Sultanımdan Gönüllere : ÜMMETİN HELAKI

Allah’ı (cc) çok sevelim, çok zikredelim. Kesiran kesira bu dünyadaki parti liderlerini makam, mansıp, koltuk, amirlik, memurluk veriyor diye seviyoruz da, neden bizi yaratan âlemin padişahını sevmeyelim. O’nu sevelim O’nun dini için çalışalım, 

Hazreti Ömer bir gün Rasulullah’ı(sav) ağlarken görünce;

– Ya Rasulallah anam babam sana feda olsun. Neden gözyaşı döküyorsun? diye sorar.

Rasulullah (sav) bugünü işaret edercesine şu cevabı verir;

– Ümmetim puta tapmaz. Ancak onları üç şey helak edecek. Para, kadın ve makam sevdası…  Onun için gözyaşı döküyorum.

Şeyh Şamil Hazretleri’ne Rus Çarı şöyle diyor;

– Biz sizi yıkmak için üç tane metot aldık elimize, diyor. Birincisi; “Parayla bozalım, rüşvetle bozalım” dediler. Para girdimi, “köşeyi dönelim, rahat ederiz” düşüncesi her şeyi unutturur. Para kazanma hırsı adamı bozar. Para araç olmalı, amaç olmamalıdır.

İkincisi ; “Kadın teklif edelim,” dediler.

Üçüncüsü de;  Makam sevdasıdır.

Şeyh Şamile Rus Çarı;

– Biz senin dervişlerinin ve zakirlerinin kimini paraya zorladık satın aldık, diyor, geriye çekildi. Kimine kadın teklif ettik. Sarışın kadınları görünce dayanamadı oda gitti. Kimine makam teklif ettik. Şu beldeyi size veriyorum haydi sizin olsun tapularıyla beraber dedik, dayanamadılar. Seni terk ettiler. Bir sen kaybetmedin sen yine kazançlısın, diyor. 

Avrupa da bu üç şeyi metot aldı. Müslümanların kimine para verdi, parayla bozdu. Kimine makam verdi, makam ile bozdu. Kimine kadın verdi, kadınla bozdu. Şimdi Türkiye ve dünyada da olaylar hep para, kadın ve makam sevdası üzerine kurulu. Allah (cc) bizleri bu zilletlere düşürmesin İnşâallah (âmin).

Kadın ile de imtihan ise bizleri Yusuf (as) gibi hıfzı muhafaza eylesin. (âmin).

Parayla imtihan ederse Süleyman (as), ahir zaman nebisi Muhammed-ül Mustafa ve İsa (as) Hazretleri gibi olalım. Metelik dini değil bu din, Allah’ın (cc) birliğine hamd edelim ki, Allah para için bozulanlardan etmesin. (âmin)

Makam sevdasına gelince, biz Allah (cc) için çalışalım. Şimdi Şeyhliğini aldık deseler. Ben gene çalışacağım. Cehennemlik deseler Allah (cc) için yine çalışacağım. Narda, nurda, mülk Allah’ın (cc) isterse cehennemine atar, isterse cennetine atar. “İlahi ente maksudi ve rızake matlubi Ya Hazreti Allah (cc)” deyip çalıştığımız zaman Allah (cc) bizim zerre kadar hayrımızı, zerre kadar şerrimizi zayi etmez. Allah (cc) için çalışalım, Allah (cc) için iyilik yapalım.

Görüyorsunuz değil mi? Ümmetinin bu üç şey yüzünden helak olacağını söyleyen Rasulullah nasıl gözyaşı döküyor. Öyleyse biz de O’na layık olmak için, bu tuzaklara düşmeyelim ve O’na sürekli selat-ü selam getirelim, O’nun sünnetlerini ihya edelim. Öldüğümüz zaman da onlar bize sahip çıkarlar. Allah (cc); “Herkes içki hane, meyhane, kumarhanelerde gezerken sizler beni zikrettiniz habibime salât-ü selam getirdiniz. Ben de size çok güzel nimetler hazırladım. Hadi geçin bakalım” diyecek. İnşâallah bundan şek şüphe etmeyiniz. Bozulduğu zaman hemen abdestimizi tazeleyelim. Varsa dahi yeniden abdest almak; nur üstüne nurdur, yeniden alın. Senede bir orucunuzu tutun, mali durumunuz iyi ise Hicaza gidin, zekâtlarınızı verin, yalan söylemeyin, yemin etmeyin. Haram yemeyin, suizanda bulunmayın. Bir kadın bir erkek,  ya da bir erkek talebe ile bir kız talebe konuştukları zaman; “Bunların arasında şöyle böyle şeyler var” demeyin. Gıybet yapmayın, anne ve babanıza öf bile demeyin. Erkekler beş vakit namazınızı camide kılın, ailenizle iyi geçinin, içki ve kumardan uzak durun; haramdır. Bunları ahitleştiğimiz zaman, siz Allah (cc) için vazifenizi yapıyorsunuz, demektir. Ondan sonra manevi vazife başlar. Nedir ki manevi vazife;

Sizlerin rüyanızda ya da dünyanızda, darlıkta, genişlikte sekaret halinde, mahşer yerinde, kabirde, hesap gününde mürşidi kâmilin vazifesi başlar. Bunu inkâr edenlere Peygamber (sav) efendimizin bir hadisi şerifin de;

– Ey ashabım benim öyle ümmetlerim olacak ki, bir kavme şefaat edecek. Öyle ümmetlerim olacak ki; bir beldeye şefaat edecek. Öyle ümmetlerim var ki; bir köye şefaat edecek. Öyle ümmetlerim var ki; bir cemaate, öyle ümmetim var ki; bir kişiye şefaat edecek, buyuruyor.

– Bunlar kimlerdir Ya Rasulullah?  diye sorulunca da,Rasulullah (sav);

– Vereset-ül enbiya’dır. Onlar benim varislerimdir. Şeriatla amel edip, tarikata sulük edip, seyri sülukunu tamamlayan, maneviyatta görev verdiğim zatı muhteremlerdir, buyuruyor. İşte bunlara da Mürşid-i Kamil denir.

Tarikatların banisi Peygamber (sav) Efendimizdir. Bütün peygamberler hem tarikat hem şeriatla amel etmişlerdir. Sahabeler, şeyhülislamlar, evliyalar ve âlimler de öyle amel yapmışlardır. Çünkü Allah’ı (cc) sevenler Allah’ın (cc) yolunda devam ederler. Ahmed-i Kebir-i Rufai pirimiz, Ebe’l alemeyn, iki sancaklı, iki nesepten hem Hazreti Hasan hem Hazreti Hüseyin Efendilerimizin soyundan gelir. Bakın fıkıh kitaplarından Resulullah (sav) Efendimiz çocuklar dışında elini kimseye öptürmemiştir. Fakat âlimler sonradan sonraya fetva veriyorlar kimlerin eli öpülür, kimlerin eli öpülmez diye. Üstadımız doksan altı yaşında vefat etti, Resulullah Efendimiz nasıl zikir yaptıysa, piranlar evliyalar nasıl zikir yaptılarsa tarikatta da öyle tadili erkân vardır. Üstadımız tekkelerin kapatıldığı zaman ellerine ayakkabı, üstlerine ceket alıp yollara düşmüşler. Ümmetin kurtuluşu için.

“Ne olur Ya Rabbi! Ne kadar medya varsa, gericiler, yobazlar, irticacılar, karacumacılar diye hakaret ediyorlar. Biz de, biz Müslümanlar da sabır ediyoruz. Sabrımız taşmadan hile ve desiselerini başlarına geçiriver Ya Rabbi. Ecellerini en kısa zamanda getiriver Ya Rabbi. Müslümanların elini kana bulama Ya Rabbi, Hıfzu muhafaza eyle Ya Rabbi, sev Ya Rabbi, sevindir Ya Rabbi, sevdir Ya Rabbi, Müslümanları hıfzı muhafaza eyle Ya Rabbi, son nefeste Kelime-i Şehadet getirerek Cennet ve Cemaline vasıl eyle Ya Rabbi”

Mevlana Celaleddin Rumi öyle diyor;

“Ayım Şems, Güneşim Şems, Ruhum Şems. Sen olmasaydın ne Allah’ı (cc) bulur ne de Muhammed (sav) görebilirdim Şems” diye bağlılığını gösteriyor.

İlmel yakinden aynel yakine, aynel yakinden de Hakkel yakine vasıl olmayı nasip ediyor. Cenab-ı Mevla sizlere de nasip etsin İnşallah.

Yirmi yedi sene vaaz ve nasihatte bulunmuş bir Hoca Efendi Elazığ’a geldi, bize:

– Peygamber (sav) Efendimiz rüyamızda ya da rabıtayla görülür mü? diye sordu.

– Bize sorma. Şuradaki ibadet eden müminlere Müslümanlara sor da söylesinler, dedik.

Baktı en küçük sabi yavruyu seçti. “Buna sorarsam göremez” diye düşündü.

– Evet efendim kaç sefer, deyince aldığı cevap karşısın da şaşırdı:

– Demek kalben de görülür mü? dedi.

– Evet, görülür, dedik.

Orda bir Yakup’umuz var.

– Efendi Baba iki gözyaşı dökmeyince Beytullahı göremiyorum. Gözyaşımı akıtınca Mevlam perdeyi kaldırıyor. Beytullahta namazımı kılıyorum. Orda tavaf edenlerin karşısında, dedi. 

Evet görülür. Göremeyenler siz niye göremiyorsunuz? Siz de insansınız. Dinimiz bir, Rabbimiz bir, kitabımız bir, imanımız bir. Neden göremiyorsunuz?

Öyle gurrap gibi ötme ilen,

Tembel tembel yatma ilen,

Haram Helal cuk cuk yutma ilen

Cennet Cemal bulunur mu?”

Allah’ı (cc) seversen o da seni sever. Sevince Habibini de gösterir. Bizler de teveccüh eder Salâvat-ı Şerifeyi çok getirirsek Rabbim bize de gösterir İnşâallah. Kişi sevdiği ile beraberdir. Bunu övünmek için değil irşad için söylüyorum. Yeter gaflet uykusunda uyuduğumuz. Uyanın artık! Ne demek din işi ayrı, devlet işi ayrı. Dinle dünya bir olmaz diye bizi uyuttular. Evliya kapısını kapattılar. Tarikatçılar, hu’cular, irticacılar, yobazlar, gericiler diye bizi uyuttular. Sanki adamlar uzaya çıktı da biz olmaz dedik gibi, hep bize buluyorlar kabahati.

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : BERAAT GECESİ

Kardeşlerim!

İster bey olsun ister paşa, kim olursa olsun Allah (cc) şekle, şemale bakmaz, kalbe bakar. Buraya toplanmamızda bir gaye, bir maksat var:

“İlahi ente maksudi ve rızake matlubi Ya Hazreti Allah (cc)! Matlubumuz Sensin Ya Rabbi! Maksadımız da senin rızandır. Ne olur bizden de razı ol Ya Rabbi!”. Gayemiz budur. Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri bizleri yolunda daim eylesin.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, Habibi Ahmed Resulü Muhammed’i (sav) çok sevdiği için;

“Levlake levlak lema halaktül eflak” (Sen olmasaydın Habibim Ben bu kâinatı yaratmazdım), buyuruyor.

Ne yazık ki zamanımızda, bazı ilim takımında olanlar Muhammed-ül Mustafa’yı (sav) çok basit görüyorlar. Allah (cc) onlara “Hâdi” ismiyle hidayet eylesin. İslam’ı yaşıyor gibi görünüyorlar ama İslam’ın en önemli mevzusu olan;

“Ey iman edenler! Allah’a (cc) itaat edin, Peygambere de itaat edin” (Nisa:59) ayetini dikkate almıyorlar. Muhammed-ül Mustafa (sav) hem evveldir hem ahiridir. O’nu çok sevmemiz lazım. Allah-ü Teâlâ seviyor ve meleklere de sevmesini emrediyor:

“Şüphesiz, Allah (cc) ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de O’na salât edin ve tam bir teslimiyetle O’na selam verin.” (Ahzab/56) buyuruyor, yine Mevlayı Zülcelâl Hazretleri:

“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr/7) ayet-i kerimesiyle Rasulullah’ın (sav) emrine ittiba etmenin farz olduğunu bildirmektedir.

“O heva ve hevesinden konuşmaz. O kendisine inzal olunan vahiyden başkası değildir” (Necm/3–4) ayet-i kerimesiyle de Rasulullah’ın (sav) sözünün kendi sözü olduğunu buyurmaktadır.

Muhammed-ül Mustafa’yı (sav) seven evliya olur, Allah’a dost olur, namazı da Miraç olur. O’nu basit görenler de kendileri basitleştirir. Esfel-i safiline kadar düşmeye başlarlar. Biz hiçbir Müslüman’ın, esfel-i safiline gitmesini ve yanmasını arzu etmeyiz. Allah (cc) da onlara “Hâdi” ismiyle hidayet, “Latif” ismiyle lütfeylesin.

Berat Gecesi’nin olmasının hikmeti, şöyledir: Allah-ü Teâlâ Hazretleri;

“Ya Habibim, kalk! Gece Beni zikret, yalvar, niyazda bulun.” buyurdu.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, Habibi Ahmet Resulü Muhammmed’e, cenneti ve cehennemi gösterdiği zaman; cehennemde yüzde yetmiş kadınlara, yüzde otuz da erkeklere azap edildiğini gördü, çok üzüldü. Ağlamaya başladı, öyle ki ailesine emretti;

“Beni hiç kimse ziyarete gelmesin, kapıyı ört, kimseye izin yok.”

Ebu Bekir Sıddık Hazretleri geldi, kapıyı açmadı. Ömer-ül Faruk Hazretleri geldi kapıyı açmadı. Osman-ı Zinnureyn Hazretleri geldi kapıyı açmadı. Aliyyel Murtaza Hazretleri geldi yine kapıyı açmadı. Peygamberimizin çok sevdiği kızı Fatımat-üz Zehra Anamız geldi:

 – Babacığım, Senin elemin benim elemim, senin kederin benim kederimdir, deyince kapıyı açtı.

Fatıma Annemiz baktı ki Peygamberimizin sakalları ıslanmış, seccade ıslanmış, dayanamadı:

– Nedir babacığım bu halin, diye sordu. Rasulullah (sav) Efendimiz:

– Ümmetimin hali nice olacak, ümmetimi azapta gördüm, onun için Mevlayı Zülcelâl Hazretlerine yalvarıyorum, buyurdu.

İşte Şaban-ı Şerif’in on dördüncü gecesini on beşinci gecesine bağlayan gece… Fatıma Annemiz bunu duyar duymaz evine geldi, gusül abdesti aldı ve ağlamaya başladı ve şöyle niyaz etti:

“Ya Rabbi! Hani Habibini sevdin de ‘Vema erselnake illa rahmetenlil alemiyn’ (Biz Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik) dedin. Ne olur babamın duasını kabul eyle, ümmeti Muhammed’i bağışla.”

Gözünden yaş ineceği anda da Cenab-ı Allah (cc), meleklere; “Fatımat-üz Zehra’nın, gözündeki yaş yere inmesin, düşmesin” diye emretti. Ardından da Rasulllah’a;

“Kalk Ya Habibim! Senin ümmetini beraat ettim, af eyledim. Bu gece hürmetine, daha nice geceler vereceğim senin ümmetine.” buyurarak kullarına af geceleri vereceğini müjdeledi.

Aman Ya Rabbi!

Ne rahmet ne mağfiret ne sevgi…

Ne güzel Habib ne güzel Dost…

Allah-ü Zülcelâl Hazretleri ne kadar af ve mağfiret sahibi…

Emirlerini tutmayan insanları af ve mağfiret etmek için; Mevlit Gecesi’ni, Miraç Gecesi’ni, Berat Gecesi’ni, Kadir Gecesi’ni, cuma gecelerini, bayram gecelerini vesile kılmıştır.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretlerine bu gecelerde affımız için yalvarmamız, dua etmemiz, elimizden geldiğince iyilik yapmamız, gündüzünde oruç tutmamız gerekmektedir. Sahabeler bu söylediklerimizi yapmışlar, böylece Allah’a (cc) dost olmuşlardır.

Bizlere bu nimetleri bedava veren, imtihan için bu dünyaya gönderen Cenab-ı Zülcelâl Hazretleridir.

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum, Beni beslemelerini de istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” (Zariyat, 56–57–58)

Yani Mevlayı Zülcelâl Hazretleri;

“Ben insanları ve cinleri başıboş, gayesiz, rast gele yaratmadım. Bilakis, onları bir gayeye binaen yarattım. Sizi başıboş hayvan gibi de yaratmadım, sizin içinizden peygamberler gönderdim, kitaplar gönderdim, arifler gönderdim, veliler gönderdim; bunlara tabi olun, sıratı müstakimde olun, nefsinize ve şeytana uymayınız.”

“Sakın ha! Eğer nefsinize ve şeytana uyarsanız, azab-ı elimi de hazırladım” diyor.

Bizi eşref-i mahlûkat olarak havadaki, karadaki, denizdeki mahlûkatın en şereflisi ve en güzel bir surette yaratan Yüce Yaradan’dır. Ay, yıldız, semavat, bütün mükevvenat bizim içindir, ahirette öyledir.

Tövbe edelim de Allah’a layık kul, Muhammed-ül Mustafa’ya (sav) layık ümmet olalım.

Allah (cc) hepinizden razı olsun

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : CUMA GECESİNİN FAZİLETİ

Âlemleri yoktan var edip bizleri sonsuz nimetleri ile kuşatan Allah-ü Teâlâ’ya hamd olsun, salât ve selam O’nun Habibi, Edibi, Resulü Kibriya Muhammed-ül Mustafa (sav) Efendimiz Hazretlerine ve O’nun ashabının ve O’nun yolunda gelen bütün meşayıh-ı kiramın ve müminlerin üzerine olsun…

            Kardeşlerim;

Mübarek cuma günü Hakk katında pek faziletlidir. Rasulullah (sav) Hazretleri cuma günü için;

“Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı cuma günüdür. (Buhari, Müslim) buyurmuştur.

Cuma haftanın faziletidir. Hele cumada bir saat vardır, o saat eşref saatidir ki kıymet biçilemez. Hazreti Peygamber bu saatten bahisle;

 “Onda öyle bir vakit vardır ki; hiçbir Müslüman kul namazda bulunup ve o saate rast getirip, Yüce Allah’tan bir şey dilesin de, Allah ona dilediğini bahşetmesin” buyurmuş ve o vaktin kısa olduğunu anlatmak için eli ile işaret etmiştir.

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri;

“Kim ki cumada bana boyun bükerse, huzuruma gelirse Ben onun duasını kabul ederim” buyuruyor.

O kulunun bir haftalık, yani iki cuma arasında kalan günahlarını affediyor. Rasulullah Aleyhisselatü Vesselam Hazretleri cuma hakkında çok hadisleri var; 

“Cuma’ya ilkönce gelen insan bir deve kesmiş sevabı verilir, beş dakika sonra gelene sığır kesmiş, sonra ki beş dakika içinde gelen bir koyun, sonra ki beş dakika için de gelene bir keçi kesmiş sevabı verilir. Ezan okunduktan sonra gelene de Allah (cc) onlara da rahmet eder yine rahmetini kesmez” buyuruyor.

Başka bir hadisinde;

“Cuma mümin bayramıdır. Cuma gecesi gecelerin en hayırlısıdır” buyuruyor.         

           Bayram gecesi, Kadir Gecesi, Mevlüt Gecesi, Beraat Gecesi… Bu geceler nasıl kıymetliyse, cuma gecesi de böyledir. Mümin ve Müslümanlar cuma günü, sabah kalktı mı koltuk altını, kasığını temizlemelidir. Gusül abdestini almalıdır. Cuma namazına niyet etmelidir; “Ya Rabbi! Cumayı ben gusül abdestiyle kılayım” diye. Evinden çıkıp herkese selam vermeli, annesine babasının gönlünü almalı, komşularına selam vermeli, kimseye küsmemelidir. Bugün için de piranlar, Allah’ın (cc) dostları; kelplere, hayvanlara dahi selam vermiştirler. Yine selam vererek camiye girmelidir.

           “Rasulallah Aleyhisselatü Vesselam Hazretleri nasıl niyet ettiyse ben de o niyet üzere niyet ediyorum Ya Rabbi”, deyip bu şekilde camiye sağ ayakla girmelidir.

           “Ya Rabbi! İtikâfa niyet ettim” deyip ve ilk safta yer varsa oraya geçmelidir. Saflar sık sık tutulmalı ve cumada huzur huşu içerisinde Cenab-ı Zülcelâl Hazretlerine istiğfar edilip, salât-u selam getirilmelidir. Ondan sonra tefekkür etmeli, sonra da tevekkül etmelidir.

           “Ya Rabbi! Ben geldim” deyip boynunu bükmelidir. Cuma namazının iç ezanı ile imam efendi tekbir alıp “Allah-u Ekber” diyene kadar Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri duaları kabul eder. Cuma’yı kıldıktan sonra hemen dağılmalar oluyor, faziletini bilseler dağılmazlar. Bir gün ashab-ı süffe dedi ki;

           – Ya Rasulullah; Bizim paramız yok iyilik yapalım, iyilik yapanlar cennetle müjdelendi. Biz ne amel işleyelim, ne yapalım? 

Rasulullah (sav);

– Size bir kelam öğreteyim de siz onu yapın. Namazdan sonra otuz üç defa “Subhanallah”, otuz üç defa “Elhamdülillah”, otuz üç defa “Allah-u Ekber” deyin. Sonunda da tesbihatı okuyun, dua edin. Şu Uhud Dağı altın olsa siz de tasadduk etseniz bu sevaba nail olamazsınız, buyurmuştur. 

            Cumanın da kıymetini bilseler, katiyen dağılmazlar gençlerimiz. Hele ibadette taatta çokça geliyorlar. Bunlar cumanın son sünnetlerini kılsınlar, tesbihatı yapsınlar. Hem işleri rast gider, hem de memurlar tarafından da sevilirler. Cuma ahlakın bir sembolüdür.

              Avrupa’ya gittim. Cumartesi ve pazar günü yedisinden yetmişine kadar herkes kiliseye gidiyor. Siyah, lacivert elbise giyiyorlar, çocuklarını alıyorlar. Papaz efendi onlara oyuncak verirmiş, şeker verirmiş. Çocuklar ille “Biz de kiliseye gideceğiz” diye ağlarmış.

           Biz de ise baba evladını teşvik etmiyor. Neymiş; “Dükkânım kapanır da ticaretten kalırım”, O senin yaptığın ticaret haramdır. 

           Cuma suresinin dokuzuncu ayetin de;

            “Ey müminler! Cuma günü namaza çağrılınca alışverişi bırakarak hemen Allah’ı zikretmeye koşun. Böyle davranabilirseniz, sizin için daha hayırlıdır” buyurmaktadır.

           Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri onun için; sadece Nevşehir’imizde değil bütün Müslüman âleminde Cuma namazlarının sevabını ve Cuma namazının kadrini bilenlerden eylesin İnşallah!

Allah’ın emir ve yasaklarına dikkat edip, O’nu sevip, O’nun rızasını kazanmaya çalışanlar, ebedi âlemi görmüş, ebedi âlemi için çalışanlardır. Diğerleri ise bu dünya da toprak olacaktır. Bu dünya da yaşayanlar, saltanatlarını, emirlerini, yaşantılarını, her kötülüklerini bu dünyada yaparlar. Öldükleri zaman kabirde ne yapacaklar?

Cenab-ı Allah;

“Ben size şah damarınızdan yakınım. Ecel geldi şimdi nereye gideceksiniz bakalım. Hangi rab kurtaracak sizi Benim elimden. Hangi ilahınız kurtaracak kim kurtaracak sizi? Şimdi hesabınızı göreceğim” buyuruyor.

Biz bunların hepsine inandık. Rabb’im; O’nu zikrederken ruhumuzu teslim etmeyi nasip ve müyesser eylesin. Allah (cc)  günahlarımızı affettirecek ameller işlemeyi nasip etsin.

Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh…

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : TEFRİKAYA DÜŞMEYİN

Allah (cc) hepinizden razı olsun. Umduklarımıza nail etsin, korktuklarımızdan hıfz-ı muhafaza eylesin. Âlem-i İslam’a dirlik birlik beraberlik versin. Cemian Kur’an’a yapışmak nasip ve müyesser eylesin. Bizleri hakkı hak, batılı batıl bilenlerden eylesin. Son nefesimizde “Eşhedü Enlâ İlâhe İllallah ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühu ve Resuluhu” diyerek çene kapamayı, cennet ve Cemalullah’ı nasip eylesin. Âmin.

Kardeşlerim! Ne yazık ki toplumumuz da fitne ve tefrika aldı başını yürüdü. Fitne dediğim; desise, benlik, kibir, gurur, kendinde olmayan hasletler karşısındakinde var diye düşmanlık yapmaktır. Bu fitneler arttıkça da bölünmeler artar ve ortaya tefrikalar çıkar. Herkes kendinden olanı beğenir, diğerlerine ise sürekli kusur bulma çabasına girer. Oysa İslam tektir, tek vücuttur. Allah (cc) ve Resulü’nün emrine itaat eden ehl-i Sünnet vel-cemaattir. Süleymancısı olsun, Nurcusu olsun, tarikatçısı olsun, Nakşibendî’si olsun; inançta bir, itikatta bir, amelde bir, dinde bir, ahlakta bir, fazilette bir, hepsinde biriz. Meslekte ayrı, meşrepte ayrı, inançta biriz. Ben katiyen bunları ayrı gayrı gözetmem. Ancak ortaya fitne girdiğinden böyle ayrımlar yapılıyor. Bu fitneyi de Avrupa sokuyor içimize.

Cennet Mekân Üstadım hayattayken arkadaşların yanında bir gün;

            – “Evladım Beni altı piran destekliyor, Seni on iki piran destekliyor. Hikmeti nedir? Evladım Seni on iki piran nasıl destekliyor?” diye sordu.

Ben de şöyle cevap verdim;

– Efendim, Ben camiye gittiğim zaman arka safta namaz kılarım. Secdeye vardım mı, ‘Ya Rabbi! Tüm din kardeşlerim Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resulallah diyorlar, abdestini alıyorlar, namazını kılıyorlar, ibadet yapıyorlar bunların umduklarına nail et! Bunların dualarını kabul eyle Ya Rabbi!’ diye dua ederim. Rabb’imin kulu, Habibi’nin ümmeti diye hepsini sever hepsine dua ederim. Sonra particilik, fırkacılık bilmem. Şu şudur, şu dinsiz, şu imansız, şu kâfirdir gibi sözleri asla söylemem.

Efendim‘de Bana;

– Hâza ümmetçisin evladım, dedi.

Her vardığımız yerde; Nurcular bir tarafta, Süleymancılar bitarafta, Nakşîler bitarafta, Kadiriler bitarafta, Uşşakiler bitarafta, Melamiler bitarafta. Ne acı ki birbirlerini sevmiyorlar. Birbirlerinin yanına da gelmiyorlar.

Diyanet teşkilatı da böyle; hoca müezzini sevmiyor, müezzin hocayı sevmiyor. Hoca müftüyü sevmiyor, müftü vaizi sevmiyor ve birbirlerine hiç muhabbetleri de yok. Bir araya da gelmiyorlar. Sebep nedir? Sebep Kur’an ve Sünnet’ten kopmuş olmamızdır.

Allah (cc) bunların basiretini açsın. İki nur var insanda, bir iman nuru birde kalp nuru. Kalp nuru körlendi mi hakikati göremez.

Hepimiz horoz olduk; az bilen de çok bilen de. Çok bilen; “bunlar cahil daha tahareti bilemez” diyor, aAz bilen de diyor ki;  “yalan söyleme” deyip kendi yalan söylüyor, “cömert olun” deyip kendileri cimri, “gıybet yapma” deyip kendileri gıybet yapıyor, “birbirinizi sevin” deyip kendileri birbirlerini sevmiyor. Bunlar nasıl örnek olup doğruyu gösterebilir. Örnek ancak tasavvuftadır.

Üstadımız Cennet Mekân şöyle derdi;

“Evladım! Çorum’da dokuz tane dergâh vardı, dokuz tane. Ne zaman? Osmanlı zamanında. Bir mübarek gün olduğu zaman Ulu camiye giderdik. Hepimiz namazı kıldıktan sonra oturur, bir halaka kurardık. En yaşlı zat Fatiha Şerife der. Makamlara bağışlardı. Ondan sonra boynunu bükerdi. O’nun sağ tarafında ki kardeşimiz Estağfirullah el-Azim derdi. Ondan sonra sol tarafta oturan Kelime-i Tevhid, sağ tarafta oturan Lafza-ı Celal, diğeri Hu esması, Hay esması diyerek hepsi de bir esma okuttururdu. Dokuz tane şeyh, dokuz tanesi de boynunu büker esmaları söylerlerdi. Duaya geldi mi, yine o ihtiyar zatı muhtereme duayı ettirirlerdi. Senlik benlik yoktu. Çünkü, “Vahit” tek olan Allah’a (cc) kulluk yapılıyordu. Şimdi ise kesretteyiz evladım”.

Nefsimizin esiri olduk. Nefsimiz neyi severse seviyoruz, nefsimiz neyi sevmezse onu ruhumuzun sevmesi de mümkün değildir.  Camiye geliyor, saflara bakıyor, kendi partisinden birini görürse yanına giriyor değilse girmiyor. Kendi tarikatındaysa yanına varıyor. Değilse varmıyor. Saflarda dahi birlik beraberlik olmuyor.

Bu tefrikalara sebep yine nefisdir. Nefis insanı “Doğru yolda olan sensin, tabiî ki en doğruyu siz bilirsin” diyerek yoldan çıkarır. Oysa Allah’a (cc) giden her yol birdir. Sadece kimi caddeden gider, kimi ise toprak yol kullanır.

Yapılması gereken nefisle mücadele etmektir. Hayatın her anın da nefis ile cihat gereklidir.

Bir kişinin nefsi galebe çalıpta onu hileye haksız kazanca sevk edecek olursa hemen şöyle düşünmeli;

“Aman Ya Rabbi! Bu kul hakkıdır. Aman Ya Rabbi! Ben nasıl bunu düşündüm. Ya Rabbi! Çoluğum çocuğum rahat edecek ama azab-ı elimi ben göreceğim. Tövbe Ya Rabbi!” deyip hemen orada nefsi ile cihat yapmalıdır.

Eve gelip ailesinin durumuna kızınca nefis, küfret anasına babasına dediğin de:

“Benim annem babam nasıl kıymetliyse, onun annesi de babası da kıymetli. O benim ortağım olur. O benim çocuklarımın annesi, benim namusum, iffetim, şerefim, hayâm, ben bunu nasıl inciteyim otur yerine nefis” deyip nefsine ve diline hâkim olmalıdır.

Ailenize zulmetmeyeceksiniz, çocuğunuza kızmayacaksınız. Hemen onun için hayır dua edeceksiniz. “Allah (cc) hayırlı etsin evladım, Allah (cc) işini rast getirsin evladım, Allah’ım (cc) sevsin evladım, Allah’ım (cc) seni evliyalara katsın evladım” demek lazımdır, kızıp bağırmak yerine. Gerçek cihat budur işte.

Cihat deyince yanlış anlıyorlar. Cihat ellerine kılıcı alıp, nerede bir gâvur görürlerse, nerde bir dinsiz görürlerse vurup öldürmek değildir. Çünkü öncelikle kendi nefsimizle cihat etmemiz gerekir.

Bütün Evliyaullah böyle cihat etmişlerdir. Bahaddin Nakşibendî Hazretleri şöyle buyurur;

“Daima Ben nefsimi Firavun bilirim” diyor.

           Rasulullah (sav) zamanında, birisi böyle pehlivan gibi yürüyormuş.    

            Sahabeler;

            – Ne kadar pehlivan bir delikanlı, deyince Rasulullah (sav);

            – O’na pehlivan denmez, ona kuvvetli derler. Pehlivan genç odur ki; ihtiyar gibi ölümü düşünüp ahiretine çalışırsak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır, buyurmuştur.

Allah-ü Teâlâ böyle gençlerin yüzü suyu hürmetine bizleri affetsin!

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : YALNIZ ALLAH (CC)’IN RIZASINI GÖZETİN

“İlahi Ente Maksudi ve Rızake Matlubi Ya Hazreti Allah (cc)”

Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri;  

“Birbirlerinizi incitmeyin. Birbirlerinizin aleyhinde konuşmayın. Suizanda bulunmayın” buyuruyor.

Rasulullah (sav) Efendimiz de hiçbir hadis-i şerifinde kötülük yapın dememiştir.

Ebu Cehil’e dâhi, beş yüz defa tebliğ için gitmiştir. Ebu Cehil diye bile hitap etmemiştir. Ebu Cehil’e;

– Ya Ebul Hakem! Benim Rabbime ne zaman iman edeceksin. Beni ne zaman tasdik edeceksin” diye sorduğunda, Ebu Cehil bir mucize ister. Allah-ü Teâlâ  (cc) ona istediği mucizeyi gösterdiği zaman ise;

– Sen bu ilmi nerden öğrendin. Sen bu sihri nasıl öğrendin? diye karşı çıkar. Hâlbuki Ebu Cehil de biliyordur, Muhammed-ül Mustafa’nın (sav) peygamber olduğunu.

Eğer İslam tarihini okuyan varsa, peygamberlerin tarihinde yazar. Ebu Süfyan şunları anlatıyor;

“Ebu Cehil’le Ebu Gubeys Dağı’na çıktık. Baktık ki, Muhammed (sav) ve adamları Umre yapmaya gelmişler. Binlerce insan, üzerlerinde iki parça bez, başları açık, yalınayak ihrama girmişlerdi.

Sordum Ebu Cehil’e;

– Görüyor musun şu Muhammedi (sav) ? O’nun için bunlar canlarını feda ediyorlar. Yalınayak, başı açık, daha kendilerini korumaya dahi bıçakları, kılıçları yok. Bu nasıl bir bağlılık öğle değil mi?

Ebu Cehil’de bana gülümsedi o gülümseyince tekrar sordum;

– Yoksa sen Muhammed’in (sav) peygamber olduğuna inanıyor musun?

Ebu Cehil;

– Evet, O Muhammed (sav) emindir. Asla yalan söylemez doğrudur. O’nun göstermiş olduğu mucizeyi, O’nun Rabbısından başkasının yapması mümkün değildir. Akılların, hayallerin, idrakin dahi, aciz kaldığı mucizeler gösterdi, deyince, tekrar sordum:

– Peki, sen inandın mı?

– Hayır inanmadım. Çünkü eğer peygamberlik gelseydi, aynı soydanız. Ben Mekke’nin reisiydim. Bana gelirdi. Zenginlik bende, ilim bende, tahsil bende, her şey bende. Bana gelmediği için buğzediyorum. Onun için inkâr ediyorum. Değilse Muhammed (sav) doğrudur, diyor.

Açın peygamberler tarihini, en son sözü bu olmuştur. Küfür inadı yaptılar.

Aradan zaman geçti. Mekke’nin fethi anında Ebu Süfyan;

– Eyvah bu Ebu Cehil’in dediği doğrudur. Bu insanlarda bir Allah sevgisi var. Bir Muhammed (sav) sevgisi var. O’nun için canlarını feda ediyorlar. Bir beraberlik var. Bir ahlak var, bir maneviyat var, diyor ve Müslüman oluyor.

            Onun için Kuran’ı Kerim’de ve Peygamber Efendimizin hiçbir hadis-i şeriflerinde ‘İncitin, yakın, yıkın, öldürün’ diye bir şey yoktur. 

            Her zaman; ‘İyilik yapın, ihsanda bulunun, ahlak-ı hamide sahibi olun’ diye buyrulmuştur.

           Ancak, Allah-ü Teâlâ Hazretleri kötülük yapanlara ceza için ayet göndermiştir: “Kötülükleri önle ki, kötülüğü yapan insanlar, iyilik yapan insanlara zulüm etmesin”. Onun için Elhamdülillah dinimiz Allah’ın (cc) lütfu ilahisidir. Ne kadar hamdetsek, ne kadar şükretsek, ne kadar zikretsek, ne kadar sevsek azdır.

            Bir gün, Bâyezid-i Bistâmi Hazretleri rüyasında; çok hastalandığını görür. Birçok tabip gelmesine rağmen hastalığa bir çare bulamazlar ve ölür. Öldükten sonra iki tane Melaike gelir. Soru soran Melaikeler;

            – Ya Beyazıt, Allah (cc) Sana adaleti ile mi, yoksa lütfu ile mi hükmetsin? Hangisi istersin? diye sorunca,

            Bâyezid-i Bistâmi âlimdir. Mübarek zat;

            – Zerre kadar hayır da, zerre kadar şer de zayi olmaz. Allah’ın (cc) adaletine sığınıyorum, diye cevap verir.

            – Öyle ise Beyazıt, şu gözünün nurunun hesabını, şu aldığın bir nefesin hesabını ver bakalım. Bir nefes cihana bedeldir. Bir nefes o kadar güzeldir ki, bir defa ‘La İlahe İllallah Muhammeden Rasulullah’ demek, bütün kâinata bedeldir.

           Eğer bir insan gelse de şu ağzını, burnunuzu kapatsa, bantlasa, eline silah alsa, ne veriyorsunuz dese, 60 senelik kazancınızı her şeyinizi verirsiniz, bir nefes için değil mi?

      İşte Bâyezid-i Bistâmi’ye nefesinin, sıhhatinin hesabı falan sorulmaya başlayınca, hemen ağlamaya başlar.

             “Ya Rabbi! Adaletinle değil, lütfun ile muamele et, Ya Rabbi!  Ya Latif, lütfun ile muamele et, Ya Rabbi! Ey Latif! Ya Latif! Ya Latif!” derken uyanır.

            Hemen dervişlerine der ki;

            – Bizim ibadetlerimizin, taatlerimizin, bizim zikrullahımızın, gözümüzle nefesimizin hesabını bile ödemesi mümkün değildir. Allah’ın (cc) lütfuna sığınalım. Yaptığımız ibadet ve taate güvenmeyelim. Allah’a kulluk yapalım.

            Yine bir gün, bir derviş şeyhini cehennemlik görür. Kalp gözü açılmış, dervişliğin ilk basamağı kabir haline vakıf olmaktır. Bunu zaman zaman söylüyoruz ki bilinsin diye. Şeyhini bu halde görünce, derviş iki gün üç gün ağlar, sızlar. Bu halini gören şeyhi sorar;

            – Evladım nedir senin derdin, bir sıkıntın mı var?

            O dervişte gördüğünü anlatır. Bunun üzerine şeyh;

            – Evladım biz onu kırk senedir görüyoruz. Ama başka gidecek Rab mi var? Başka ilah mı var? Başka Allah mı var? Biz ona ibadetle mükellefiz. Bir tek O’nun rızası için ibadet yapacağız. İsterse narına atsın, isterse nuruna atsın, diye cevap verir.

            Aradan biraz geçer. Derviş bu sefer üstadını cennette, hem de yedinci kat cennet makamında görür. Derviş sevinmeye başlar. Düğünüm bayramım bu gün diye ilahiler söyler. Böyle pervane gibi dönmeye başlar.  Diğer dervişler sorar;

            – Senin bu halin nedir? Bu gün çok sevinçli bir günümdeyim, deyip, “Allah! Allah!” diye zikreder.

            Onu gören şeyhi sorar;

            – Nedir, evladım sendeki bu neşe? diye.

           Derviş;

            – Elhamdülillah Efendi Hazretleri cennette yedinci katta makamınızı gördüm, deyince de Üstadı;

– Evladım biz ne cennet için ne de cehennem için ibadet yapmıyoruz. Biz Allah için O’nun rızası için ibadet yapıyoruz. O’nu sevebilmek, O’na kulluk yapabilmek için “İlahi Ente Maksudi ve Rızake Matlubi Ya Hazreti Allah (cc)” diyoruz. Nar da O’nun, nur da O’nun. O’na hiç kimse hükümran olamaz, O’na hiç kimse karışamaz ki. Cennette O’nun, cehennem de O’nun, isterse narına atar, isterse nuruna atar. Bizim vazifemiz, O’nun emirlerini yerine getirmektir, diyor.

Öyleyse Allah rızası için aşk ile muhabbet ile çalışalım; dirliğimizi, birliğimizi, beraberliğimizi muhafaza edelim.

Dervişlerin bir kötülüğü tarikatı zedelemez ama ne yazık ki dervişin bir hatası tarikatçıları, hocanın bir hatası hocaları, hacının bir hatası bütün hacılara lekeliyor. Bu çok yanlış…

Bir kişi yanlış yapmışsa diğerlerinin ne kabahati var? Dervişler bozulduysa şeyhlerinin ne kabahati var? Bütün Ümmet-i Muhammed, bara, saza, geneleve, fuhşa gittiyse Peygamberimizin ne kabahati var? Bu millet sapıttıysa, kötülük yapıyorsa, Allah’ın (cc) ne kabahati var?

Bu dünyaya imtihan için gönderildik. Burada imtihandayız.

Bizlere bu sayısız nimetleri bedava veren, imtihan için bu dünyaya gönderen Cenab-ı Zülcelâl Hazretleridir.

“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum, Beni beslemelerini de istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır. (cc)” (Zariyat, 56–57–58)

Yani Mevlayı Zülcelâl Hazretleri;

Ben insanları ve cinleri başıboş, gayesiz, rast gele yaratmadım. Bilakis, onları bir gayeye binaen yarattım. Sizi başıboş hayvan gibi de yaratmadım. Sizin içinizden, peygamberler gönderdim, kitaplar gönderdim, arifler gönderdim, veliler gönderdim; bunlara tabi olun, sıratı müstakimde olun, nefsinize ve şeytana uymayınız.”

“Sakın ha! Eğer nefsinize ve şeytana uyarsanız, azab-ı elimi de hazırladım” diyor.

Bizi eşref-i mahlûkat olarak; havadaki, karadaki, denizdeki mahlûkatın en şereflisi ve en güzel bir surette yaratan Yüce Yaradan’dır.

Onun için kardeşlerim, burada fırsat elimizde iken bu günlerimizi değerlendirelim. Âşık ne güzel söylemiş “Giden günler geri gelmez” diye Burada gafillerden olmayalım, her an Allah’ın ve Resulü’nün emirlerine uyarak Allah’ı (cc) çok zikrederek, hiçbir engele takılmadan rızasını alaraktan O Ebedi Âlem’e, saadet yurdu’na kavuşalım.

Mevla cümlemizi olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan kâmil iman sahibi eylesin. Esselamualeyküm verahmetullahi veberekatüh…

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : İSLAMDA HUZUR EVİ

Cenabı Zülcelâl Hazretleri;

“De ki: “Gelin, size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım! O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, babanıza annenize iyilikten ayrılmayın” (Enam/151)buyuruyor.

İslam da huzur evi yoktur. İnsanın huzur duyduğu yer babasının evi, evladının evidir. Evlatlarınıza İslam’ı öğretin, güzel ahlakı aşılayın. Eğer bunları tatbik etmezseniz, yetiştirmiş olduğunuz o evladınız, siz yaşlandığınızda;

 “Aman ben sana bakamayacağım, falan falan sıkıntılarım var, seni huzur evine göndereyim de masraflarını ben vereyim” der. Sizin yaşlı halinizi beğenmez, size sahip çıkmaz.

İşte evladını ahlaklı, maneviyatlı yetiştirmediği için, kendi huzur evinde ağlamaya başlar. Bayramlarda ağlar, herkes kendi çocuğunu severken o evlat hasreti çeker. Onun için anne ve babalarınıza itaat edin, evlatlarınızı da İslami ölçülerde yetiştirin. Allah’ını bilen, Habibini bilen ahlakı güzel insanlar, hem ebeveynine, hem çevresine, hem de vatanına hizmet eder.

Peygamber Efendimiz de (sav) hadis-i şeriflerinde;

“Cennet annelerin ayağı altındadır” buyuruyor.

Sahabeden Alkeme isminde, bahadır, cengâver, âşık, sadık olan bir zat vardı. Bu sahabenin, Mekke’den Medine’ye hicret eden Aliyyel Murtaza (ra) Hazretleri, Bilal-i Habeşi Hazretleri ve diğer mübarek zatlarla arası çok iyidir.

Bir zaman sonra Alkeme (ra) evlenir. Fakat evlendikten sonra evini ayırır ve annesini yalnız bırakır. Bir süre sonra annesi bakımsızlıktan dolayı epeyce rahatsızlanır. Bu sırada Alkeme’de ağır hastalanır ve yatağa düşer.

Sahabeler Alkeme’nin durumunu Rasulullah Efendimize bildirirler:

–Ya Rasulullah! Alkeme çok ağır hasta. Kelime-i şehadet getiremiyor. Hangi soruyu sorarsak cevap veriyor, fakat “Kelime-i Şehadet getir” dediğimiz zaman dili şişiyor, söyleyemiyor, deyince

Rasulullah Efendimiz (sav) taaccüp edip (şaşırıp), sahabelerle birlikte Alkeme’nin yanına gider.

Rasulullah Efendimiz (sav):

–Ya Alkeme! Allah’ın (cc) varlığını, birliğini, şehadet et. Benim Resul olduğumu şehadet et, diye telkinde bulunur.

Fakat Alkeme bir türlü söylemez. Peygamber Efendimiz (sav) başka mevzular hakkında soru sorar, Alkeme cevabını zorlanmadan verir.

Bunun üzerine Rasulullah Efendimiz (sav) sahabelere:

– Alkeme’nin kimi kimsesi var mı? diye sorar.

Sahabeler:

– Evet, Ya Rasulullah!  Annesi var.

Rasulullah Efendimiz (sav):

– Ya Bilal git de annesini getir, buyurur.

Bilal-i Habeşi Hazretleri gider ve durumu Alkeme’nin annesine anlatır.

Kadıncağız:

– Benim Alkeme isminde bir evladım yok. Benim Alkeme’m, öldü, deyince

 Bilal-i Habeşi (ra):

– Ama Alkeme bize, sizin için o benim annemdir, dedi. Gel seni onun yanına götüreyim, demesine rağmen, yaşlı kadın bunu kabul etmez.

Alkeme’nin annesini getiremeden geri dönen Bilal-i Habeşi Hazretleri meseleyi Rasulullah Efendimize intikal ettirince Rasulullah Efendimiz (sav) bu sefer Hazreti Ali Efendimize:

– Ya Ali git, gelecekse getir, gelmezse de zorla getir, dedi.

Alkeme’nin annesi de Aliyyel Murtaza’yı (ra) çok severmiş. Hazreti Ali Efendimiz yaşlı kadının yanına gelir.

Kadın karşısında Aliyyel Murtaza’yı görünce çok sevinir:

– Hoş geldin ya Ali. Mademki Allah’ın Resulü öyle istiyor, Seni buraya kadar gönderdi, o zaman gidelim, der ve hasta yatan Alkeme’nin evine giderler.

Rasulullah Efendimiz Alkeme’nin annesine:

– Bu senin oğlun mu? Deyince:

– Ya Rasulullah benim bir oğlum vardı. Mekke’de ismi Alkeme idi, o ise şehit oldu, öldü. Allah (cc) kalbimden onun sevgisini aldı. Benim evladım yok, der.

Rasulullah Efendimiz (sav):

– Bu senin evladın Alkeme, dediyse de; Yaşlı kadın ısrarla:

– Hayır, yok, o beni, ailesine tercih etti, beni terk etti, Allah’tan başka kalbimde sevgi yok, benim evladım değildir, dedi

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav):

– Ey Ashabım! Eğer annesi Alkeme’ye hakkını helal etmezse, derhal Alkeme’yi yakmamız gerekiyor. Odun getirin, der.

Odunları getirip, ateş yakarlar. Daha sonra Peygamber Efendimizin emri ile ateşin içine atmak için Alkeme’yi çarşafın üzerine koydular. Tam atacakları sırada annesinin yüreği dayanmadı ve:

– Yavrum Alkemem! Ciğerim, der,

Alkeme’de:

– Anneciğim!

Eşheduen lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resuluhu, deyip ruhunu teslim eder.

Orada Rasulullah Efendimiz sahabelerine dönerek:

– İşte ashabım! Anneniz size hakkını helal etmediği müddetçe cehennem azabı göreceksiniz. Anne şefkatini sizlere burada gösterdim. Ne kadar sevmese de ateşe gireceği zaman ciğerim, evladım, dedi. Sahip çıktı. Onun için annenizi incitmeyin, incitirseniz cehenneme duçar olursunuz, buyurdular.

Annesine duasını alarak yüce mertebelere ulaşmış pek çok Allah (cc) dostu zatlar var. Bunlardan bir tanesi de Bâyezid-i Bîstâmi Hazretleridir.

Bâyezid-i Bîstâmi Hazretlerinin annesi bir kış gecesi bir bardak su istiyor evladından. Demir bardağa suyu doldurup, annesinin yanına geliyor, bakıyor ki, annesi uyumuş. Kış günü elinde bardak ile öylece seher vakti olup annesi kalkana kadar bekliyor. Annesi uyanınca:

– Bâyezidim! Evladım, bir su ver de içeyim, diyor.

Bâyezid-i Bîstâmi Hazretleri de:

– Buyur anneciğim,  diyor.

– Evladım, ben daha şimdi istedim suyu, sen ise hazır duruyorsun, deyince,

– Anneciğim sen suyu önceden istedin. Ben suyu getirine kadar uyumuşsun, bende uyandırmaya kıyamadım, der.

Sabaha kadar soğukta elinde, demir bardakla beklediği için demir bardak buz tutup, mübareğin eline yapışmıştır. Annesi, mübareğin elindeki demir bardağı alınca elinden kan akar.

Annesi oğlunu elinden kan aktığını görünce dayanamaz:

– Yavrum, evladım, ben senden razı oldum, Rabbim de senden razı olsun, diye dua eder.

Bâyezid-i Bîstâmi Hazretleri;

“O anda bende 18 bin âlemin keşfi hâsıl oldu” demiştir.

Bâyezid-i Bîstâmi Hazretleri, annesinin duası ile yüce makamlara erişmiştir.

Şimdi inançsız bir nesil yetişti, ne annesini, ne de  babasını tanıyor.Tire’ye gittim. Caminin dışarısında, kenarda bir yerde, bir ses işittim. Her halde sekaret halinde biri var hırlıyor, inliyor, dedim. Baktılar ki bir adam var. Orda bulunanlara:

– Bunu hemen hastaneye kaldırın, dedim,

– Hastaneye almadılar dediler.  Bunun üzerine:

– Müftü Efendi, telefon açta, bunu hemen hastaneye alsınlar, dedim.

Götürdüler. Camide namazlarımızı eda ettikten sonra oranın halkına dedim ki;

– Bu adam babasına bakmamış, bir ailesi var mı, evlatları var mı? diye sordum

– Evet, ailesi var ama bu adama hiç bakmadılar, bu da kendi halinde yaşıyordu şimdiye kadar,  dediler.

Daha sonra bir haber geldi ki adam hastaneye giderken yolda ölmüş.

Orda ki arkadaşlarımızdan birisi daha sonra gittiğimde bana:

–Efendim, ben ölen adamı araştırdım. Babası ayyaş imiş, hem kendisi hem ailesi “Senin artık bizimle işin yok” deyip, sokağa atmışlar. Bu adamın babası da çöp bidonunun yanında içki içerken donarak ölmüş.

            Biri çöp bidonunun dibinde ölmüş, biri de caminin köşesinde öldü.

            Onun için baba evladını inançlı yetiştirecek ki, böyle şeyler olmasın. İnsanlar, hem ebeveynine, hem çevresine, hem de vatanına hizmet etsin.

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : EY ALLAH’I (cc) SEVENLER

Tarikattayım diyen bir kimse eğer küs tutarsa, Allah’a vuslat yolunu kapatmış demektir. Eğer birini incitirse, o yolda vuslat bulması zordur. Derhal o kişinin gönlünü alması, onun rızasını kazanması gerekir. Tarikat bu kadar incedir.

            Kardeşlerim! Hepinizin malumudur ki dergâhlarda veya bazı camilere girerken kapılarında “EDEP YA HU!” yazar. Edepli ol. Terbiyeli ol. “Hu“ olan Allah seni görüyor. “Allah Hu”, “Rahman Hu”, hangi esmayı söylersen söyle, sonunda “Hu”; “O” manası vardır. Seni görüyor, edepli ol! Yürürken edepli ol! Yemek yerken edepli ol! Su içerken edepli ol! Evde edepli ol! Tuvalette edepli ol! Otururken edepli ol! Alışverişte edepli ol! vs… Çünkü “O” beni her yerde görüyor, diye ihsan üzere yaşarsak, işte o zaman nefis meratiplerini aşıp Allah-ü Teâlâ Hz.lerine vasıl oluruz.

            Bu yolda ilerleyebilmek için, birbirimizi seveceğiz, hatalarımızı aramayacağız.

             Yunus Emre Şöyle der;

            Sövene dilsiz gerek

            Dövene elsiz gerek

            Derviş gönülsüz gerek

            Sen derviş olamazsın, sen Hakk’ı bulamazsın

            Bunu kime söylüyor, Allah’ı seven dervişlere söylüyor.

            Derviş demek, kapının eşiği demektir. Eşik üzerinden o kadar insan geçer de, sen geçme, sen şöylesin der mi hiç?

            İşte derviş olanda ne incinir ne incitir. Hiç kimseye kötülük yapmaz. Kalbinden de buğzetmez. Eğer kalbinde buğuz varsa, tövbe etmesi gerekir. Nazargâhı İlahi kalptir. Allah (cc) kalbe nazar eder. Şekle, soya, saça, sakala, sarığa, cübbeye, bakmaz. Kimin kalbi güzel ise ona bakar.

            “Yerlere göklere sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım” buyuruyor. Televizyonda bütün dünyadaki insanların hal ve durumlarını izliyorsunuz. İşte kalpte böyledir. Eğer ki kalbinizi açarsanız; Cenab-ı Zülcelal Hazretleri nefsi mutmain makamına geldiğinizde, basiretinizi açar. Kabir haline vakıf olursunuz. Cenneti de, Kâbe’yi de, Ravza’yı da, üstadını da, pirini de, gösterirler. Televizyon sendedir, sen kendinde ara.

            Yunus Emre;

            “Bir ben var, Benden İçeru.”dediği budur.

             Birbirlerinizi sevin, birbirlerinizin aleyhinde konuşmayın. Eğer araya bir fitne girer ise dağılırsınız.

            Ebubekir Sıddık (ra) Hazretleri gibi sadıklardan olun.

            Ömer İbni Hattap (ra) Hazretleri gibi, evinizin içerisinde her yerde adaletli olun.

            Osman-ı Zinnureyn (ra) Hazretleri gibi hayâlı, edepli olun, terbiyeli olun. Sizden bir gün önce gelene, bu kardeşim benden bir gün önce tövbe etti, selatu selamı benden fazla getirdi, benden fazla Allah’ı zikretti diye, insanlara hürmet edin.

            Aliyyel Murtaza (ra) Hazretleri gibi ilim okuyun, Kur’an-ı Kerim’i okuyun, Rasulullah (sav)’ın hayatını okuyun, tasavvuf kitaplarını okuyun.

Kardeşlerim!

            Nefis, şeytan, mal sevgisi, mülk sevgisi, kasa sevgisi, evlat sevgisi, makam sevgisi, bütün sevgiler kalbimizde olur. İşte Allah’ı sevdiğimiz zaman, Allah’ı zikrettiğimiz zaman Allah-u Teâlâ Hazretlerinin esmasının nuru ile kalbimizden masivayı atar. Nazargahı İlahi kalp olur. İşte bu kalbe Allah’ın nazarı geldiğinde hem cennet hem de Cemalullah vardır. Nasıl namazın tadili erkânı varsa, tarikatında tadili erkânı vardır. Daima kalbimize esmayı söyleyeceğiz ki bu mâsivalar çıksın.

            Kardeşlerim!

            İslam dini bize emanettir, vücudumuz bize emanettir, namusumuz, evdeki ailemiz ve çocuklarımız bize emanettir. Komşumuz çocuğunu bize bıraktı ise o da bize emanettir. Bir kardeşimiz parasını bize verdi ise emanettir. Kur-an bize emanettir, Rasulullah’ın (sav) sünnetleri emanettir. Nefesimiz, gözümüz bütün azalarımız emanettir. Bu emanetleri ruhumuz çıkınca toprağa bırakacağız. Onun için bize verilen bu emanetlere hıyanet etmeyelim.

            Olduğunuz gibi görünüp, göründüğünüz gibi olun. Dergâhta nasılsanız, evde de aynı olun. Burada namaz kılıp eve varınca kötü söz söylüyorsunuz, işinize varınca hile yapıyorsunuz, onun bunun aleyhinde konuşuyorsunuz.

            Zamanında bir kardeşimiz vardı, kendisini sever hayran olurdum. Elbisesine, cübbesine sarığına bakar:

             “Allah Allah! Ne güzel insan.” derdim. İlk kızımı gelin ettim, onların komşusuymuş. Bir hafta sonra bizi davet ettiler. Evlerinin bahçesinde asmanın altında yemek yiyecektik, o hayran olduğum adamın dilinden kötü sözler çıkıyor, ona buna bağırıp, çağırıyor, çok şaşırdım. Neden bu kadar öfkelendiğini sordum. Tavuğun altından yumurtayı almadıkları için bu kadar öfkelenmiş, dediler. tüylerim ürperdi.

            “Aman Ya Rabbi! İçerde bir türlü, dışarıda bir türlü?” diye düşündüm.

            Demek ki; olduğunuz gibi görünün göründüğünüz gibi olun, saçınızla sakalınızla herkese örnek olun. Söz verdiğiniz zaman sözünüzü yerine getirin. Bir işe söz vermeden önce kendi içinde bir süz, ondan sonra sözünü ver ve sözünü yerine getir.

            Rasulullah (sav) Efendimize sordular;

            ─Sözünü tutmayan insan neye benzer? denilince,

            ─Siz yere tükürürsünüz, söz veren insan yere tükürmüş gibidir. Sözünü tutmayan insan da tekrar o tükürüğü ağzına almış gibidir, buyuruyor.

            Namusunuzu koruyup başkasının namusuna da bakmayacaksınız. Kendi ailen, kızın, çocuğun nasılsa başkasının kızı da onun namusudur. Kötülük yapma. Elinizi, gözünüzü, midenizi ve ayaklarınızı haramdan sakının. Şu arkadaşımızın meyvesiymiş, şu arkadaşımızın dükkanıymış deyip, eliniz ile kötülük yapmayın. Diliniz ile haram söylemeyin. Midenize haram girmesin. Gözünüz ile kadınlara bakmayın.

            Şimdi kardeşlerim!

            Her kim bu anlattığımız ölçülere riayet ederse kâmil imana erer. Eğer bu ölçüler içerisinde değilseniz içine girmek için kendinizi zorlayacaksınız.

 Ebubekir Sıddık (ra) Hazretleri, Peygamber Efendimize (sav) sorar:

            ─  Ya Rasulullah! Saçınızda aklar görüyorum. Bir derdiniz mi var?

            İki Cihan Serveri (sav) Efendimiz cevap verir:

            ─  Beni, Hud suresi ihtiyarlattı.

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” bu İlahi mesajın bilincine varalım kardeşlerim.

Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlemize Ahlak-ı Muhammediye ile ahlaklanıp, olduğu gibi görünüp, göründüğü gibi olanlardan eylesin. Âmin.

Nuri KÖROĞLU

Sultanımdan Gönüllere : MÜ’MİNİN ÖZELLİKLERİ

Mümin; Allah’a iman eder, peygamber’lere iman eder, meleklerine iman eder, kitaplara iman eder, öldükten sonra dirilmeye iman eder, hayrın Allah’tan şerrinde, nefsimiz ve şeytandan olduğuna iman eder.

Ey iman edenler! Abdestinizi alın, namazınızı kılın, senede bir ay orucunuzu tutun, ömrünüzde malî durumunuz iyi ise hac farizasını yerine getirin, zekâtınızı verin, yalan söylemeyin, yemin etmeyin, gıybet etmeyin, haram yemeyin, zina etmeyin, ailenize hayızlı iken yaklaşmayın, arkasından da yaklaşmayın, anne ve babanıza öf bile demeyin, ölçü ve tartılarınızı düzgün yapın, müminleri kandırmayın.

İşte bu saydıklarımız Cenab-ı Zülcelal Hazretlerinin iman edenlere uyması gereken emir ve nehiyleridir. Bunları tatbik edip yaşayan insanlara, inandığı gibi yaşayanlara mümin denir. Mümin kullar da üçe ayrılır; avam, havas, hass-ül has.

Avam kim? Has kim? Hass-ül has kim? Bunları öğrenmemiz lazım. Eğer öğrenmezsek, bizim inancımızı tahrif ederler, haramiler yolumuzu keserler, itikadımızı bozarlar, Allah’a (cc) vuslat kapısını kapatırlar. Bu üç zümreyi anlatmadan önce şöyle bir misal verelim;

            Bir gün dervişin bir tanesi üstadına sorar:

            –  Efendim Avam, Havas, Hassül Has ne demektir?

            Üstadı dervişe:

            – Evladım, yarın sabah namazına camiye git. Namaz bittikten sonra üç kişi kalacak bir tanesi minberin yanında, bir tanesi mihrabın yanında, bir tanesi de kenarda oturur halde göreceksin. O kişilere git, sıra ile tokat vur, der.

            Derviş üstadına:

            – Peki, efendim, deyip, ertesi gün sabah namazına üstadının söylemiş olduğu camiye gider.

            Namaz kılındıktan sonra aynen üstadının dediği gibi üç kişi kalır. Önce, kenarda oturana bir tokat vurur. Tokadı yiyen adam buna döner

            -Sen bana nasıl tokat atarsın” deyip oda ona bir tokat patlatır. Dervişin canı yanar, ama üstadının sözünü yerine getirmesi gerektiğini bildiği için sesini çıkaramaz Bu sefer ikinci kişiye tokatı vururken biraz geri durarak vurur, tokatı yiyen ikinci şahıs

            -Allah der, şöyle arkasına dönüp dervişe bakar, sonra tekrar boynunu büker.

            Derviş son olarak mihrabın yanında oturan kişinin yanına gelir bir tokatta ona vurur, tokat yiyen kişi

            “Hu” deyip hiç istifini dahi bozmaz. Derviş doğruca şeyhinin yanına gelir ve şunları anlatır:

            – Efendim, sizin dediğiniz gibi sabah namaza gittim. Namaz kılındıktan sonra söylediğiniz gibi, camide üç kişi kaldı. Kenarda oturana bir tokat attım, aynı şekilde oda bana hem kızdı hem tokat attı. Minberin yanında oturana tokat attım, oda “Allah” dedi. Bana bir baktı, döndü.  Mihrabın yanında oturana tokat attım; “Hu” dedi, hiç oralı bile olmadı. Bundaki hikmet nedir? Diye sorunca

            Üstadı dervişe söyle söyler:

            – Evladım ilk tokat attığın adam avamdır. Hem ibadetini yapar hem de nefsine bir zarar gelecek olursa dövene döver, sövene söver.

            İkinci tokat attığın kişi ise havas ehlidir. Allah’tan geldiğine iman eder, razı olur. Fakat kimin elinden de olduğunu merak eder.

            Üçüncü tokat attığın zât ise hass-ül hastır. O bütün benliğini Allah-ü Teâlâ Hazretleri’ne çevirmiştir. Ne gelirse gelsin asla Allah’tan yüzünü çevirmez, İçiyle dışıyla Allah’a tam teslim olmuştur. evladım, diye cevap verir.

İşte kardeşlerim!

            Avam olan insan; namazını kılar, ibadetini yapar, ilmi yönden vaazını yapar, ama has ehlinden olmadığı için, vurana vurur, kızana kızar tevazulu olmaz kimseyi beğenmez kendi ibadetlerini iyi görür kendinden başka mü’min yokmuş gibi tavır takınır “Şu kâfirdir, şu imansızdır, Benim gibi İslam’ı iyi yaşayamıyor” der. Sanki Allah’ın ortağı gibi, kendine bir ene gelir. İşte bu tür insanlara avamderler.

            Havas ehli ise; Allah’a (cc) âşık olur, Muhammed-ül Mustafa’ya âşık olur. Peygamber (sav) Efendimiz’in sünnetlerini ihya eder, bir mürşid-i kâmile müntesip olur. Tarikatı aliye de vesile ile gider. Bu yolda sabır ve sebat ile esmasını, zikrini, selatü selamını getirir. Annesinden, babasından, hanımından, çevresinden bir elem, keder gelse dahi hemen Allah’a yönelir;

“Ya Rabbi! Bu senden geliyor ben biliyorum. Bana sabır ver” diye dua eder. Kötülüğe meyil etmez. Çünkü Has ehlidir. Allah’a (cc) ve Resulüne söz vermiştir. Muhammed-ül Mustafa’nın emin sıfatı ile sıfatlanmayı arzu eder, ben de emin olayım, elimle dilimle her halimle hiç kimseye kötülük yapmayayım diye kendisini sürekli sığaya çeker. İşte bu insanda emindir.  Bundan zarar gelmez. Böyle olan insana havas ehli derler.

            Hass-ül Has ise; Mürşidi Kamil zatlardır. Onlara Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri eğer Rasulullah (sav) Efendimizin zürriyetinden geldi ise veraset nuru ile nurlandırır. İns ve cinnin yapacakları kötülükleri basiret nuru ile önceden görür ve Allah’a teslim olur. İkinci evliya ise velayet ile makama erişir, kendi say’ü gayreti ile ahlakı edebi sadakati, hizmeti ile üstadının vermiş olduğu evradını yapar, seyr-ü sülukunu tamamlar. Bu zatları da Allah-ü Teâlâ Hazretleri velayet nuru ile nurlandırır. Şeytan ve nefis bu zatlara zarar veremez, başkasına zarar verdiği zamanda hemen derhal izale eder. İşte bu zatlara da “Hass-ül Has” derler.

            Allah-ü Teala (cc) hepinizden razı olsun. Umduklarımıza nail etsin. Korktuklarımızdan hıfz-u muhafaza eylesin. Âlem-i İslâm’a dirlik, birlik, beraberlik versin. Cemian Kuran’a yapışmak nasip ve müyesser eylesin. Bizleri hakkı hak, batılı batıl bilenlerden eylesin. Son nefesimizde; Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resuluh diyerek cennet ve cemalullahına vasıl eylesin. Cennet ve cemalullahına vasıl eyleyecek hüsnü ahlak nasip eylesin. Allah’ın rahmeti bereketi in’amı ihsanı üzerinize olsun.

Esselamüaleyküm verahmetullahi veberekatüh.

Nuri KÖROĞLU