Nefsin Hastalıkları : BOŞBOĞAZLIK – 2

İnsan, yerine ve zamanına göre konuşmasını ve susmasını bilmeli, konuşmasında da susmasında da aşırılıklardan kaçınmalıdır. Ecdadımız, “Çok söz yalansız, çok para da haramsız olmaz.” demiştir. Ayrıca, “Bilirsen güzel kelâm söyle ibret alsınlar, bilmezsen sükût eyle adam sansınlar.” ve “Allah (cc), insanoğluna bir ağız, iki kulak vermiştir. Bunun manası: ‘Bir konuş iki dinle’ demektir.” gibi sözlerle bizlere yol göstermişlerdir. Konuşmak, insanın başkalarına meramını anlatabilme özelliğidir. Cenab-ı Hak bu müstesna özelliği eşref-i mahlûkat olan insanoğluna bahşetmiştir. Âdemoğlunu diğer yaratılmışlardan ayıran ve ona ayrı bir değer kazandıran konuşma yeteneği, çok üstün bir meziyettir. Onun için her insan konuşma usul ve üslubunu yerli yerince kullanmalıdır.

Konuşma, insanın kişiliğini, seviyesini ve seciyesini (kişiliğini, karakterini) sergiler. Zaruret miktarı kadar konuşmalı, şayet konuşmayı gerektiren bir durum yoksa sükût etmeli, susmalıdır. Dile hâkim olmak dil sahibini yüceltir. Dili gelişi güzel ve ulu orta kullanmak ise sahibini toplum içinde şahsiyetsiz ve seviyesiz kılar. Susarak sessiz kalmak, sükûtu tercih etmek dil için en güzel ve en uygun terbiye metodudur. Fahri Âlem (sav) Ebu Zer (ra)’e yapmış olduğu bir nasihatinde şöyle buyurmuşlardır: “Sen çoğu zaman susmayı tercih et. Bu sana, dininde yardımcı olup şeytanı kovar.”

Başka bir mübarek sözlerinde de buyuruyorlar ki: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen hususları terk etmesi, olgun imanının gereğidir”

Boşboğazlık, düşünmeden konuşmak veya her içinden geçen düşüncenin söylenildiğinde nasıl bir sonuç doğuracağını tahlil etmeden söylemektir. Bu karakterde olan insan çok iyi niyetli olabilir, ancak karşıdakinin durumu bunu kaldıramayabilir. Sonuçta anlaşmazlık, kalp kırma ortaya çıkar.

Hz. Câbir (ra) anlatıyor: ‘Rasulullah (sav) buyurdular ki:

“Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de Bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice Benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır.” (Cemaatte bulunan bazıları): ‘Ey Allah’ın Resûlü! Yüksekten atanlar kimlerdir?’ diye sordular. “Onlar mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!” cevabını verdi.” (Tirmizi)

Rasulullah (sav),  bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Allah’a ve ahirete inanan ya hayır konuşsun ya sükût etsin”

Rasulullah (sav) bu ısrarlı uyarılarda hiçbir abartmaya yer vermemiştir. Zîra Kur’an’ın tekrar edilen âyetleriyle sabittir ki, ahirette kişi her anından, her fiilinden ve dolayısıyla her bir kelâmından hesaba çekilecektir. O gün, kişinin dünyada iken ağzından çıkmış olan her söz, lehine değilse, aleyhine olacaktır.

Dilimizde geveze, boşboğaz, laf ebesi, dedikoducu, dilli düdük, atıp tutan, yüksekten atan gibi, bir kısmı edebî, bir kısmı mahallî pek çok tâbir vardır, hepsi de çok konuşanları ifade eder. Çok konuşan, çok konuşmayı alışkanlık haline getiren kimse, her seferinde hayır konuşamayacağına göre boş söz, gıybet, dedikodu, yalan, kaba ve müstehcen sözler vs. araya girecektir. Bunların hepsi de kıyamet günü günah kefesinde yer alacaktır.

Hz. Hüseyin (ra) babası Hz. Ali (ra)’den, Peygamber Efendimizin (sav), meclisinde bulunan dost ve arkadaşlarına karşı nasıl davrandıklarını sorduğumda şöyle anlattılar:

“Rasulullah (sav) Efendimiz; her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve alçak gönüllü idiler, Asla asık suratlı, katı kalpli, kavgacı, şarlatan, kusur bulucu, dalkavuk ve kıskanç değildiler. Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir; kendisinden beklentisi olan kimseleri hayal kırıklığına uğratmaz ve onları, isteklerinden tamamen mahrum bırakmazdı.

Üç şeyden titizlikle uzak dururlardı:

-Ağız kavgası, boşboğazlık ve mâlâyanîlik

Şu üç husustan titizlikle sakınırlardı:

– Hiç kimseyi kötülemezler

– Kınamazlar

-Hiç kimsenin ayıbı ile gizli taraflarını öğrenmeye çalışmazlardı. Sadece yararlı olacağını ümit ettikleri konularda konuşurlardı.

Hazreti Peygamber (sav) konuşurken, meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi. Zât-ı Risâletleri susunca da, konuşma ihtiyâcı duyanlar söz alırlardı. Ashap, Rasulü Ekrem’in huzurunda konuşurlarken birbirleriyle asla ağız dalaşında bulunmazlardı. İçlerinden birisi Rasulullah (sav)’ın huzurunda konuşurken o sözünü bitirinceye kadar, hepsi de can kulağı ile konuşanı dinlerdi. Peygamber Efendimizin katında, onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü.’ (Buhari)”

Nitekim Allah-ü Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de bu hususla alakalı olarak şöyle buyurmaktadır:

“Hakikati yalanlayanlara uyma (onların arzu ve özlemlerine alet olma.) Onlar isterler ki sen (kendilerine) yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar. Uyma, çok yemin edip duran alçağa. Daima insanları çekiştiren, durmadan laf getirip götüren kovucuya. İyiliğe engel olan günahkâr zorbaya. Kaba ve zalimce davranan, bütün bunların ötesinde kimseye faydası olmayan (soysuz)a. O mal ve oğullara sahip olduğu için(midir nedir), ne zaman ayetlerimiz kendisine iletilse, “Bunlar öncekilerin masalları” der. Bu yüzden biz, onun hortumu üzerine damga vuracağız; onu, yakasını kurtaramayacağı bir zillet ile damgalayacağız.” (Kalem; 8-16)

Yukarıdaki ayet, düşük karakter tipinin örneklerinden birini gözler önüne seriyor ve iğrenç dedikodular yapan iftiracıya uymamak gerektiğini belirtiyor. Davranışlarında hiçbir ahlâkî kural tanımayan ve gıybet tiryakisi olan bu hasta tipler, hafiyelik ve boşboğazlıkla ömürlerini tüketirler.

Boşboğaz, geveze insanlar, bu huylarının fena ve zararlı olduğunu bildikleri ve çok kere böyle bir huya sahip olmaktan pişmanlık duydukları halde sırası gelince dayanamayıp yine ileri geri söz edip boşboğazlık yapmaktan kendilerini alamazlar.

Boş boğazlıktan kurtulmanın yolları şunlardır: Gururu, kibri, riyayı bırakıp amelleri doğrultmaya çalışmayı, sarf edilen sözlerde boşboğazlık, gevezelik edilmemesini, kötü, olumsuz amellerin saklanılmaya çalışılsa bile bunları Allah (cc)’ın bildiğini, bu yüzden doğru yolda giden insanlardan olunması gerekir.

Ayrıca boşboğazlığın pek çok ayrılığa, nifaka sebep olduğu, nice mühim sırların yayılmasına sebep olup bu sır sahiplerinin mahcup ve rezil, belki zulüm ve haksızlığa uğramalarına sebep olunmaktadır. Bunun için, boşboğazlara hiçbir zaman sır verilmemesi gerekir.

Üstadımız Nevşehirli Hacı Abdullah Gürbüz Hz.leri şu bu konuda tavsiyerlerde bulunmuşlardır ; diline sahip olan kendini selamette bulur. Yalnız insanlara verilmiş olan konuşma, bir tanışma, bir anlaşma aracıdır. Bu çok önemli özelliği gayesi dışında kullanmak sahibini hem geçici olan dünyada, hem de ebedi olan ahiret hayatında zelil ve rezil eder. Böyle bir akıbete düşmemek için dil denilen o küçük et parçasına ve ağzımızdan çıkan her söze, her kelimeye, her cümleye dikkat etmemiz ve kontrol altında bulundurmamız lazımdır.

Ecdadımız ne güzel söylemiştir: “Sükût-u lisan, selamet-i insan!”

Nuri Köroğlu

Nefsin Hastalıkları : HARAM İŞLEMEK

Haram, İslâm literatüründe, dince yapılması yasak olan şey’dir. Herhangi bir şeyi yemek, içmek, bir eylemi yapmak, bir davranışta bulunmak, bir sözü konuşmak dince yasaklanmış olabilir.

            İslâm dini, inanan insanlara bir takım şeyleri yapmayı emreder, bir takım şeyleri yapmayı da yasaklar. Bunlara emirler ve nehiyler (yasaklar) denir. Kavram olarak haram; kanun koyucunun (Allah’ın), inananlardan, bir şeyin yapılmamasını açık, kesin ve bağlayıcı bir şekilde istemesidir.

            İnsan dünyaya imtihan için gönderilmiştir. Kişi kendi isteği ile iyi veya kötü bir insan olabilir. Yaratan’ına itaat edebilir veya isyan edebilir. İnanıp şükreden bir kul olabilir yahut kâfir olup nankörlük de yapabilir.

            Rabbimiz iyiyi de kötüyü de, Peygamberleri ve Kitapları aracılığı ile ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (a.s.)’den, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar tüm insanlık tarihi boyunca, her devirde insanlara bildirmiştir. Son ilâhi kitap olan Kur’an-ı Kerim, doğruları ve yanlışları açık ve net göstermiştir. İnanan kimse, Kur’an’ın emir ve yasaklarını yerine getirmekten sorumludur. İman etmenin mantığı ve gereği, inanılan dinin kurallarını uygulamaktır.

            Allah (c.c.) kullarına bazı şeyleri yapmalarını, bazı şeyleri de yapmamalarını söylüyor. Bu bir taraftan Allah’a (c.c.) bağlılığı, O’nu sevmeyi, O’na itaati gösterdiği gibi, bir taraftan da yararlı şeyler kazanmayı, zararlı şeylerden kurtulmayı da beraber getirir. Allah (c.c.) insana faydalıyı emretmiş, zararlı olan şeyleri de yasaklamıştır. İslâm’ın bütün emirlerinde insan için fayda, bütün yasaklarının zatında da insan için zararlar vardır. Kişi emirlere uyduğu, yasaklardan kaçındığı müddetçe imanın gereklerini yerine getirmiş, Allah’a (c.c.) hakkıyla itaat etmiş, kendini kötülüklerden arıtmış ve şeytanın yolundan da ayrı olduğunu göstermiş olur. 

           Haramlar, insanları çirkinliklerden, kötülüklerden ve aşağılık şeylerden korumak için konulmuştur. Haramlara uyma bilinci, kişiyi koruyan, kişinin nefsini temizleyen ve kişiyi olgunlaştıran ve yücelten en güzel sebeptir. Dolayısıyla haramlar aynı zamanda kötü ahlâk davranışlarıdır. Bunlardan korunma ise iyi ahlâk davranışlarını kazanmakla mümkün olur.

            Bir şey haram olduğu için onu yememe, içmeme veya bir hareketi yapmama; yani haram hükmü verilen bir yasağa uyma, bu hükmü veren makamı yüce tanıma ve onun önünde ibadettir. İnsanlar Allah (c.c.)’a kulluk yapmaktan sorumlu olduklarına göre helâl ve haram ölçülerini de yalnızca O’ndan almalıdırlar. İnsanlar kendi düşüncelerine göre ve işlerine geldiği gibi helâl ve haram ölçüleri koyamazlar. Bunu yapanlar Allah (c.c.) katında bir vebal kazanırlar. “Dillerinizin yalan yere nitelemesinden ötürü, ‘şu helâldir, bu haramdır’ demeyin. Sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflah olmazlar.” (Nahl;116)

            İnsanların arzularından çıkan helâl ve haram ölçülerine uyulduğu zaman yeryüzünde hep fesat olur. “Eğer Hakk, onların arzularına (heva ve heveslerine) uysaydı, gökler, yer ve bunların içinde bulunanlar bozulur giderdi…” (Müminun; 71)

            Peygamberimiz (s.a.v.) de bazı konularda Allah’ın (c.c.) kendisine bildirdiği haramları ümmetine açıklamıştır. O şöyle buyurmaktadır: Dikkat edin, bana Kitap ve onun bir misli verildi. Dikkat edin, karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak size: “Bu Kur’an’a uymanız gerekir. Onda helâl bulduklarınız helâl, haram bulduklarınız haramdır (başka kaynağa ihtiyacınız yoktur)” demesi yakındır. Dikkat edin Allah elçisinin haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir.” (Ebu Davud)

            Herhangi bir kimsenin veya otoritenin haram veya helâl hükümlerini İslâm’ın ölçülerine zıt olmasına rağmen kabul etmek, onları Rab olarak tanımak anlamına gelir ki bir Müslüman bunu asla yapamaz. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

“Onlar hahamlarını ve rahiplerini aynı rablar edindiler. Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) de. Oysa kendilerine tek ilâh olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti. O’ndan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeyden uzaktır.” (Tövbe,31)

            Cahiliyye döneminde cömertliği ile bilinen Hatem Taî’nin oğlu Adiyy bir gün boynunda altından bir haç asılı olduğu halde Peygamberimiz (s.a.v.)’i ziyarete geldi. Kendisine Adiyy b.Hatem’in geldiği haber verildi. Resûlullah (s.a.v.) o sırada bu ayeti okuyordu. Orada söylenenleri duyunca dedi ki; ‘Ben Yahudileri ve Hıristiyanları tanırım, onlar hahamlarına ve papazlarına ibadet etmiyorlar.’ Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki; “Evet, onlar (onların önünde secde ederek) ibadet etmiyorlar, fakat onlar halka bir şeyi helâl veya haram kılıyorlar, halk da din adamlarının bu hükümlerini kabul edip uyuyorlar. İşte onları Rab haline getirmenin manası budur”  Sonra Peygamberimiz (s.a.v.) onu İslâm’a davet etti, o da Müslüman oldu.

            İnsanlara bir şeyi haram veya helâl yapma yetkisi yalnızca onları yaratan ve onları Ahrette hesaba çekecek olan Allah (c.c.)’a aittir. Kur’an’ın ve Sünnet’in açık ölçülerini bir tarafa atıp, onların var olan hükümlerini reddederek; başka güç merkezlerinin ölçülerini kabul etmek, sonra da o ölçülere uygun davranmak, iman iddiası ile bağdaşmaz. Bu kimseler Allah (c.c.)’ın yanında başka otoriteleri de ‘rab’ haline getirmiş olurlar.

            İslâm’a göre haram da bellidir, helâl de. Arada şüpheli olan bazı şeyler olabilir. Onlardan sakınmak ise müslümanın takvasıdır.

            İslâm’ın haram kıldığı bir şeyi helâl saymak çok büyük bir hatadır, Allah’ın hükümlerine korkusuzca karşı gelmektir. Ancak helâl kıldığı şeyleri insanlara haram saymak bundan daha büyük bir hatadır. Allah’ın kulları için helâl kıldığı, meşru hale getirdiği bir şeyi birileri haram kılamaz, onu insanlara yasaklayamaz. Bunu yapanlar ya da yapmaya kalkışanlar haddi aşmış kimselerdir.

“De ki: ‘Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?’ De ki: ‘o, dünya hayatında müminlerindir, Kıyamet günü de yalnız onlarındır.’ İşte biz, bilen bir topluluk için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (A’raf;32)

            Abdullah b. Abbas’ın anlattığına göre bir adam Peygamberimiz (s.a.v.)’e gelerek şöyle dedi: ‘Ben et yediğim zaman kadınlara ilgim artıyor ve şehvetim kabarıyor. Onun için et yemeği nefsime haram ettim’ Bunun üzerine şu ayet indi:

“Ey iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, sınırı aşmayın. Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Allah’ın size verdiği rızıktan temiz ve helâl olarak yiyin. İnandığınız Allah’tan korkup sakının.”  (Maide; 87-88)

            Zaruretler, bazen haramları helâl hale getirebilir. İnsan mecbur kaldığı zaman, mazereti sona erinceye kadar haramı kullanabilir, yiyebilir.

            Haram işleme hastalığından kurtuluşun en kısa yolu, derhal haramları işlediği çevreyi ve arkadaşlarını değiştirmektir. Müslüman insan, haramlara batmış diğer insanlarla ömrünü sürdürdüğü taktirde, haram işleme hastalığı sürecek ve ondan asla kurtulamayacaktır. Bir insanın aynı anda iki farklı grup ve ortamda bulunması da fizik olarak mümkün olmadığına göre, iyi ve Salih insanların arasına ve meclislerine katılmak en kestirme çözümdür.

            Kötü alışkanlıkların da insanı bağlayan birer zincir ve pranga olduğunu düşünmek gerekir. Haramların her birisinin gerek toplum ve gerekse birey hayatında ne kadar olumsuzlukları ve zararları olduğu, bunları yapmayanların bu zararları olmadığı artık her akıl sahibi insan tarafından kabul edilmektedir. İnsanın hem dünyada ve hem de ahrette saadet içinde olmasını isteyen Rabbimiz, bütün bu yasakları yine insanın yararı için koymuştur. Bu gerçeği bilip ona göre hareket edildiği taktirde hastalıklardan eser kalmayacaktır.

Nuri KÖROĞLU