Nefsin Hastalıkları : ŞIMARIKLIK

Cahiliye toplumunda insanlar, kurallarını kimin koyduğu belli olmayan, fakat herkesin sorgulamasız kabul ettiği bir yaşam şekline tabidir. Bu yaşam şekli, insanların her duruma göre farklı bazı suni roller ve savunma mekanizmaları geliştirmesini gerektirir. Kimi zaman kibir, kimi zaman eziklik, kimi zaman da şımarıklık olarak karşımıza çıkan bu kötü ahlak özellikleri, cahiliye toplumu tarafından zaman içerisinde normal karşılanmaya başlanan karakter bozukluklarıdır.

İnsan şımarık olarak doğmaz. Bu belli bir eğitim ve toplumun teşvikinin sonucudur. Bu teşvik sonucunda insanların büyük bir bölümü bu karakteri bilinçli olarak seçerler. Şımarıklık, kişinin ilgi ve beğeni kazanmak amacıyla yaşadığı abartılı bir ruh halidir ve pek çok tavır bozukluğuyla kendini gösterir. Bu karakter bozukluğunun nedenlerinden biri doğal haliyle ilgi, sevgi ve beğeni kazanamayacağını düşünen kişilerin, suni davranışlarla insanlar üzerinde olumlu bir etki bırakacaklarını düşünmeleridir.

Şımarıklığın bir diğer nedeni de kişinin kompleksleridir. Bunların getirdiği eziklik ve aşağılık duygusu, şımarıklığı bir davranış biçimi olarak seçmesine sebep olur. Oysa hiçbir kusur ve eksiklik insanın kendini diğer insanlardan aşağı görmesini gerektirmez. Çünkü her insanın birçok eksikliği, hatası ve kusuru vardır. Bunlar, Allah’ın insanlarda Cennet özlemi uyandırması ve dünyanın geçici bir imtihan yeri olduğunun kavranması için yarattığı eksikliklerdir. Bunlara hayır gözüyle bakıldığında, insanın dua edip Allah’a daha çok yakınlaşmasına, ahiret hayatı için daha çok gayret etmesine ve güzel ahlakı yaşamak için çaba göstermesine vesile olur.

Şımarıklığın bir diğer sebebi de kişinin bazı özelliklerinin diğer kişilerden üstün olduğunu düşünmesi ve bundan cesaret alarak şımarık tavırlar içine girmesidir. Daha güzel, daha zeki, daha girişken ya da daha konuşkan olmaları nedeniyle şımarıklığı kendilerine hak görürler. Oysa insan bilmelidir ki sahip oldukları her türlü özelliği kendisine bir lütuf, aynı zamanda da bir deneme olarak veren Allah (cc)’tır. İnsanın yapması gerek tek şey güzel özelliklerinden dolayı Rabbine şükretmesi, tevazu ile ahlâkını daha da güzelleştirmek için gayret etmesidir. Allah (cc)’ın kendisine verdiği nimetlerle şımarıp, kötü bir ahlâki tavır göstermenin kişiyi ahirette çok mahçup edeceği açıktır.

Şımarık bir karaktere sahip olan insan, günlük hayatında pek çok normal olmayan tavır gösterebilir. Kendi fikrini kabul ettirmek için iddialaşır, inatçılık gösterir, ukalalık yapar, yerine göre çok aksi ve başına buyruk olabilir. İnsanlarla ilişkilerinde alaycı, karşısındakini aşağılayan ve küçümseyen bir üslup kullanır. Her ne kadar böyle bir ruh halindeki kişi kendisini karşısındakinden üstün görse de, aslında çoğu zaman toplum içinde küçük düşer ve kendi farkında olmasa dahi insanlar tarafından yadırganır. Kur’an ahlâkını bilen insanlar ise bu ruh halini hemen teşhis ederler. Çünkü şımarıklık Allah (cc)’ın hoşnut olmadığı bir ahlâktır. Ayetlerde bu karakterin özelliklerine karşı Müslümanlar şu şekilde uyarılmışlardır:

“Ey iman edenler, bir kavim bir kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi olmadık kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar zalim olanların ta kendileridir.” (Hucurat Suresi, 11)

Allah (cc)’ın üzerimizdeki nimetlerini gereği gibi takdir edebilen bir kişi kendisinin yoktan yaratıldığını, olaylar üzerinde hiçbir tasarrufu olmayan bir kader seyircisi olduğunu, zenginliğin ve malın tümünün Allah (cc)’ın olduğunu çok iyi bilir. Dolayısıyla kendisine verilen herhangi bir nimetten dolayı şımarmanın ne kadar büyük bir akılsızlık olacağını anlar. İnsanın güzelliği, zekası, kültürü, sosyal statüsü, başarısı, gücü, sahip olduğu imkânlar veya zenginliği Allah (cc) tarafından kendisine verilmiş birer nimettir ve bu nimetlerle insan denenmektedir. Ancak insanlar tüm bu özelliklerin kendilerine ait olduğunu düşünür ve şımarıklık gibi kötü ahlak özellikleri göstermeyi kendilerine hak görürler. Kur’an’da kendilerine verilen nimetlerden dolayı şımaran kişilerin durumu pek çok ayette bildirilmiştir.

“Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular.” (Enam Suresi, 44)

Ayette de bildirildiği gibi bu çirkin ahlâktan muhakkak sakınmak bir mümin için son derece önemlidir. Oysa Müslüman her tavrı ile Allah (cc)’ı hatırlatan, güzel ahlâkı ile insanlara örnek olan, itidalli, şükür sahibi bir insandır. Şımarıklığa vesile olan dünya hayatına ait tüm özelliklerin ölümle birlikte yok olacağını bilir. Kimilerine göre hiç bitmeyecekmiş gibi gelen dünya hayatı, gerçekte “bir günün birkaç saati” ya da “bir kuşluk vakti” kadar çabuk geçer. İnsanın tüm hayatı boyunca yaşadığı her olaydan daha gerçek olan Kıyamet Günü’nde, görüş gücü keskinleşir. İnsanların üzerindeki gaflet perdesi kalkar. Hırsını yaptığı, tutkuyla bağlandığı, sahip olduğu için kibirlendiği şeylerin o gün hiçbir değerinin olmadığını görür. Kıyamet Günü’nde, sadece dünya hayatı için çalışıp çaba gösterenler, ya da dünya hayatında sahip olduklarıyla övünenler, yeryüzündeki her şeyle beraber bunların da “bir göz çarpması” gibi kısa bir sürede yerle bir olduğunu görürler.

Eğer insan dünya hayatına aldanıp kanacak olursa, ahirette büyük bir hayal kırıklığı ve utanç ile karşı karşıya kalır. Şımarıklık yapılan konular ortadan kalkmış, şımarıklıklarına şahit olup, teşvik eden insanlar ise onlardan uzaklaşmışlardır. O gün herkes yapayalnız bir şekilde Rabbinin karşısına çıkar. Dünyada kendilerine verilen nimetleri Allah (cc) rızası için kullanmamışlar, bunları sahiplenerek, bir övünç konusu yapmışlardır. Kıyamet Günü ise bu nimetlerden sorguya çekilecekler, yaptıklarından dolayı şiddetli bir pişmanlık duyacaklardır. Takva sahiplerine ise Allah (cc) Cennet’i vaat etmiştir. Sabretmelerine, ahiret yurdunu umut edip istemelerine, büyüklenmekten, bozgunculuk yapmaktan sakınmalarına karşılık güzel bir sonuçla sonuçlandırılmıştır.

Nuri KÖROĞLU

Nefsin Hastalıkları : KÜFÜR-1

Küfür sözlükte; örtmek, hakkı örtmek, kapamak, Hakk’ı inkâr etmek anlamındadır. Dinde bilinmesi ve inanılması zarûrî olan şeyleri ve dini hükümlerden kesin olarak bildirilenleri inkâr etmek ve dinden olduğu herkesçe bilinen bir şeyi kabul etmemektir. Kur’an-ı Kerim’de meâlen buyruldu ki:
“Muhakkak ki, küfre varanları, azap ile korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir. Onlar iman etmezler” (Bakara: 6)
  İnanılması gerekenlere inanmayan kimseye de gerçeği örttüğü için kâfir denilmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’de: “Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler var ya, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”( Mâide; 44) buyrulmuştur. Küfür değişik açılardan ele alınarak sınıflara ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmı şunlardır:

1. Mutlak Küfür (Küfr-i İnkârî): Allah-u Teâlâ (c.c)’yı Resûl-i Ekrem (s.a.v)’i ve zarurat-ı diniyyeden olan şeylerin tamamını inkâr edenler, mutlak kâfirlerdir.

2. Küfr-i İnadî: İnsanın kalben Allah-u Teâlâ (c.c)’ya inanması, dil ile de zaman zaman ikrar etmesine rağmen, şöhret, makam, kin, ihtiras ve kavmiyetçilik sebebiyle İslâm dinine girmemesidir. Efendimiz (s.a.v)’in amcası Ebû Talib’in; “Ebû Talib atalarının dininden döndü.” dedirtmemek için direnmesi, bunun güzel bir örneğidir.

3. Küfr-i Nifak: İnsanın inanılması gereken şeyleri diliyle söylemesi, fakat kalbiyle tasdik etmemesidir. Münafıkların “iman” iddiası, bu şubeye girer.

4. Küfr-i Cehlî: İnsanın hem Allah-u Teâlâ (c.c)’ya, hem de Resûl-i Ekrem (s.a.v)’e iman etmesi, fakat cehâlet sebebiyle zaruriyyat-ı diniyyeden olan şeyleri inkâr etmesidir. Günümüzde en yaygın olan küfür çeşidi budur.

5. Küfr-i Cûhud: İnsanın kalben Allah-u Teâlâ (c.c)’ya inanması, ancak diliyle imanını itiraf etmemesidir.  İnsan kibir, gurur ve inat gibi nefsin kötü sıfatları sebebiyle küfre sürüklenmektedir. Nitekim inkâr yolunu ilk açan şeytanın küfrü de böyledir. Kişi kimi zaman da hakikati kalben bilmesine ve zaman zaman diliyle ikrar etmesine rağmen, kıskançlık, şan, şöhret, makam, sosyal baskı ve kavmiyetçilik gibi sebeplerle İslam’ı bir din olarak kabullenmeyebilir. Ayrıca her hangi bir zorunluluk olmadığı halde, küfre götürecek bir söz söyleyen, inanılması gerekenleri ve İslam’ı küçümseyen ve onlarla alay eden kimseler de küfre düşebilmektedir. Dinimizde hürmet edilmesi, saygı gösterilmesi gereken şeylere hürmetsizlik eden, saygısızlık yapan; kötülenmesi, beğenilmemesi gereken şeylere hürmet eden, beğenen dinden çıkar. İnsan bir sözle (kelime-i şehâdet ile) müslüman olur. Bir müslüman da, küfre düşüren bir söz söyleyince kâfir olur. Her müslümanın dinde bilinmesi zarûrî olan şeyleri bilmesi lâzımdır. Küfür olan şeyin çok kimse tarafından kullanılması bunu küfür alâmeti olmaktan çıkarmaz. Çünkü bu bilinmesi zarûrî olan bilgilerden olduğu için bilmemek özür değildir. Bu sebeple her müslümanın küfre düşürücü söz ve hareketleri çok iyi bilmesi gerekir. İnanmamayı gösteren her söz ve her iş, şaka olarak da söylense küfür olur. Birkaç örnek verecek olursak:
İnsanlara mahsus sıfatları Allah (c.c) için kullanmak küfür olur. Allah-u Teâlâ’ya, sanatçı demek; Allah (c.c) unuttu; kaderime küstüm; Allah (c.c) bizi düşündüğü için göz, kulak vermiş; Allah (c.c) kuşlara kanat vermeyi ihmâl etmemiş; İlâhi şuur, ilâhî düşünce demek; Allah (c.c) bana kulum demesin; anladıysam Arap olayım; bugünkü Kur’an noksan demek. Bu işte ilâhi şuuru görüyoruz demek küfürdür. Bunun gibi, Allah-u Teâlâ için, düşünerek yarattı demek küfürdür. İslâm düşüncesi demek de böyledir. Çünkü düşünmek insanlara mahsus şeydir. Dinsizlere şerefli kâfir demek; çalgı âleti ile ibâdet etmek veya ilahi söylemek; O, cimrilerin Allah (c.c)’ı demek. Ağza def-i hâcet lafzı ile sövmek. Peygamberleri küçültücü söz söylemek, meselâ ilk insan vahşî idi demek. Çünkü ilk insan Hz. Âdem peygamberdi. Melekleri küçültücü söz söylemek. Meselâ, senin bakışın bana Azrâil gibi geliyor veya çocuk iyi yetişmezse zebâni olur yâhut bu ibâdetin sevabını melek yazamaz demek. Âhirette olacak şeylerle alay etmek. Meselâ ben Cenneti istemem, Cehenneme gitmek isterim demek. Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarına yani Kur’an-ı Kerim’de ve hadîs-i şerîflerde açık bildirilmiş ve islâm âlimlerinin kitapları ile her tarafa yayılmış, inanılması zarûrî olan din bilgilerinden birine inanmamak veya önem vermemek. Meselâ ben cinleri göremediğim için inanmam demek veya kesin haram olduğu bilinen bir şeyi yiyip içerken besmele çekmek. Özürlü kimseler için, îmâlât hatası demek; namaz kılmam ama kalbim temiz demek; kendisine Hans, Corc gibi gayrı müslim ismi ile çağırılmasını istemek; mümin için Nuh der, peygamber demez demek; haram kazanç ile sevap için kurban kesmek; ecelin hoyrat eli demek. Haram iş yapana, ne güzel yaptın demek. Şarap içene, ne güzel içiyor demek. Bir kimse falcıya gitse, falcı; senin başına şu işler gelecek dese, o da buna inansa, kâfir olur. Çünkü gaybı, ileride olacak şeyleri ancak ve ancak, Cenâb-ı Hak bilir. Bir de sevgili kulları kendilerine bildirildiği kadar bilir. Müslüman’a kâfir demek, kâfirlerin âyinlerini beğenmek, Allah (c.c) baba demek, Allah (c.c) gökte demek hep küfürdür. Hocayı kötülemek için hocayla etme pazar, sonunda fetvaya bozar gibi sözlerin çoğu küfürdür, îmanının gitmesine, dinden çıkmasına sebep olur. Bunun için ağzımızdan çıkan her söze dikkat etmemiz gerekir. Yalnız ölüm tehdidi altında bulunan bir kimse gönlü îmanla dolu olduğu halde canını kurtarmak için istemeyerek küfrü gerektiren bir söz söylediğinde îmânına zarar gelmez. Nitekim bir âyet-i kerîmede:

“Kalbi iman ile mutmain olduğu hâlde (dinden dönmeye) zorlanan kimse müstesnâ, her kim imandan sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah’tan bir gazap gelir ve kendilerine çok büyük bir azap vardır.” (En-Nahl 16) buyrularak bu durum açıkça ifade edilmiştir. Bu ayetin sebebi olan olay konumuzu daha da aydınlatmaktadır: Müşrikler;  Ammar’ı, babası Yâsir’i, annesi Sümeyye’yi, Süheyb’i, Bilâl’i, Habbâb’ı ve Sâlim’i yakalamış ve işkenceye tabi tutmuşlardı. Sümeyye’yi iki devenin arasına bağlayıp germişler, onu ve kocasını işkenceyle öldürmüşlerdi. Ammar ise bu işkenceler karşısında kalben benimsemediği hâlde kâfirlerin kendisinden istediklerini söylemişti. Bunun üzerine gelip Resûlallah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

– Ammar kâfir oldu, dediler. Peygamber Efendimiz (s.a.v):

“- Hayır, Ammar asla kâfir olmamıştır; o, tepeden tırnağa imanla doludur. İman onun etine kanına işlemiştir.” buyurdular. Daha sonra Ammar ağlayarak Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) ‘e geldi. Allah Resûlü bir taraftan onun gözünden akan yaşları siliyor, diğer taraftan da:

“- Eğer, sana tekrar işkence yapmak isterlerse sen de onlara istediklerini tekrar söyle!” buyuruyordu.

 Küfür, farklı sebeplerle insanların iç dünyalarında yer bulmaktadır. Küfrün en bâriz vasfı ise anlama, idrak etme ve hakikati görme merkezi olan kalbin istidatlarını köreltmesidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’ de bu hâl şöyle tasvir edilmektedir:

“(Sana karşı çıkanlar ) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Fakat gerçek şu ki gözler kör olmaz göğüslerdeki kalpler kör olur.” (el-Hacc 22/46)

“…Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’râf 7)