Sultanımdan Gönüllere : CENNETE İLK ÖNCE CÖMERTLER GİRECEK

Cennet mekan üstadımız Nevşehirli Hacı Abdullah GÜRBÜZ (ks) Bir sohbetlerinde şöyle buyurdular :

Cennet kapısına insanlar kavim olarak, grup grup, bölük bölük gelecek ve üçe ayrılacaklar.

Birincisi: Âlimler grubu. İkincisi: Şehitler. Üçüncüsü de: Cömertler, olacak.

Âlimler diyecek ki; “Ya Rabbi! Ne olur bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Senin emrini, Kuran’ını, Muhammed-ül Mustafa’yı biz bunlara sevdirdik. İlmimizle amel ettik. Şu kapıyı açta biz bir girelim” ancak kapı açılmayacak.

Şehitler diyecek; “Ya Rabbi! Ne olur malımızla, mülkümüzle hepsini feda ettik, Senin için şehit olduk kanlarımızla geldik. Ya Rabbi! Şu cennetin kapısın aç” yine açılmayacak.

O zaman cömertler diyecek ki; “Ya Rabbi! O âlimlerin okuması için, Kuran Kurslarını, İmam Hatip Okullarını, İlahiyat Fakültelerini, İslam Endüstrilerini, onların kitaplarını, teçhizatını, kalemine varana kadar biz aldık, biz düşündük. Çünkü Sen cömertleri seversin. Bire on, bire yüz, bire yedi yüz vereceğin için bizde bunları tasadduk ettik, Ya Rabbi. Şu mücahitlere gelince onların atını, silahını, mermisini, her şeyini biz aldık. Ya Rabbi! Senin rızan için tasadduk ettik.”

Bunun üzerine Cenab-ı Allah; “Açın cennetin kapılarını cömertlere açın!” buyuracak.

Onun için cömert olalım.

Sahabelerden bir tanesi oturup, sürekli Kur’an okur, ibadet yaparmış. Aradan epey zaman geçince Rasulullah (sav) Efendimiz sorar;

– Sen burada devamlıca ne yapıyorsun?

Sahabe;

– Ya Rasulullah! İşte Kur’an’ımı okuyorum, ibadet yapıyorum, Allah’a (cc) kulluk yapıyorum, diye cevap verir.

Rasulullah (sav) Efendimiz;

“Peki, senin yiyeceğinle şu giyeceğini kim temin ediyor?” deyince, sahabe;

– Kardeşim, der.

Rasulullah Efendimiz ise;

– Sen kardeşine yüksün, kalk çalış hadi, buyurur.

Hazreti Ömer İbni Hattab camide bakıyor ki birkaç kişi böyle eline bir şeyler almış duruyorlar.

– Kalkın bakıyım çalışın, helalinden çalışın ve Allah (cc) yolunda tasaddukta bulunun, verin, diyor.

Bunun için dinimizde böyle meczup gibi gezme, ondan bundan isteme falan yok.

Birisi geliyor yine;

–Ya Rasulullah! Benim ihtiyacım var, şöyle fakr-u zaruret içerisindeyim, diyor.

Hemen elinden taşını alıyor ve ona;

– Senin mi benim mi? Sabah ekmeği ile öğleye azıcık yiyeceği varsa onun dilenmesi haramdır. Onun istemesi haramdır. İhtiyacını söylemesi haramdır, buyuruyor.

Ama şimdi zenginlerimizde kanaat yok. Zenginler daha çok istiyor. Fakirler için; “Şu adamın üç tane dört tane beş tane çocuğu var, geçinemiyor” demiyor. Ne satıyorsa, onun kanını emmeye gayret ediyor. Öldüğü zaman Allah (cc) soracak. Hâlbuki o zengin; “Aman Ya Rabbi!” diyecek. O fakire fukaraya yardımda bulunacak.

Fakir, kasaba vardı mı, en kötü eti ona veriyor. Zenginin parası sanki altınmış gibi ona etlisini en güzelini veriyor.

Ayakkabıcıya varıyor, zengine ikram ediyor da fakire geldi miydi iki mislisini istiyor. Bu şekilde olmaz, böyle insan böyle Müslüman olmaz. Böyleleri için Rasulullah (sav); “Bizden değildir” diyor.

Fakirlere merhametle şefkatle yaklaşacaksınız.

Çünkü zenginler güruhu Rasulullah’a gelip;

– Ya Rasulullah! Şu baldırı çıplaklar, kölelerle beraber oturmak bize zül oluyor. Bize şöyle yer ver de onlarla ayrı bir zamanda konuş” dediklerin de,

Resulü Ekrem (sav) Hazretleri de hem öksüz hem yetim hem fakir olduğu için şöyle bir düşünür. O anda Cebrail (as) gelir;

–Ya Rasulullah! O zengin cömertlerden, bu fukara-yı sabiriynler beş yüz sene önce cennete girecek. Beş yüz sene önce, der.

Bunun üzerine Rasulullah;

– El fakr-u fakr-u, el fakr-u fakr-u, el fakr-u fakr-u. Ben fakirlerle beraberim. Ben fakirlerle beraberim. Ben fakirlerle beraberim, buyurur.

Bunun için fakirleri gözetin. Şimdi odunu yoksa kömürü yoksa ekmeği yoksa diye düşünün. Allah (cc) razı olsun dernekler kuruluyor, vakıflar kuruluyor. Bunlara yardım etmek faydalıdır. Birbirlerinize yardım edin. Birbirlerinizi sevin, birbirlerinizle muhabbet edin. Şimdi hem dünyamızı hem de ahiretimizi geçindirmek için…

Bu din İslam dinidir. Efendim bu dünya için değildir. “Din işi ayrıdır, dünya işi ayrıdır” bunlar yanlış sözler. Din işi ve dünya işi birdir. Biz burada hem dinimizi yaşayacağız hem dünyamızdan da istifade edeceğiz.

Şimdi ise bize havadaki, karadaki, denizdeki mahlûkatın en şereflisi olarak, ahsen-i takvim üzere, en güzel surette halk eden Cenab-ı Zülcelâl Hazretlerine hamd edelim verdiği nimetler için. Ancak hamd O’na layıktır. Sabredelim gelen sıkıntılara, verdiği nimetlere şükredelim. O’nu gece gündüz, karda, kışta, seferde, seherde, hastalıkta her yerde zikredelim.

Nuri KÖROĞLU

Nefsin Hastalıkları : DELALET

Kim imanı küfürle değiştirirse şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur” (Bakara;108)

Dalalet; sözlükte yolunu şaşırma, kaybolma, azma, sapkınlık ve batıla yönelme demektir. Unutma ve yanılma anlamlarınada gelir.

Allah (cc)’ın hidayetine uymak insanın fıtratına (doğasına), yaratılışına daha uygundur. Dalaleti tercih edenler akl-ı selimi değil de sapıklığı yayanlar, şüphesiz zalim, fasık kimselerdir. Onları Allah-u Teâlâ şöyle ifade etmektedir:

“Onlar, sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.” (Nisa;44)

Dalalete, sapıklığa götüren şeytan, bunu yardımcıları ile birlikte yaparak insanları helâka götürmektedir. “Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.” (Furkan;29)

Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki ben de onlar(ı saptırmak) için Senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra (onların) önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve Sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın.” (Araf;16-17)

Kur’an-ı Kerim’de ismi çokça zikredilen firavun, yeryüzünde azmanın, sapmanın, kibirlenmenin, kendi heva ve hevesini ilahlaştıran, dalaletin ve zulmün en açık örneğidir. Şeytanın dostu olan bu zalim insan, sadece kendisini değil aynı zamanda etrafındaki insanları da dalalete sürükleyerek, onlarında helâk olmalarına sebep olmuştur.

Hz. Musa (as)’nın kavminden olan ve kendisine anahtarlarını güçlü insanların taşımakta zorlandığı kadar hazine verilen karun da azgınlıkta ve dalalette en açık örneklerden birisidir. “Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: ‘Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiğinden (Onun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas; 76-80)

Lider konumunda olan bu insanların sapıtması, dalalette olmaları kendilerine itaat eden toplumların da sapıtmasına sebep olmaktadır. Bu toplumlar, bazen bu liderlerin peşinden hiç sorgulamadan kayıtsız şartsız giderler. Yukarıda örneklerini verdiğimiz insanların hem kendileri sapıtmış, hem de kendilerine uyanları sapıttırmışlardır. Bu durumun kayıtsız şartsız itaat eden insanları kurtarmayacağını ayette şöyle görmekteyiz: “(Onlar) orada ebedî kalırlar ve ne bir dost bulabilirler, ne de bir yardımcı. O gün yüzleri ateş içinde çevriliyken: ‘Ah keşke Allah’a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik!’ derler. Yine derler ki: ‘Ey Rabbimiz! Biz beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yanlış yola götürdüler. Ey Rabbimiz! Onlara azabın iki katını ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle.” (Ahzap; 65-68)

Bu hususta Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Ümmetim hakkında en çok korktuğum (şey) saptırıcı imamlardır (önderlerdir).” (Dârimî)

Dalalet hastalığından kurtuluş yolunu Peygamber Efendimiz (sav)’in şu hadisinde ifade buyurduğu gibi Onun (sav) güzel ahlâkında bulmaktayız. “Bir grup sahabe geldiler, Rasulü Ekrem Efendimiz (sav)’e, ailelerinden ayrılmaya, vakitlerini dünyadan kesilerek namaz oruç gibi ibadetlerle geçirmeye kararlı olduklarını söylediler, bunlara cevaben Efendimiz (sav): “Benim ahlâkıma ve Benim yoluma uygun az amel, Benim yoluma uymayan çok bir amelden daha hayırlıdır. Benim ahlâkıma ve yoluma uymayan her bir hareket dalalettir, sapıklıktır. Her dalalet de Cehennem’de olur.”

Bir gün cemaatten bazıları sordu. “Ey Allah’ın Rasulü! Pekâlâ, ne yapalım?” Hz. Peygamber (sav): “Hz. İsa’nın ümmeti gibi yapın. Onlar, ateşe atıldılar, testerelerle biçildiler (fakat dinlerinden dönmediler). Allah (cc)’ın taati uğruna ölmek Allah (cc)’a isyan içinde yaşamaktan daha hayırlıdır.” (Ebu Davud)

Allah Rasulü (sav) dalalete düşmekten, sapıklığa uğramaktan ziyade Allah yolunda mücadele ederek gerektiğinde ise ölmeyi bize tavsiye etmektedir. Nitekim Kur’an’ Kerim’de; “Hakikat biz insanı birbiriyle karışık bir damla sudan yarattık. Onu, imtihan etmek için işitici ve görücü yaptık.” (İnsan;2) buyrulmaktadır. Bu sınama içerisinde Allah-u Teâlâ insanların dalalete, sapıklığa düşmemesi için dinler, peygamberler göndermiştir. Peygamber Efendimiz (sav), Veda Hutbesi’nde şöyle vasiyette bulunmaktadır: “Haberiniz olsun ki, Ben önceden gidip Havuz başında bekleyeceğim. Başka ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim. Sakın günah işleyip yüzümü kara çıkarmayın. Sakın Benden sonra dalaletlere (sapıklığa) dönerek birbirinizin boynunu vurmayın! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki, bildirilen kimse, buradaki işitenden daha iyi anlar ve muhafaza etmiş olur.”

Peygamber Efendimiz (sav)’in Veda Hutbesi’nde buyurduğu dalalete düşmeme yolu; Allah-u Teâlâ’ya kulluğu öğretecek ve Rasulullah (sav)’ın sünnetini bildirecek ilmin öğrenilmesidir. Ancak bu hususta çok dikkatli olunmalıdır. Çünkü insanların sapıtmalarında en büyük etkenlerden birisinin de âlimler olduğunu Peygamber Efendimiz (sav) şu hadisinde ifade etmektedirler: “Allah-u Teâlâ ilmi, kullarının kalplerinden silmek suretiyle değil, âlimlerin ruhlarını kabzetmek suretiyle alacaktır. Sonuçta hiç âlim kalmayınca insanlar cahil bir takım kimseleri kendilerine başkan edinirler, bunlara bir takım şeyler sorulur. Onlar da ilimleri olmadığı halde fetva verirler de hem kendileri dalalete düşerler hem halkı dalalete düşürürler.” (Buhari)

Dalaletin sonucunda insanların kalpleri katılaşır ve bu insanlara bir şeyleri anlatmak zorlaşır. “Andolsun ki cinlerden ve insanlardan birçoğunu Cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir.” (Araf; 179)

Bu insanların hidayeti bırakıp dalaleti seçtikleri için ahiretteki cezası ebedi Cehennem’dir. “Azgınlar için de Cehennem hortlatılmıştır. Onlara, ‘Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?’ denilir. Ve arkasından hep onlar (putlar ve azgınlar) o Cehennem’in içine fırlatılmaktadırlar. Ve bütün o iblis orduları onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki: ‘Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.” (Şuara; 91-97)

Sonuç olarak; Allah (cc)’ın davetine kulak asmayıp, O’nun dinini inkâr edenler, kendi hür iradeleriyle sonu ebedi azabın olduğu bir hayatı seçmiş olmaktadırlar. İnsanları Allah (cc)’ın yolundan uzaklaştıracak, sapıtmasına sebep olan insan, fikir, durum veya araçlardan uzak durulmalıdır.

Nuri KÖROĞLU