Nefsin Hastalıkları : HUMUK

“Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alır.” (Bakara; 269)

‘Humuk’,  hamakat, ahmaklık, zihin durgunluğu, akıl ve zekâ yetersizliğidir. Aklın eksikliğinden doğan bir dimağ hastalığıdır. Humuk sahibi, bir şeyin zararını bilmekle beraber o şeyi konulmuş olduğu şeyin dışına, gayesine aykırı koyar. “De ki: “Biz Allah’ı bırakıp da bize fayda veya zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım? Allah bizi doğru yola kavuşturduktan sonra ardımıza mı dönelim? Arkadaşları, bize gel, diye doğru yola çağırdıkları halde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp, şeytanların ayartarak uçuruma çektikleri ahmak gibi mi olalım?” De ki: “Allah’ın gösterdiği yol, yegâne doğru yoldur. Bize, bütün âlemlerin Rabbine teslim olmamız emir olundu.” (En’am; 6-71)

 Ahmaklığın belirgin özellikleri şunlardır:

1. Sözünde ve işinde acele etmek,

2. Sözünden aşağı bir savunma ile dönmek.

3. Söz verip de dönmek, hakları gözetmemek ve bütün halktan sadakat ve gayret beklemek,

4. Denenmemiş kişilere iş konusunda güvenmek.

5. Akıl ve yeteneklerini kullanmadan evvel vücudunu kullanıp yormak.

6. Bilmediği kimselerin yanında bilgiçlik taslamak.

Kur’an-ı Kerim’de iki çeşit ahmaklıktan bahsedilmektedir. Bunlardan birinci sınıf, kâfirler ve müşrikler olup, Allah-u Teâlâ bunlar hakkında şöyle buyurmaktadır: ‘Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünemez ve idrak edemezler.’  Ebu Cehil, Ebu Leheb, Muğire b. Şu’be v.b. kimseler kalpleri mühürlü, sağır kör ve dilsiz olduklarından hidayete eremediler. Bu yüzden onlar: ‘Biz sana inanırsak Kureyş’in kadınları bizi ayıplar’ veya ‘Peygamberlik bize gelmeliydi. Çünkü bizim malımız ve çocuklarımız daha çoktur’ diyerek akıl ve mantık dışı şeyler söylemişlerdir. Öyle ki, Resulullah (s.a.v.)’ın hak peygamber olduğunu çok iyi bildikleri halde ahmaklıkları sebebiyle inat ve inkâr etmişlerdir. Sonunda ise azaba uğramışlardır. “İşte azap böyledir. Ahret azabı ise daha büyüktür! Keşke bilselerdi!” (Kalem; 30)

İkinci sınıf ahmaklar, yaptığının sonucunu düşünmeden, konuştuğu sözcüklerin neticesini düşünmeden hareket eden ve devamlı insanları inciten, kıran, bozan tiplerdir. Ahmaklık, neticede gafleti doğurur. Gaflet ise yaşanan anın, meçhul bir istikballe değiştirilmesi ve gelecek endişesi taşımamaktır. Bu yüzden Hak Teâlâ Hazretleri ‘gafillerden olma’ buyurmakla, esasen insanın gaflete düşmesine sebep olan ahmaklığı yermektedir.

Bir gün İsa (a.s), sanki kendisini bir aslan kovalıyormuş gibi canhıraş bir şekilde kaçıyordu. Adamın biri bu hale hayret ederek ardından koştu ve şöyle seslendi: ‘Hayrola, ürkütülmüş bir kuş gibi çırpına çırpına niçin ve nereye kaçıyorsun? Arkanda kimse yok!’  Hz. İsa (a.s.) o kadar hızlı koşuyordu ki, acelesinden adamın sorusuna cevap veremedi. Onun bu şekilde kaçışını merak eden adam, nihayet ona yaklaştı ve:

‘Ey Rûhullah! Ne olur Allah için bir an dur da söyle: Senin bu kaçışın benim için bir merak konusu oldu! Kimden kaçıyorsun? Arkanda ne aslan, ne düşman, ne de korkulacak bir şey var.’ dedi. Bunun üzerine Hz. İsa (a.s.): ‘Ahmaktan kaçıyorum ahmaktan! Git bana mani olma ki, kendimi kurtarayım!’ diye karşılık verdi. Bu kez adam: ‘Nefesi ile körlerin ve sağırların şifa bulduğu ‘Mesih’ sen değil misin? Diye sordu. Hz. İsa (a.s.): ‘Evet, benim’ diye cevap verdi. Adam devamla: ‘Manevi sırlara mazhar olan ve bu yüzden ‘Ruhullah’ sıfatını alan manevi şahıs sen değil misin? Sen ki, ölmüş birine o duayı okuduğunda, o kimse, av bulmuş aslan gibi kabrinden sıçrayıp kalkıyordu.’ dedi. Bunun üzerine Hz. İsa (a.s.) ‘Evet ölüye okuyan benim.’ cevabını verdi. Adam sordu: Ey güzel yüzlü İsa! Çamurdan kuş yapıp uçuran sen değil misin? Hz. İsa (a.s) ‘Evet…’ dedi. Sonra adam: ‘Ey temiz Ruh! İstediğin her şeyi yapabildiğin halde kimden korkuyorsun?’  Hz. İsa (a.s) : ‘Evvela ruhu, sonra cesedi yaratan Cenabı Hakk’a ve O’nun sıfatlarına yemin ederim ki, o duayı yani İsm-i Âzam Duası’nı sağır ve köre okudum; onlar iyileştiler. Yine o duayı kayalık bir dağa okudum, ortasından çatladı; ölü bir cesede okudum, dirildi; hiç bir şeyi olmayan fakire okudum, zengin oldu. Fakat o duayı bir ahmağın kalbine şefkat ve merhametle binlerce defa okuduğum halde fayda vermedi. O ahmak, katı bir taş kesildi; lakin ahmaklığından vazgeçmedi. Çorak bir kum oldu da, ondan bir ot bile bitmedi.’ dedi. Bu sözleri duyan adamın hayreti daha da arttı ve merakla Hz. İsa (a.s.)’ya sordu:

‘İsm-i Âzam’ bu kadar şeye tesir edip şifa verdiği halden niçin ahmaklığa tesir edememiştir? Hâlbuki diğerleri de bir hastalıktır; onlara deva olup da buna olamayışının sebebi-i hikmeti ne olabilir? Hz. İsa (a.s.) cevap verdi: ‘Ahmaklık, kahr-ı ilahî olan bir hastalıktır. Diğerleri ise körlük gibi kahr-ı ilahî’ye uğramayan hastalıklardır. İptila da bir hastalıktır; ancak sadece müptelasına acınır. Ahmaklığa gelince o da bir hastalıktır, lakin ekseriya başkasını yaralar ve zarar verir. Ahmaklık damgası Allah (c.c.)’ın bir mührüdür. Ona hiç kimse çare bulamaz.’

 Mevlana Hazretleri ahmaklık hakkında şöyle buyuruyor:

‘Ahmaklardan kaç ki, İsa (a.s.) onlardan kaçtı. Ahmaklarla sohbet nice kanlar dökmüştür.’

Yine Mevlana Hazretleri bazı beyitlerinde ahmakların vasıflarını şu şekilde anlatır: ‘Ahmak herkesin ölümünü işitir de kendi ölümünü hiç hatırına getirmek istemez.’ ‘Herkesin ayıp ve kusurunu kılı kırk yararcasına araştırır, görür ve etrafa yayar. Fakat hamakatinden dolayı kendisinin zerre kadar ayıbını görmez.’ O dünyaya öyle bir dalıp aldanmıştır ki her şeyin terk edileceğini çok iyi bildiği halde soyulmaktan korkar. Hâlbuki çıplak kimsenin, kendisini hırsızların soyacağından korkması ne tuhaf bir şeydir!’ ‘İnsan dünyaya çıplak gelmiş çıplak gidecektir. Hal böyleyken hırsız endişesinden neredeyse onun yüreği çatlar! Ölüm anında servetinin kendisine ait olmadığını anlar. Lakin iş işten geçmiş her şey bitmiştir.’  ‘Hayattayken onun bu mal kaybetme korkusu; eteğine çakıl taşları doldurup da kendisini mal sahibi zanneden ve onların üzerine titreyen çocukların korkusu gibidir. Eğer o çakıl taşlarından bir parçasını elinden alsan ağlar, geri versen sevinir. Çocukta ilim ve hal giysisi bulunmadığı için ağlaması da gülmesi de geçerli değildir. Ahmak da dünyanın geçici servetini kendisinin malı sandığı için o yalancı servetin üzerine tıpkı çocuk gibi titrer!’ ‘Dünya hayatı bir rüyadan ibarettir. Dünyada servet sahibi olmak ise rüyada define bulmak gibidir. Dünya malı belirli bir zaman dilimi içinde nesilden nesle aktarılarak yine dünyada kalır.’ Mevlana Hazretleri son beytinde şöyle bitirir: ‘Ölüm meleği, gafil zenginin canını almakla onu uykudan uyandırır. O kimse hakiki maliki bulunmadığı bir mal için dünyada çektiği sıkıntıya hayret eder ve bin pişman olur. Lakin bu ona hiç bir fayda vermez…’

Nitekim Hz. Ali (r.a.): ‘Ahmak ve cahil ile arkadaşlık etme. Ondan kendini koru. Nice ahmaklar vardır ki, arkadaş oldukları akıllı kimseleri helak ederler. Kişi, arkadaşı ile ölçülür. Bir şey için diğer şeyde mikyas ve benzerlik vardır. Kalpler buluştuğu zaman, birinin diğerine delaleti vardır’ buyurmuştur.

Resulullah (s.a.v.) ahmaklığı daha geniş bir çerçevede değerlendirerek, ifrat noktasında gülme ve ağlama esnasında çıkarılan sesleri ‘ahmak ses’ olarak ifade etmektedir. Resulullah (s.a.v.), oğlu Hz. İbrahim’i can çekişir vaziyette buldu. Kucağına aldı ve ağladı. Abdurrahman b. Avf (r.a.): ‘Ağlıyor musun? Ağlamaktan  bizi sen men etmedin mi?’ dedi. Resulullah (s.a.v.), “Hayır (ağlamaktan değil), iki ahmak, facir sesten yasakladım: Oyun, eğlence, musiki sesi ve şeytan çalgısı, bir de musibet sırasındaki (matem) sesi, yüzlerin yolunması, üst başın yırtılması ve matem. Ağlamak ise rahmettir, rahmet etmeyene merhamet edilmez.” (Tirmizi)

Hz. Aişe (r.a.)’nin rivayetine göre, bir adam, Resulullah (s.a.v.)’ın huzuruna girmek için izin istemişti. Resulullah (s.a.v.): “Bir aşiretin kardeşi ne kötü!” buyurdu. Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam gidince: ‘Ey Allah’ın Resulü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle söyledin. Sonra yüzüne karşı iltifat ettin, iyi davrandın’ dedim. Şu cevabı verdi: “Ey Aişe! Beni ne zaman  kaba buldun? Kıyamet günü, Allah-uTeâlâ hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak halkın kendisini terk ettiği kimsedir.” (Buhari) Kendisine ‘itaat edilen ahmak’ denilen bu ahmak adam Resulullah (s.a.v.)’in yanına geldiği zamanki iltifatını, bir kısım  âlimler, onun kalbini  kazanarak kavminin Müslüman olmasını sağlama ümidiyle izah etmiştir.

 Ahmaklıktan kurtulmanın yolu ise akıllı olmak ve akıllı olanlarla dostluk kurmaktır. Ahmaklıktan kurtulan, Rabbine yakın olur. O’na yakın olan da ilahi tasarrufa sahip olur. Allah (c.c.)’ın veli kulları, toplumun en akıllı, idrak ve şuur bakımından en üstün kimseleridir. Zira onlar Peygamber (s.a.v) varisleridir. “Ey akıl sahipleri benden korkun!” (Bakara;197)

Ayrıca bir adam Hz. Peygamber (s.a.v)’e çok methedildiğinde Efendimiz (s.a.v.) üç defa: “Aklı nasıl?” diye sormuştur. Bir başka hadislerinde ise: “Akıllı kimse, nefsini heva ve hevesine uymayan ve ölümden sonrası için hazırlık yapandır.” buyurmuştur. (Tirmizi)  Bir sahabe, Resulallah (s.a.v.)’a sordu: ‘Akıllı insan kimdir ya Resulallah?’  Hazret-i Peygamber (s.a.v.)  buyurdular: “Ölümü çok düşünen ve ona karşı hazırlığını tamamlamakla meşgul olan kimsedir. İşte onlar zeki insanlardır.”  Bunlara aldanmak ise, bir ahmaklık alametidir. O da bir Müslüman’a yakışmaz.

Akıllı insan, yalnız kendisini düşünmez, Müslümanların, yaşadığı toplumun dertleri ile dertlenir. Hem kendini (gönlünü) Hakk’a verir hem de ailesi ve çocukları ve yakınları ile de ilgilenir. Onları, maddî, manevî bakımdan aydınlatır. Aile bireylerinin, çocuklarının terbiye ve eğitimi ile meşgul olur. Onları başıboş bırakmaz, hepsine ayrı meşguliyet bulur. Katiyen atıl, batıl durmalarına göz yummaz. Çünkü her kötü hal ve ahlâksızlıklar işsizlikten gelir. Ailesinin ve çocuklarının dünyada huzurlu bir hayat sürmelerine itina eder. Diğer taraftan da kalplerine Allah (c.c.) ve Peygamber (s.a.v) sevgisini telkin eder, ihlâsla yapılan bu gayretler sonuç verir, onlar da kulluk görevlerini seve seve yapmaya koyulurlar. Akıllı insan’ın endişesi istikbaldir. Onun için dünya istikbali önemli ise de, baki (sonsuz) hayat olan ahret hayatı daha önemlidir. Yani ahrete Allah (c.c.)’ın rızası kazanılarak göçülebilirse, işte o zaman hakiki saadet başlar. Hatta dünyada iken.

Akıllı insan; düşük ahlâklı, diyaneti zayıf insanlardan hem kendisini hem de yakınlarını korur, mümkün olduğu kadar onlarla ilişki kurdurmaz. Çünkü o, kiminle ülfet edilirse, onun halinin, ahlâkının kolaylıkla kendisine geçeceğini bilir. Daima seciyeli, güzel ahlâklı, içi-dışı doğru, Müslümanlığın özünü kavramış, dürüst, insanlarla, sadıklarla beraber bulunmayı sever, gerekirse onlara hizmet eder ve onların yanlarından ayrılmaz. Ahmak insanlardan uzak durmaya çalışır. Ahmaklıktan, ahmak olmaktan ve ahmaklarla birlikte olmaktan Allah (c.c.)’a sığınır ve yalnızca O’ndan yardım dileriz.

Nuri KÖROĞLU

Nefsin Hastalıkları : HARAM İŞLEMEK

Haram, İslâm literatüründe, dince yapılması yasak olan şey’dir. Herhangi bir şeyi yemek, içmek, bir eylemi yapmak, bir davranışta bulunmak, bir sözü konuşmak dince yasaklanmış olabilir.

            İslâm dini, inanan insanlara bir takım şeyleri yapmayı emreder, bir takım şeyleri yapmayı da yasaklar. Bunlara emirler ve nehiyler (yasaklar) denir. Kavram olarak haram; kanun koyucunun (Allah’ın), inananlardan, bir şeyin yapılmamasını açık, kesin ve bağlayıcı bir şekilde istemesidir.

            İnsan dünyaya imtihan için gönderilmiştir. Kişi kendi isteği ile iyi veya kötü bir insan olabilir. Yaratan’ına itaat edebilir veya isyan edebilir. İnanıp şükreden bir kul olabilir yahut kâfir olup nankörlük de yapabilir.

            Rabbimiz iyiyi de kötüyü de, Peygamberleri ve Kitapları aracılığı ile ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (a.s.)’den, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar tüm insanlık tarihi boyunca, her devirde insanlara bildirmiştir. Son ilâhi kitap olan Kur’an-ı Kerim, doğruları ve yanlışları açık ve net göstermiştir. İnanan kimse, Kur’an’ın emir ve yasaklarını yerine getirmekten sorumludur. İman etmenin mantığı ve gereği, inanılan dinin kurallarını uygulamaktır.

            Allah (c.c.) kullarına bazı şeyleri yapmalarını, bazı şeyleri de yapmamalarını söylüyor. Bu bir taraftan Allah’a (c.c.) bağlılığı, O’nu sevmeyi, O’na itaati gösterdiği gibi, bir taraftan da yararlı şeyler kazanmayı, zararlı şeylerden kurtulmayı da beraber getirir. Allah (c.c.) insana faydalıyı emretmiş, zararlı olan şeyleri de yasaklamıştır. İslâm’ın bütün emirlerinde insan için fayda, bütün yasaklarının zatında da insan için zararlar vardır. Kişi emirlere uyduğu, yasaklardan kaçındığı müddetçe imanın gereklerini yerine getirmiş, Allah’a (c.c.) hakkıyla itaat etmiş, kendini kötülüklerden arıtmış ve şeytanın yolundan da ayrı olduğunu göstermiş olur. 

           Haramlar, insanları çirkinliklerden, kötülüklerden ve aşağılık şeylerden korumak için konulmuştur. Haramlara uyma bilinci, kişiyi koruyan, kişinin nefsini temizleyen ve kişiyi olgunlaştıran ve yücelten en güzel sebeptir. Dolayısıyla haramlar aynı zamanda kötü ahlâk davranışlarıdır. Bunlardan korunma ise iyi ahlâk davranışlarını kazanmakla mümkün olur.

            Bir şey haram olduğu için onu yememe, içmeme veya bir hareketi yapmama; yani haram hükmü verilen bir yasağa uyma, bu hükmü veren makamı yüce tanıma ve onun önünde ibadettir. İnsanlar Allah (c.c.)’a kulluk yapmaktan sorumlu olduklarına göre helâl ve haram ölçülerini de yalnızca O’ndan almalıdırlar. İnsanlar kendi düşüncelerine göre ve işlerine geldiği gibi helâl ve haram ölçüleri koyamazlar. Bunu yapanlar Allah (c.c.) katında bir vebal kazanırlar. “Dillerinizin yalan yere nitelemesinden ötürü, ‘şu helâldir, bu haramdır’ demeyin. Sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflah olmazlar.” (Nahl;116)

            İnsanların arzularından çıkan helâl ve haram ölçülerine uyulduğu zaman yeryüzünde hep fesat olur. “Eğer Hakk, onların arzularına (heva ve heveslerine) uysaydı, gökler, yer ve bunların içinde bulunanlar bozulur giderdi…” (Müminun; 71)

            Peygamberimiz (s.a.v.) de bazı konularda Allah’ın (c.c.) kendisine bildirdiği haramları ümmetine açıklamıştır. O şöyle buyurmaktadır: Dikkat edin, bana Kitap ve onun bir misli verildi. Dikkat edin, karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak size: “Bu Kur’an’a uymanız gerekir. Onda helâl bulduklarınız helâl, haram bulduklarınız haramdır (başka kaynağa ihtiyacınız yoktur)” demesi yakındır. Dikkat edin Allah elçisinin haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir.” (Ebu Davud)

            Herhangi bir kimsenin veya otoritenin haram veya helâl hükümlerini İslâm’ın ölçülerine zıt olmasına rağmen kabul etmek, onları Rab olarak tanımak anlamına gelir ki bir Müslüman bunu asla yapamaz. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

“Onlar hahamlarını ve rahiplerini aynı rablar edindiler. Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) de. Oysa kendilerine tek ilâh olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti. O’ndan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeyden uzaktır.” (Tövbe,31)

            Cahiliyye döneminde cömertliği ile bilinen Hatem Taî’nin oğlu Adiyy bir gün boynunda altından bir haç asılı olduğu halde Peygamberimiz (s.a.v.)’i ziyarete geldi. Kendisine Adiyy b.Hatem’in geldiği haber verildi. Resûlullah (s.a.v.) o sırada bu ayeti okuyordu. Orada söylenenleri duyunca dedi ki; ‘Ben Yahudileri ve Hıristiyanları tanırım, onlar hahamlarına ve papazlarına ibadet etmiyorlar.’ Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki; “Evet, onlar (onların önünde secde ederek) ibadet etmiyorlar, fakat onlar halka bir şeyi helâl veya haram kılıyorlar, halk da din adamlarının bu hükümlerini kabul edip uyuyorlar. İşte onları Rab haline getirmenin manası budur”  Sonra Peygamberimiz (s.a.v.) onu İslâm’a davet etti, o da Müslüman oldu.

            İnsanlara bir şeyi haram veya helâl yapma yetkisi yalnızca onları yaratan ve onları Ahrette hesaba çekecek olan Allah (c.c.)’a aittir. Kur’an’ın ve Sünnet’in açık ölçülerini bir tarafa atıp, onların var olan hükümlerini reddederek; başka güç merkezlerinin ölçülerini kabul etmek, sonra da o ölçülere uygun davranmak, iman iddiası ile bağdaşmaz. Bu kimseler Allah (c.c.)’ın yanında başka otoriteleri de ‘rab’ haline getirmiş olurlar.

            İslâm’a göre haram da bellidir, helâl de. Arada şüpheli olan bazı şeyler olabilir. Onlardan sakınmak ise müslümanın takvasıdır.

            İslâm’ın haram kıldığı bir şeyi helâl saymak çok büyük bir hatadır, Allah’ın hükümlerine korkusuzca karşı gelmektir. Ancak helâl kıldığı şeyleri insanlara haram saymak bundan daha büyük bir hatadır. Allah’ın kulları için helâl kıldığı, meşru hale getirdiği bir şeyi birileri haram kılamaz, onu insanlara yasaklayamaz. Bunu yapanlar ya da yapmaya kalkışanlar haddi aşmış kimselerdir.

“De ki: ‘Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?’ De ki: ‘o, dünya hayatında müminlerindir, Kıyamet günü de yalnız onlarındır.’ İşte biz, bilen bir topluluk için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (A’raf;32)

            Abdullah b. Abbas’ın anlattığına göre bir adam Peygamberimiz (s.a.v.)’e gelerek şöyle dedi: ‘Ben et yediğim zaman kadınlara ilgim artıyor ve şehvetim kabarıyor. Onun için et yemeği nefsime haram ettim’ Bunun üzerine şu ayet indi:

“Ey iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, sınırı aşmayın. Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Allah’ın size verdiği rızıktan temiz ve helâl olarak yiyin. İnandığınız Allah’tan korkup sakının.”  (Maide; 87-88)

            Zaruretler, bazen haramları helâl hale getirebilir. İnsan mecbur kaldığı zaman, mazereti sona erinceye kadar haramı kullanabilir, yiyebilir.

            Haram işleme hastalığından kurtuluşun en kısa yolu, derhal haramları işlediği çevreyi ve arkadaşlarını değiştirmektir. Müslüman insan, haramlara batmış diğer insanlarla ömrünü sürdürdüğü taktirde, haram işleme hastalığı sürecek ve ondan asla kurtulamayacaktır. Bir insanın aynı anda iki farklı grup ve ortamda bulunması da fizik olarak mümkün olmadığına göre, iyi ve Salih insanların arasına ve meclislerine katılmak en kestirme çözümdür.

            Kötü alışkanlıkların da insanı bağlayan birer zincir ve pranga olduğunu düşünmek gerekir. Haramların her birisinin gerek toplum ve gerekse birey hayatında ne kadar olumsuzlukları ve zararları olduğu, bunları yapmayanların bu zararları olmadığı artık her akıl sahibi insan tarafından kabul edilmektedir. İnsanın hem dünyada ve hem de ahrette saadet içinde olmasını isteyen Rabbimiz, bütün bu yasakları yine insanın yararı için koymuştur. Bu gerçeği bilip ona göre hareket edildiği taktirde hastalıklardan eser kalmayacaktır.

Nuri KÖROĞLU