Nefsin Hastalıkları : HUMUK

“Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alır.” (Bakara; 269)

‘Humuk’,  hamakat, ahmaklık, zihin durgunluğu, akıl ve zekâ yetersizliğidir. Aklın eksikliğinden doğan bir dimağ hastalığıdır. Humuk sahibi, bir şeyin zararını bilmekle beraber o şeyi konulmuş olduğu şeyin dışına, gayesine aykırı koyar. “De ki: “Biz Allah’ı bırakıp da bize fayda veya zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım? Allah bizi doğru yola kavuşturduktan sonra ardımıza mı dönelim? Arkadaşları, bize gel, diye doğru yola çağırdıkları halde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp, şeytanların ayartarak uçuruma çektikleri ahmak gibi mi olalım?” De ki: “Allah’ın gösterdiği yol, yegâne doğru yoldur. Bize, bütün âlemlerin Rabbine teslim olmamız emir olundu.” (En’am; 6-71)

 Ahmaklığın belirgin özellikleri şunlardır:

1. Sözünde ve işinde acele etmek,

2. Sözünden aşağı bir savunma ile dönmek.

3. Söz verip de dönmek, hakları gözetmemek ve bütün halktan sadakat ve gayret beklemek,

4. Denenmemiş kişilere iş konusunda güvenmek.

5. Akıl ve yeteneklerini kullanmadan evvel vücudunu kullanıp yormak.

6. Bilmediği kimselerin yanında bilgiçlik taslamak.

Kur’an-ı Kerim’de iki çeşit ahmaklıktan bahsedilmektedir. Bunlardan birinci sınıf, kâfirler ve müşrikler olup, Allah-u Teâlâ bunlar hakkında şöyle buyurmaktadır: ‘Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünemez ve idrak edemezler.’  Ebu Cehil, Ebu Leheb, Muğire b. Şu’be v.b. kimseler kalpleri mühürlü, sağır kör ve dilsiz olduklarından hidayete eremediler. Bu yüzden onlar: ‘Biz sana inanırsak Kureyş’in kadınları bizi ayıplar’ veya ‘Peygamberlik bize gelmeliydi. Çünkü bizim malımız ve çocuklarımız daha çoktur’ diyerek akıl ve mantık dışı şeyler söylemişlerdir. Öyle ki, Resulullah (s.a.v.)’ın hak peygamber olduğunu çok iyi bildikleri halde ahmaklıkları sebebiyle inat ve inkâr etmişlerdir. Sonunda ise azaba uğramışlardır. “İşte azap böyledir. Ahret azabı ise daha büyüktür! Keşke bilselerdi!” (Kalem; 30)

İkinci sınıf ahmaklar, yaptığının sonucunu düşünmeden, konuştuğu sözcüklerin neticesini düşünmeden hareket eden ve devamlı insanları inciten, kıran, bozan tiplerdir. Ahmaklık, neticede gafleti doğurur. Gaflet ise yaşanan anın, meçhul bir istikballe değiştirilmesi ve gelecek endişesi taşımamaktır. Bu yüzden Hak Teâlâ Hazretleri ‘gafillerden olma’ buyurmakla, esasen insanın gaflete düşmesine sebep olan ahmaklığı yermektedir.

Bir gün İsa (a.s), sanki kendisini bir aslan kovalıyormuş gibi canhıraş bir şekilde kaçıyordu. Adamın biri bu hale hayret ederek ardından koştu ve şöyle seslendi: ‘Hayrola, ürkütülmüş bir kuş gibi çırpına çırpına niçin ve nereye kaçıyorsun? Arkanda kimse yok!’  Hz. İsa (a.s.) o kadar hızlı koşuyordu ki, acelesinden adamın sorusuna cevap veremedi. Onun bu şekilde kaçışını merak eden adam, nihayet ona yaklaştı ve:

‘Ey Rûhullah! Ne olur Allah için bir an dur da söyle: Senin bu kaçışın benim için bir merak konusu oldu! Kimden kaçıyorsun? Arkanda ne aslan, ne düşman, ne de korkulacak bir şey var.’ dedi. Bunun üzerine Hz. İsa (a.s.): ‘Ahmaktan kaçıyorum ahmaktan! Git bana mani olma ki, kendimi kurtarayım!’ diye karşılık verdi. Bu kez adam: ‘Nefesi ile körlerin ve sağırların şifa bulduğu ‘Mesih’ sen değil misin? Diye sordu. Hz. İsa (a.s.): ‘Evet, benim’ diye cevap verdi. Adam devamla: ‘Manevi sırlara mazhar olan ve bu yüzden ‘Ruhullah’ sıfatını alan manevi şahıs sen değil misin? Sen ki, ölmüş birine o duayı okuduğunda, o kimse, av bulmuş aslan gibi kabrinden sıçrayıp kalkıyordu.’ dedi. Bunun üzerine Hz. İsa (a.s.) ‘Evet ölüye okuyan benim.’ cevabını verdi. Adam sordu: Ey güzel yüzlü İsa! Çamurdan kuş yapıp uçuran sen değil misin? Hz. İsa (a.s) ‘Evet…’ dedi. Sonra adam: ‘Ey temiz Ruh! İstediğin her şeyi yapabildiğin halde kimden korkuyorsun?’  Hz. İsa (a.s) : ‘Evvela ruhu, sonra cesedi yaratan Cenabı Hakk’a ve O’nun sıfatlarına yemin ederim ki, o duayı yani İsm-i Âzam Duası’nı sağır ve köre okudum; onlar iyileştiler. Yine o duayı kayalık bir dağa okudum, ortasından çatladı; ölü bir cesede okudum, dirildi; hiç bir şeyi olmayan fakire okudum, zengin oldu. Fakat o duayı bir ahmağın kalbine şefkat ve merhametle binlerce defa okuduğum halde fayda vermedi. O ahmak, katı bir taş kesildi; lakin ahmaklığından vazgeçmedi. Çorak bir kum oldu da, ondan bir ot bile bitmedi.’ dedi. Bu sözleri duyan adamın hayreti daha da arttı ve merakla Hz. İsa (a.s.)’ya sordu:

‘İsm-i Âzam’ bu kadar şeye tesir edip şifa verdiği halden niçin ahmaklığa tesir edememiştir? Hâlbuki diğerleri de bir hastalıktır; onlara deva olup da buna olamayışının sebebi-i hikmeti ne olabilir? Hz. İsa (a.s.) cevap verdi: ‘Ahmaklık, kahr-ı ilahî olan bir hastalıktır. Diğerleri ise körlük gibi kahr-ı ilahî’ye uğramayan hastalıklardır. İptila da bir hastalıktır; ancak sadece müptelasına acınır. Ahmaklığa gelince o da bir hastalıktır, lakin ekseriya başkasını yaralar ve zarar verir. Ahmaklık damgası Allah (c.c.)’ın bir mührüdür. Ona hiç kimse çare bulamaz.’

 Mevlana Hazretleri ahmaklık hakkında şöyle buyuruyor:

‘Ahmaklardan kaç ki, İsa (a.s.) onlardan kaçtı. Ahmaklarla sohbet nice kanlar dökmüştür.’

Yine Mevlana Hazretleri bazı beyitlerinde ahmakların vasıflarını şu şekilde anlatır: ‘Ahmak herkesin ölümünü işitir de kendi ölümünü hiç hatırına getirmek istemez.’ ‘Herkesin ayıp ve kusurunu kılı kırk yararcasına araştırır, görür ve etrafa yayar. Fakat hamakatinden dolayı kendisinin zerre kadar ayıbını görmez.’ O dünyaya öyle bir dalıp aldanmıştır ki her şeyin terk edileceğini çok iyi bildiği halde soyulmaktan korkar. Hâlbuki çıplak kimsenin, kendisini hırsızların soyacağından korkması ne tuhaf bir şeydir!’ ‘İnsan dünyaya çıplak gelmiş çıplak gidecektir. Hal böyleyken hırsız endişesinden neredeyse onun yüreği çatlar! Ölüm anında servetinin kendisine ait olmadığını anlar. Lakin iş işten geçmiş her şey bitmiştir.’  ‘Hayattayken onun bu mal kaybetme korkusu; eteğine çakıl taşları doldurup da kendisini mal sahibi zanneden ve onların üzerine titreyen çocukların korkusu gibidir. Eğer o çakıl taşlarından bir parçasını elinden alsan ağlar, geri versen sevinir. Çocukta ilim ve hal giysisi bulunmadığı için ağlaması da gülmesi de geçerli değildir. Ahmak da dünyanın geçici servetini kendisinin malı sandığı için o yalancı servetin üzerine tıpkı çocuk gibi titrer!’ ‘Dünya hayatı bir rüyadan ibarettir. Dünyada servet sahibi olmak ise rüyada define bulmak gibidir. Dünya malı belirli bir zaman dilimi içinde nesilden nesle aktarılarak yine dünyada kalır.’ Mevlana Hazretleri son beytinde şöyle bitirir: ‘Ölüm meleği, gafil zenginin canını almakla onu uykudan uyandırır. O kimse hakiki maliki bulunmadığı bir mal için dünyada çektiği sıkıntıya hayret eder ve bin pişman olur. Lakin bu ona hiç bir fayda vermez…’

Nitekim Hz. Ali (r.a.): ‘Ahmak ve cahil ile arkadaşlık etme. Ondan kendini koru. Nice ahmaklar vardır ki, arkadaş oldukları akıllı kimseleri helak ederler. Kişi, arkadaşı ile ölçülür. Bir şey için diğer şeyde mikyas ve benzerlik vardır. Kalpler buluştuğu zaman, birinin diğerine delaleti vardır’ buyurmuştur.

Resulullah (s.a.v.) ahmaklığı daha geniş bir çerçevede değerlendirerek, ifrat noktasında gülme ve ağlama esnasında çıkarılan sesleri ‘ahmak ses’ olarak ifade etmektedir. Resulullah (s.a.v.), oğlu Hz. İbrahim’i can çekişir vaziyette buldu. Kucağına aldı ve ağladı. Abdurrahman b. Avf (r.a.): ‘Ağlıyor musun? Ağlamaktan  bizi sen men etmedin mi?’ dedi. Resulullah (s.a.v.), “Hayır (ağlamaktan değil), iki ahmak, facir sesten yasakladım: Oyun, eğlence, musiki sesi ve şeytan çalgısı, bir de musibet sırasındaki (matem) sesi, yüzlerin yolunması, üst başın yırtılması ve matem. Ağlamak ise rahmettir, rahmet etmeyene merhamet edilmez.” (Tirmizi)

Hz. Aişe (r.a.)’nin rivayetine göre, bir adam, Resulullah (s.a.v.)’ın huzuruna girmek için izin istemişti. Resulullah (s.a.v.): “Bir aşiretin kardeşi ne kötü!” buyurdu. Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam gidince: ‘Ey Allah’ın Resulü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle söyledin. Sonra yüzüne karşı iltifat ettin, iyi davrandın’ dedim. Şu cevabı verdi: “Ey Aişe! Beni ne zaman  kaba buldun? Kıyamet günü, Allah-uTeâlâ hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak halkın kendisini terk ettiği kimsedir.” (Buhari) Kendisine ‘itaat edilen ahmak’ denilen bu ahmak adam Resulullah (s.a.v.)’in yanına geldiği zamanki iltifatını, bir kısım  âlimler, onun kalbini  kazanarak kavminin Müslüman olmasını sağlama ümidiyle izah etmiştir.

 Ahmaklıktan kurtulmanın yolu ise akıllı olmak ve akıllı olanlarla dostluk kurmaktır. Ahmaklıktan kurtulan, Rabbine yakın olur. O’na yakın olan da ilahi tasarrufa sahip olur. Allah (c.c.)’ın veli kulları, toplumun en akıllı, idrak ve şuur bakımından en üstün kimseleridir. Zira onlar Peygamber (s.a.v) varisleridir. “Ey akıl sahipleri benden korkun!” (Bakara;197)

Ayrıca bir adam Hz. Peygamber (s.a.v)’e çok methedildiğinde Efendimiz (s.a.v.) üç defa: “Aklı nasıl?” diye sormuştur. Bir başka hadislerinde ise: “Akıllı kimse, nefsini heva ve hevesine uymayan ve ölümden sonrası için hazırlık yapandır.” buyurmuştur. (Tirmizi)  Bir sahabe, Resulallah (s.a.v.)’a sordu: ‘Akıllı insan kimdir ya Resulallah?’  Hazret-i Peygamber (s.a.v.)  buyurdular: “Ölümü çok düşünen ve ona karşı hazırlığını tamamlamakla meşgul olan kimsedir. İşte onlar zeki insanlardır.”  Bunlara aldanmak ise, bir ahmaklık alametidir. O da bir Müslüman’a yakışmaz.

Akıllı insan, yalnız kendisini düşünmez, Müslümanların, yaşadığı toplumun dertleri ile dertlenir. Hem kendini (gönlünü) Hakk’a verir hem de ailesi ve çocukları ve yakınları ile de ilgilenir. Onları, maddî, manevî bakımdan aydınlatır. Aile bireylerinin, çocuklarının terbiye ve eğitimi ile meşgul olur. Onları başıboş bırakmaz, hepsine ayrı meşguliyet bulur. Katiyen atıl, batıl durmalarına göz yummaz. Çünkü her kötü hal ve ahlâksızlıklar işsizlikten gelir. Ailesinin ve çocuklarının dünyada huzurlu bir hayat sürmelerine itina eder. Diğer taraftan da kalplerine Allah (c.c.) ve Peygamber (s.a.v) sevgisini telkin eder, ihlâsla yapılan bu gayretler sonuç verir, onlar da kulluk görevlerini seve seve yapmaya koyulurlar. Akıllı insan’ın endişesi istikbaldir. Onun için dünya istikbali önemli ise de, baki (sonsuz) hayat olan ahret hayatı daha önemlidir. Yani ahrete Allah (c.c.)’ın rızası kazanılarak göçülebilirse, işte o zaman hakiki saadet başlar. Hatta dünyada iken.

Akıllı insan; düşük ahlâklı, diyaneti zayıf insanlardan hem kendisini hem de yakınlarını korur, mümkün olduğu kadar onlarla ilişki kurdurmaz. Çünkü o, kiminle ülfet edilirse, onun halinin, ahlâkının kolaylıkla kendisine geçeceğini bilir. Daima seciyeli, güzel ahlâklı, içi-dışı doğru, Müslümanlığın özünü kavramış, dürüst, insanlarla, sadıklarla beraber bulunmayı sever, gerekirse onlara hizmet eder ve onların yanlarından ayrılmaz. Ahmak insanlardan uzak durmaya çalışır. Ahmaklıktan, ahmak olmaktan ve ahmaklarla birlikte olmaktan Allah (c.c.)’a sığınır ve yalnızca O’ndan yardım dileriz.

Nuri KÖROĞLU

Nefsin Hastalıkları : BOŞBOĞAZLIK

Boşboğazlık; düşünmeden konuşmak veya her içinden geçen düşüncenin söylenildiğinde nasıl bir sonuç doğuracağını tahlil etmeden söylemektir. Bu karakterde olan insan çok iyi niyetli olabilir, ancak karşıdakinin durumu bunu kaldıramayabilir.

Hz. Câbir (ra) anlatıyor: “Rasulullah (sav) buyurdular ki: “Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de Bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice Benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır.” (Cemaatte bulunan bazıları): “Ey Allah’ın Resulü! Yüksekten atanlar kimlerdir?” diye sordular. “Onlar mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!” cevabını verdi.” ( Tirmizi)

Rasulullah (sav), pek çok hadislerinde müminleri diline sahip olmaya çağırır:

“Dudakları ile bacakları arasındakiler hususunda garanti verene Cennet’i garanti ederim” , “Allah’a ve âhirete inanan ya hayır konuşsun ya sükût etsin”

Rasulullah (sav) Efendimizin bu ısrarlı uyarılarda hiçbir abartmaya yer vermemiştir. Zira Kur’ân’ın tekrar edilen ayetleriyle sabittir ki ahirette kişi her anından, her fiilinden ve dolayısıyla her bir kelâmından hesaba çekilecektir. O gün, kişinin dünyada iken ağzından çıkmış olan her söz, lehine değilse, aleyhine olacaktır. Dilimizde geveze, boşboğaz, laf ebesi, dedikoducu, dilli düdük, atıp tutan, yüksekten atan gibi; bir kısmı edebî, bir kısmı mahallî pek çok tâbir vardır, hepsi de çok konuşanları ifade eder. Çok konuşan, çok konuşmayı alışkanlık haline getiren kimse, her seferinde hayır konuşamayacağına göre boş söz, gıybet, dedikodu, yalan, kaba ve müstehcen sözler vs. araya girecektir. Bunların hepsi de kıyamet günü günah kefesinde yer alacaktır. Hz. Hüseyin (r.a) babası Hz. Ali (ra)’den, Peygamber Efendimizin (sav), meclisinde bulunan dost ve arkadaşlarına karşı nasıl davrandıklarını sorduğumda şöyle anlattılar: Rasulullah Efendimiz (sav); her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve alçak gönüllü idiler, Asla asık suratlı, katı kalpli, kavgacı, şarlatan, kusur bulucu, dalkavuk ve kıskanç değildiler. Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir; kendisinden beklentisi olan kimseleri hayal kırıklığına uğratmaz ve onları, isteklerinden tamamen mahrum bırakmazdı. Üç şeyden titizlikle uzak dururlardı: Ağız kavgası, boşboğazlık ve mâlâyanîlik… Şu üç husustan titizlikle sakınırlardı: Hiç kimseyi kötülemezler, kınamazlar ve hiç kimsenin ayıbı ile gizli taraflarını öğrenmeye çalışmazlardı. Sadece yararlı olacağını ümit ettikleri konularda konuşurlardı. Hazreti Peygamber (sav) konuşurken, meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi. Zâtı Risâletleri susunca da, konuşma ihtiyacı duyanlar söz alırlardı. Ashâb, Rasulü Ekrem’in huzurunda konuşurlarken birbirleriyle asla ağız dalaşında bulunmazlardı. İçlerinden birisi Rasulullah (sav) Efendimizin huzurunda konuşurken o sözünü bitirinceye kadar, hepsi de can kulağı ile konuşanı dinlerdi. Peygamber Efendimizin katında, onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü.” (Buhari) Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Hakikati yalanlayanlara uyma (onların arzu ve özlemlerine alet olma.) Onlar isterler ki sen (kendilerine) yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar. Uyma, çok yemin edip duran alçağa. Daima insanları çekiştiren, durmadan laf getirip götüren kovucuya. İyiliğe engel olan günahkâr zorbaya. Kaba ve zalimce davranan, bütün bunların ötesinde kimseye faydası olmayan (soysuz)a. O mal ve oğullara sahip olduğu için(midir nedir), ne zaman ayetlerimiz kendisine iletilse, “Bunlar öncekilerin masalları” der. Bu yüzden biz, onun hortumu üzerine damga vuracağız; onu, yakasını kurtaramayacağı bir zillet ile damgalayacağız.” (Kalem; 8-16)

Nuri KÖROĞLU