Sultanımdan Gönüllere : HUZUR İSLAMDADIR

Cennet mekan üstadımız Hadim-ül Fukara Abdullah Baba Hz. bir sohbetinde Şöyle buyurmuştur;

Huzur İslam’dadır. Huzur imanda, huzur ahlakta, huzur Allah (cc) korkusundadır. Bu millete Allah (cc) korkusu vermediğimiz sürece anarşik olayların durması mümkün değildir.

Huzurevleri açıyorlar. Huzurevi, babanın evi, annenin evidir. Huzurevi, evladın evi, kızının evi, oğlunun evidir.  Ailede birlik, aile nizamı İslam’da vardır. İslam, ailenin namusunu, ırzını, iffetini, ahlakını korur.

Burada anne ve baba hakkına değinmek istiyorum.

Resulullah (sav) Hazretleri;

“Annenizi sırtınıza alsanız, Hac vazifesi için Mekke’ye götürüp yedi defa anneniz omzunuzda olduğu halde tavaf yapsanız, Merve ile Safa tepesinde say yapıp, Arafat Dağı’na çıkarsanız, Arafat Dağı’nda vakfeye dursanız, Arafat Dağı’ndan sonra da Müzdelife’ye gelip omzunuzda annenizle taş toplayıp Mina’ya gelseniz, Mina’da üç gün büyük şeytan, orta şeytan, küçük şeytanı taşlasanız, ondan sonra Beytullah’ı yedi defa tavaf etseniz, tekrar Safa’yla Merve arasında say etseniz, anneni omzundan indirdiğin zaman ancak, annenizin doğum sancısını ödeyebilirsiniz” buyuruyor.

Annemizin siz ağlarken gece uykusunu bölüp de “yavrum hasta” diye başınızı beklemesinin, babanızın “yavrum hasta” diye hastaneler, doktorlar, ilaçlarla uğraşırken çektiği eziyetlerin hakkını nasıl ödeyeceksiniz?

Annenin babanın hakkı ile ölen insan Cehennem azabı görecek. Sabaha kadar namaz kılsa, akşama kadar oruç tutsa, annesi babası memnun değilse Cehennem azabı müstahaktır. Ama bu anne baba, inançsızsa o ayrıdır. İnanan anne babalar için söylüyoruz biz.

Şimdi ise ne yazık ki evlatlar annesine; “cadı garı”, babasına “moruk” diyor.

“Ben de sana birkaç kilo süt alayım da sen de hakkını istersen helal et istersen etme” diyorlar. Ne kadar bozuk bir üslup…

Zamanın başvekili sordu da onlara şu cevabı verdik;

“Daha Türkiye gibi dünyada dinine, imanına, ahlakına, örf ve adetlerine hakaret eden bir millet daha görülmemiştir. Bak Japonya dini inançlarına geleneklerine sahip, dünyaya hâkim oldu. Bak İngiltere’ye krallığına sahip, örf adetlerine sahip, bütün dünyada sözü geçer oldu”.

Daha birçok beldelerde de söylüyorum. Televizyonu açıyoruz, dinimizi, ahlakımızı bozan bütün cinsi münasebetleri gösterip, çocuklarımızın iffetini, namusunu, hayâsını berhava ediyorlar da hiç kimse bir söz dahi söylemiyor. Bir mektup dahi yazma cesaretini gösteremiyoruz. Radyolarda yirmi dört saat, dinimize, imanımıza, ahlakımıza, örf adetlerimize hakaret ediyoruz. Böyle olduğu müddetçe, başta gelen gazeteler müstehcen yayınlar yaptığı müddetçe, dinimize hakaret olduğu müddetçe, Türkiye’mizin kalkınması mümkün değildir. Çünkü biz ahlakça göçüyoruz. Gemi su aldı, batıyor. Bu geminin suyunu boşaltmak kurtulmak için geminin su alan yerini tamir etmemiz lazım. Su alan yerde ki ağacı değiştirmemiz lazım. İnançsızlık ağacını kaldırıp, inançlı bir ağaç yerleştirsek, gemimiz batmayacaktır. İnananlar bu ülkeye sahip çıkmadığı müddetçe memleketimiz batacaktır. Memleketimize sahip çıkalım. Devletimize sahip çıkalım. Ordumuza dua edelim. Mülkiye amirlerine dua edelim. Şimdiye kadar beddua ettik.

“Allah (cc) belanızı versin” dedik. Onlar bizim başımıza bela oldu. Şimdi tekrar tövbe edelim;

“Ya Rabbi! Ne olur Hâdî ismin ile hidayet eyle, Latif ismin ile lütfeyle…” diyelim.

Ordumuza sahip çıkalım, erinden generaline kadar;

“Ya Rabbi! Ne olur bunları muhafaza eyle, bunların kalplerine de kendi sevgini ver. Ya Rabbi Muhammed-ül Mustafa’nın sevgisini ver Ya Rabbi, Kuran sevgisi ver Ya Rabbi…”

Mülkiye amirlerimize de dua edelim. Dua mü’minin silahıdır. Sarhoşlarımıza sahip çıkıp dua edelim. Açık kadınlarımıza, kumarcılarımıza sahip çıkıp dua edelim. Onların elinden tutalım. Öyle namaz kılıp tespih çekmekle olmaz. İnananların ölçüsü Kur’an’dır. Ölçüsü Muhammed Mustafa’dır (sav), Resulullah Aleyhisselatü vesselamın sünnetlerini ihya etmektir. Muhammed-ül Mustafa’ya (sav) yapışırsak, O’nun sünnetlerini ihya edersek, O’na selat-ü selam getirirsek, O’na muhabbet edersek, O’nu her gün görmeyi arzu edersek hem dünyamız güzel hem de ebedi âlemimiz aziz ve güzel olur.

Bir gün, iki gün değil, iş daimi olmakla daimi. Yaptığınız ibadetler az olsa bile daim olsun. İnsanlar nankör olur, iyilik yaparsınız kötülük yaparlar. Ama Allah’ım (cc) hiçbir hayrınızı küçük de olsa katiyen zayi etmez.

İyiliğe iyiliği her adam yapar, hayvanlar bile birbirlerine karşı iyilik yapar.

İyiliğe kötülüğü şer adam yapar. Eğer birine iyilik yaptıysan o adam sana kötülük yaptıysa o adam şerdir. Gıybet yapar, aleyhte konuşur. Şurada “ihvanım” der, başka bir yerde “ya bırak sende şöyledir böyledir” der. İşte o adam şer insandır.

Ama kötülüğe iyiliği er adam yapar. Size ne kadar kötülük yaparlarsa yapsınlar, siz iyilik yaparsanız, Allah’a (cc) vuslat bulan veli insan olursunuz. Er adam olursunuz er. Sizler de er olmak için Allah’a (cc) yalvarın. Allah (cc), inşallah bu erlerden eylesin. (Âmin)

Nuri KÖROĞLU

Nefsin Hastalıkları : BASİRETSİZLİK VE KALP KATILIĞI

“(Sana karşı çıkanlar) Hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki gözler kör olmaz; lâkin sînelerdeki kalpler kör olur.” (Hac;46)

Basiretsizlik, körlük, bocalama, şuursuzluk, idraksizlik anlamlarına gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Allah’a yönelme ve Onun ayetlerini anlama husu­sunda duyarsızlığı ifade eden kalp katılığı ise, kasvetle, ifade edilmekte, lügat olarak sertlik ve katılık anlamını içermektedir.

Basiretsizlik gibi sevgi, kin, nefret, öfke, haset vs. birçok zaafın kalp körlenmesinde ciddi olarak etkisi bulun­maktadır. Bu gibi zaafların kendisinde aşırı bulunduğu birinin, sağduyulu, vicdanlı hareket etmesi düşünülemez. Kalp köreldiği için artık hiç bir olay ona tesir edememektedir.

Hâlbuki Kur’ân-ı Kerim, kâmil mümini, kalbi daima Allah-u Teâlâ’ya ve ayetlere karşı duyarlı bir şekilde ihtizaza gelen biri olarak tarif etmektedir. Şöyle ki; “Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfal; 2) 

Kalp katılığı da, hidayete engel olan hususlardandır. Kur’an-ı Kerim’de, kalp körelmesinin nedenlerinden biri olarak, zaman gösterilmektedir.

İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fasık kimselerdir.” (Hadid;16) Bu ayeti kerimede bahsedilen zaman, uzun fasıla, kalp katılığına sebep olmaktadır. Zamanın uzunluğu, insan hissiyatını kocatarak neşeyi yok eder; şevke gevşeklik, kalbe katılık verir. Bundan dolayı fertlerin kalplerinin katılaşmaması için, peygamberlerin ardı ardına dinî fermanlarla gelişinin hikmetlerinden birisi de, işte budur. Yani zamanın fertlerdeki hisleri eskitip yok etmesi sebebiyle onları bu mahmurluktan uyandırmak suretiyle ümit ve hayat membaını yeniden fışkırtmak için peygamberler gönderilmiştir.

“Andolsun ki biz, Nuh’u ve İbrahim’i gönderdik, peygamberliği de kitabı da onların soyuna verdik. Sonra bunların izinden ardı ardına peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik, Ona İncil’i verdik ve Ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk…” (Hadid; 26-27) Ayette belirtildiği gibi kalpleri katılaşmaya yüz tutmuş olan cemiyetlere peygamber ve yeni dinlerin gönderilmesi yoluyla, insanların kalp neşeleri ile şefkatleri tazelendirilmiş ve yeniden cemiyetlere duyarlı olmaları ve hayat kazanmaları sağlanmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de özellikle yahudilere yapılan hitapta kalplerinin katılığı taşa benzetilmektedir.

“Ne var ki bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. İşte onlar (yani kalpleriniz) şimdi katılıkta taş gibi yahut daha da ileri. Çünkü taşlardan öylesi var ki içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su kaynar. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı düşer…” (Bakara: 74) Bu ayet, yahudilerin kalplerini, bir takım gönlü yumuşatacak mucizelerden sonra dâhi, hakkı kabul etmeme ve nasihatten etkilenmeme hususunda gösterdiği katılığın ve sertliğin, taşların ulaşamadığı bir sertliğe vardığını ifade etmektedir. Bu bize kalplerin katılığının çok büyük bir kerteye varabileceğini göstermektedir. Efendimiz (sav)’i birçok sıfatı ile tanımalarına rağmen yahudilerin gelip iman etmemelerini, bu tarz bir kalp katılığına bağlamak lazımdır.

Sebeplerin hususiliği, hükümlerin umumiliğine engel olmadığı için, bu kalp katılığı diğer insanlar için de geçerlidir. Tarihin naklettiği gibi arena ve hipodromlarda esirleri aç aslanlara parçalatarak yerdeki taşlarla beraber gökyüzünü dâhi ihtizaza getirebilecek bu olayı, büyük bir zevk içinde seyreden insanların kalplerinin sertliği, kalp katılığının bir neticesidir. Kur’an-ı Kerim’in temas ettiği şekilde, müminleri ateşten çukurlara atarak diri diri yanışlarını büyük bir zevkle seyredenlerin kalpleri, Romalıların yaptıklarının aynısıdır. Bunun gibi gene Kur’an-ı Kerim’in işaret ettiği, diri diri Hazreti İbrahim’i (as) ateşte yakmaya teşebbüs eden Nemrud’un, insanları kazığa vuran Firavun’un kalplerinin ulaştığı kerte (derece) işte budur. Gene bunun gibi Araplarda başkalarına gider eş olur utancı veya açlık korkusuyla diri diri kız çocuklarını öz babaları tarafından gömerek öldürülmeleri, böyle bir kalp katılığının sonucudur.

Bu tür kalp katılıkları, tarihin her döneminde sergilendiği gibi insanlar ne kadar medenîleşse de her an sergilenecektir. Nitekim 19. asır olmakla beraber istiklâl harbinde cereyan etmiş olan ermeni mezalimi ile Bosna-Hersek’te yapılan sırp vahşeti de bunun bir örneğidir. Bu türden ruh halini taşıyanlardan bazıları bunun sonucu olarak, birçok ilâhî ayet görmüş olmakla beraber imana gelmemişlerdir. Nitekim Nemrut ve Firavun’a peygamberler (as) eliyle birçok mucize gösterilmiş olmasına rağmen, iman etmemişlerdir. Ancak İslam Arap yarımadasına geldikten sonra taştan yüreklere merhamet duygusunu sokmuştur; bu da, imanın bu hususta da büyük bir değer olduğunu ortaya koymak­tadır. İman, bu ruh halini taşıyan insanların kalbine yerleşince, bu şekilde olan kalp katılığını şefkat hissine dönüştürmektedir. Onun içindir ki iman bizim için en büyük nimettir. Rabbimiz, imanımızı hıfz ismiyle muhafaza eylesin, bizleri yolunda daim eylesin.

Nuri KÖROĞLU