliğini tamamen zikre verir. Uykusu açılır ve neşesi daha da artar.”

Cehri zikir ile meşgul olan sahabeler; Hz. Ali, İbni Abbas, İbni Ömer, Ebu Musa, Enes bin Malik, Ebu Hureyre, Abdullah Zülbacedeyn (ra) ile hafi zikir ile meşgul olan; Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz. Selman-ül Farisi, İbni Mesud, Ebu Derda (ra) Sahabe-i Kiram Efendilerimiz her iki yolda da Allah’a vuslat yolunu bulmuşlar, tabiine öğretmişler, kendileri de bizzat tatbik etmişler ve bizlere kadar ulaşmıştır. Hafi ve cehri zikir hakkında ayeti kerimeler Kuran’da pek çok yerde kayıtlıdır. Bundan dolayı Mürşid-i Kâmil olan zât, dervişinin durumuna göre cehri zikri veya hafi zikri telkin eder. Derviş kabiliyeti, samimiyeti, muhabbeti, çalışması nispetinde yol alır.

İnşallah hafi ve cehri zikir meselesi bir nebze olsun aydınlatılmış, bu konu hakkındaki şüpheler giderilmiş ve Allah-u Teâlâ’nın zikri teşvik olunmuştur.

Konulara daha çok vakıf olunması açısından Allah’ı zikir hakkında birkaç Ayet-i Kerime aktarmamız uygun olacaktır.

“(Resulüm) Sana vahy edilen, kitabı oku ve namaz kıl. Muhakkak ki namaz kötülüklerden alı kor! Allah’ı zikir elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilir.” (Ankebut / 45)

“Şeytan onları (münafıkları) etkisi altına aldı da Allah’ı zikretmeyi unutturdu. İşte onlar (zikirden uzak münafıklar) şeytanın yandaşlarıdır.” (Mücadele /19)

“İman edenlerin, Allah’ı zikir ve Hak’tan inen Kur’an sebebiyle ürperme zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi (zikrullahı terk edici) olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onların birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadid /16)

“Namazı bitirince de ayakta, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler ve şöyle derler: Rabbimiz! Sen, bunu boşu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Ali İmran /191)

Zikrullah’ın fazilet ve kıymetine dair Hadisi şeriflerden bazıları;

“Size amellerinizin en hayırlısını ve melik (olan Rabb)’inizin katında en sevaplı olan ve derece bakımından en yüksek hem de altın ve gümüş sadaka dağıtmanızdan, (Allah’ın dini için cihat edip İslam) düşmanlarının boyunlarını vurmanızdan size daha hayırlı olan ameli haber vereyim mi? Sahabe;

“Ver Ya Rasulullah!” deyince,

Hazreti peygamber (sav) “Zikrullahtır” buyurdu. (Tirmizi)

Zikrin faziletine ve Allah katındaki kıymetine dair Hz. Muaviye’nin Peygamber (sav) Efendimiz ’den naklettiği Hadisi Şerif’te şöyle bahsedilmektedir:

“Bir gün Peygamberimizin zevcesi Ümmi Habibe’nin evine geldim. Allah’ın Resulü de geldi. Biraz sohbetten sonra, alnından pırıl pırıl nur tanesi indi, benzi sarardı, beyazlaştı. Ondan sonra gözünü açtı. Kız kardeşim Ümmi Habibe terlerini sildi. Terini kurutmak için ateşe götürdü. Ateş ne terini kuruttu ne de mendilini yaktı. Odanın içi Miski Amber gibi kokuyordu. Acele yürüdü. Ben de arkasından yürüdüm. İçlerinde Selman-ı Farisi’nin (ra) de bulunduğu Ashab-ı Suffe’nin olduğu yere geldi. Dört yüz kişi kadar vardı. “İllallah, İllallah” diye tesbih ediyor, zikrediyorlardı.

Rasulullah (sav) Hz. leri şöyle buyurdular:

“Allah için size and veririm, yemin ederim, ne yapıyorsunuz?”

Onlar da:

“Allah’ı (cc) zikrediyoruz. “İlahi Ente Maksudi ve Rızake Matlubi Ya Hz. Allah” diyoruz.

Ya Rasulullah! Maksadımız O’nun rızasıdır. Bizi karadaki, denizdeki mahluklar gibi değil; en güzel şekilde “Ahseni Takvim” olarak yarattı. Habibine ümmet eylediği için biz onu tesbih ediyoruz” dediler.

Rasulullah (sav) Efendimiz:

Size, zikrullahın değerini anlayın diye yemin vererek söyledim. Şimdi Cebrail kardeşim geldi. Cenabı Allah (cc) meleklere şöyle hitap ediyor:

“(Ey meleklerim!) Görüyor musunuz bu kullarımı? Onlar katımda sizden çok sevimlidir.” Melekler cevaben:

“Ya Rabbi! Biz sana hakkıyla zikredici şükredici değil miyiz?” der.

Allah-ü Teâlâ Hz. leri;

“Evet! Sizler bana şükredicilersiniz. Fakat onların zikri bana daha hoş geliyor. Onların kalbine nefis verdim, mal sevgisi, makam sevgisi, evlat sevgisi, her türlü sevgiyi verdiğim halde; kalplerindeki sevgileri tevhit nuruyla attılar. Masiva kalmadı kalplerinde. Nazargahım kalpleri oldu. Yere göğe sığmam, mümin kullarımın kalbine sığarım.

Onlar benden rızamı istiyorlar. Onun için sizden çok üstündür.” buyurdu.

O halde devam ediniz. Ben üzerinize rahmetin indiğini gördüm ve size ortak olmak istedim.” buyurdular. (Taberani)

Rasulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır;

“Allah-ü Teâlâ buyuruyor ki;

Ben kulumun zannı (ne ise) ona göreyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer (kulum) beni kendi kendine zikrederse; ben de onu kendi zatımda zikrederim. Eğer kulum beni cemaat içerisinde zikrederse; ben de onu o cemaatten daha hayırlı bir cemaat içinde zikrederim.” (Buhari, Müslim,)

“(Ey ashabım!) Eğer cennet bahçelerine uğrarsanız; o (bahçelerde) çok kalın. Sahabeler sordular:

“Ya Rasulullah cennet bahçeleri nerelerdir”

Rasulullah Efendimiz buyurdu ki;

“Zikrullah Halakalarıdır.” (Tirmizi )

Her kim ki, cemaatle sabah namazını kılar, (namazdan) Sonra güneş doğuncaya kadar (cemaatle veya tek olarak) zikrullah yapar, bundan sonra da iki rekât namaz kılarsa; onun için tam bir hac ve umre sevabı vardır. Tam bir hac ve umre sevabı vardır. Tam bir hac ve umre sevabı vardır. (Tirmizi)

Muaz Bin Cebel (ra) şöyle anlatıyor:

Son konuşmamızda Hz. Peygambere (sav);

“Ey Allah’ın Rasulü! Allah-ü Teâlâ katında amellerin en şereflisi hangisidir? diye sordum.

Dilin, Allah’ın zikrinden dolayı yaş olduğu halde ölmendir” buyurdu. (H.Sahabe)

Cabir (ra) şöyle anlatıyor:

“Bir gün Medine mezarlığında bir ateşin yanmakta olduğunu görerek oraya gittik. Hz. Peygamber (sav) yeni açılan bir kabre girmişler, orada bulunanlara;

Cenazeyi bana uzatınız” buyurdu.

Onu ayakları tarafından Hz. Peygamber (sav)’e uzattılar. Sonradan bu kişinin yüksek sesle zikir yapan bir sahabe olduğunu öğrendim. (Ebu Davud,)

Abdullah Zulbacadeyn denilen mübarek sahabe daima yüksek sesle zikrullah yapardı. Bir gün Hz. Ömer (ra) onun hakkında;

“Acaba riyakârlık mı yapıyor?” dedi.

Hz. Peygamber de (sav):

“Hayır! O yanık halde Allah’a yalvaran birisidir” buyurdular. (Riyazüs-salihin.)

Abdullah bin Amr (ra) der ki;

Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Tesbih Sübhan Allah’ mizanın yarısını, ‘Elhamdülillah’ ise tamamını doldurur. ‘La İlahe İllallah’ sözüne gelince; onun sevabı hiçbir maniye takılmadan doğruca Allah’a gider. (Tirmizi)

Cabir (ra) demiştir ki; Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Zikrin Faziletlisi ‘La ilahe İllallah’ (demek) tir. Duaların en faziletlisi ise ‘Elhamdülillah’ demektir.” (Nesai)

Abdullah Baba (ks) ayetler ve hadisler ışığında Allah’ı (cc) zikreden bir kul idi. Hiçbir zaman Kur-an ve Sünnet yolundan çıkmaz usul ve adaba riayet ederdi. Sabah Namazını eda ettikten sonra, güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikir ile meşgul olurdu. İkindi Namazından sonra da kerahet vakti çıkıncaya kadar yine zikir ile meşgul olur; şu hadisi şerifi okurlardı:

“Yemin ederim ki! Sabah namazından sonra Allah’ı (cc) zikreden bir toplulukla oturmam (ve onlarla) zikretmem; benim için Hz. İsmail (as) ın soyundan bir köleyi âzat etmekten çok daha hoştur. Ve yine yemin ederim ki! İkindi namazından sonra güneş batıncaya kadar Allah (cc)’ı zikreden bir cemaatle oturmam; bana dört köle âzat etmekten daha sevgilidir.” (Ebu Davut)

Abdullah Baba (ks) gece yatmadan önce iki rekât namaz kılar ve daha sonra Peygamber (sav) Efendimiz‘in sünnet-i seniyyesi üzere yatağına yatmadan şu duaları okurdu:

Üç defa Kevser

Üç defa İhlas-ı Şerif

Üç defa Felak suresi

Üç defa Nas suresi

Bir defa Fatiha-i Şerife

Bir defa da Ayetel kürsi okur. Vücudunu mesh ederdi.

Otuz üç defa Subhanallah,

Otuz üç defa Elhamdülillah,

Otuz dört defa Allah-ü Ekber, deyip sağ tarafına döner, ayaklarını toplar ve Allah’ı zikrederek yatardı.

Abdullah Baba Hz.leri usul ve adaba çok önem verir ve riayet ederdi. Coşkulu ve aşk ile zikrullah yaptırırdı. Ancak, zikrullah içerisinde bağırmayı, kendini yerlere atmayı, adap dışı hal ve hareketleri asla tasvip etmezdi.

“Nasıl namazın tadili erkânı varsa, uymak riayet gerekiyorsa, zikrullahın da edep ve adabı vardır. Edep ve adabın olmadığı yere maneviyat gelmez.” buyurdular.

Hiçbir zaman Kur’an ve sünneti seniyyeden zerre kadar taviz vermemiş ve hiçbir zaman Kur’an ve sünnet yolundan ayrılmamıştır. Hayatı boyunca böyle yapmış ve aşk ehli olan âşıklara da böyle yapmalarını telkin etmiştir.

Nuri Köroğlu